Açılım konusunda Erdoğan doğru yolda mı? (2)
Kürt sorununu, PKK’yı, kimileri devletin resmi raporlarından, belgelerinden veya kitaplardan öğrenmeye çalışmıştır.
Devletin memurudur, askerdir, diplomattır ya da siyasetçidir, akademisyendir veya gazeteci de olabilir böyleleri.
Kendi dünyalarına kapanıp, Kürt sorunu gibi bir bakıma karmaşık, çetrefil bir konuyu daha çok kağıt üstünde anlamaya gayret ederler.
Böylece kendileri kitabi, değerlendirmeleri de mekanik kalır; toplumla temas etmedikleri için de ‘empati’den fazla iz olmaz yaklaşımlarında...
Böyle olunca da, genellikle nüfuz edemezler soruna. Beyinleri devletin ezber ya da klişeleri tarafından bir süre sonra tutsak alınır. Ve devletin çizdiği, dikte ettiği ‘kırmızı çizgiler’in dışına pek çıkamazlar.
Kürt sorunuyla ilgili bu kırmızı çizgilerin bizim devletteki gerçek sahibi ise Cumhuriyet’in kuruluşundan beri ‘asker’dir. Kürt sorunu askerin tekeli altındadır.
Bazı hükümetlerin iktidara geldiklerinde, kırmızı çizgilerin dışına çıkarak iyi niyetle yeni bir şeyler yapmak istedikleri görülmüştür. Ama bir süre sonra Genelkurmay’da brifinge alınan başbakanlar, yine önlerine askerin koyduğu eski hamam eski tas politikaları sürdürmüşlerdir.
Örneğin 1980’ler, 1990’lar böyle geçti. Demirel’in Kürt realitesi, Çiller‘in Bask modeli saman alevi gibi yanıp söndüler. Asker, kısa sürede onlara da kendi kırmızı çizgilerini devlet politikası olarak dayattı.
Ne miydi bu politika?..
Şöyle özetlenebilir:
“Şimdi terörle mücadele zamanıdır, Kürtçe radyo televizyondu, kültürel haklardı vesairenin zamanı değil. Şimdi böyle haklar verilirse, terörle mücadele azmi kırılır ve teröristbaşı Öcalan da, ‘Düşün arkama, daha fazlasını alırız” diye moral bulur. Bu oyuna gelmeyelim.”
1990’ların devlet politikası buydu.
Ama o zamanlar farklı düşünenler de vardı. Devletin resmi ezberleriyle yetinmeyip, Güneydoğu’da dolaşarak, insanlarla konuşarak Kürtlerin nabzını tutmaya çalışanlar derdi ki:
“Devletin bu anlayışı, sopa politikası tam tersine PKK’yı güçlendiriyor, Kürtlerin içinde PKK’nın giderek kök salmasına yol açıyor, PKK’nın şehirlerde de toplumsal ve siyasal tabanını genişletiyor. Bu nedenle PKK ile mücadele ederken, aynı zamanda demokrasi ve insan haklarının gereği yapılsın; yoksa hem hedef küçülmez büyür, hem de bunca fedakarlık boşa gider.”
Devrin hükümetleri, başbakanları bu uyarılara kulak asmadı, devlete kulak verdi, askeri dinlediler.
Peki sonra ne oldu?
O korkunç, kanlı 1990’ların 40 bin ölüsüne rağmen, üstelik Öcalan’ın İmralı’ya hapsedilmesine rağmen sorun çözüldü mü, PKK bitti mi?..
Hayır, ne sorun çözüldü, ne de PKK bitti.
Tam tersine PKK Kürtlerin içinde daha çok kök saldı; belediyelerle, sivil toplum kuruluşlarıyla ve daha önemlisi siyasal partisiyle şehirlere de sızdı, yayıldı. Böylece, Kürt sorununun bir sonucu olan PKK, 1990’larda Kürt sorunuyla iç içe geçmeye başladı.
Bir başka deyişle:
Gelinen noktada, Kürt sorunuyla PKK’yı birbirinden ayırmak, ikisinin arasına duvar çekmek olanaksız gibidir. Tersini düşünmek gerçekleri zorlamaktır.
Ve 1990’larda yapılabilecek olan bugün artık mümkün değildir. Yani hem PKK’ya karşı silahlı mücadele, hem de eşzamanlı olarak Kürt meselesini çözüm rayına oturtmak uzak ihtimaldir.
Böyle bir fırsat 1990’larda vardı ama bugün kaçırılmış durumda.
PKK ile Kürt sorunu bugün artık birbirinin içine geçtiği için kaçtı bu fırsat. PKK, Kürtlerin önemli bir bölümünde kabul gördüğü için kaçtı. Dağda PKK’ya vurmaya başladığında, bunun sesi ve tepkisi büyük şehirlerden de geleceği için kaçtı. Dağdaki savaşın şehirleri de hareketlendireceği için, dağın yolunu daha fazla açacağı için de kaçtı.
Şöyle bir sorunun yanıtını hiç düşündüğün oluyor mu:
Dağı taşı bunca yıl bombaladın, sonuç alamadın, peki bundan sonra şehirleri mi bombalayacaksın?..
Geçelim.
Kısaca yinelersek:
1990’larda isabetli olabilecek bir politika, öyle sanıyorum ki, bugün artık geçerli değildir.
Ama anlaşılan Ankara’da kimileri var ki böyle düşünmüyor. “Hem KÇK’yı, hem PKK’yı döveriz, hem partilerini kapatırız, hem PKK’nın bel kemiğini kırarız, hem dağın yolunu keseriz, çünkü eşzamanlı olarak sorunu çözmeye yönelik gereken adımları da ihmal etmeyiz” diyenler var Ankara’da. Başbakan Erdoğan’ı ya da ‘demokratik açılım’la ilgili iktidar odaklarını etkiledikleri de söylenebilir.
Bu yaklaşım bana çıkmaz sokak gibi gözüküyor.
Bu nedenle, tedirginim.
Dağlarda ve şehirlerde kopacak cayırtıyla ‘doğru yol’un bulanabileceği kanısında değilim çünkü...
Nasıl ki 1990’larda Güneydoğu‘nun, Kürtlerin nabız atışlarına kulak vermeden, yani devletin ezberleriyle tutulan yol daha dün çıkmaza saplanmışsa, bugün de aynı şey yaşanabilir, tabii yine acı bir bedel ödenerek...
Üçüncü yazı yarın.
MİLLİYET
YAZIYA YORUM KAT