ABD'yi "kendini ahlaki değerlere bağlamakla" eleştiren siyasetçi: Kissinger
Mehmet Garip Tanyıldızı, 1973-1977 yıllarında da ABD Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Henry Kissinger'in biyografisini detaylı yazısında inceliyor.
Mehmet Garip Tanyıldızı / Akşam
“Dünya düzeni”nin çöküşünü hatırlatan tevafuk: Kissinger'ın ölümü
29 Kasım'da ABD'nin New York şehrinde İsrail'in Filistin'deki katliamlarını protesto eden binlerce kişi aldıkları bir haber sonrası yürüyüşe ara verip kutlama yapmaya başladı.
Bu haber, 1969-1975 yılları arasında ABD'de Ulusal Güvenlik Danışmanı, 1973-1977 yıllarında da Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Henry Kissinger'ın ölüm haberiydi.
100 yaşında hayatını kaybeden Kissinger, 20. yüzyılın en etkili diplomatı olarak görülüyor.
Kissinger, ölümünden sonra, görev yaptığı dönemde Vietnam, Kamboçya, Şili, Arjantin ve Pakistan gibi ülkelerde yaşanan katliam ve trajedilerdeki rolü ile anıldı.
Mekik diplomasisinin mucidi Kissinger, diplomasi tarihindeki yerinden ziyade kanlı mirası ve savaş suçları ile hafızalara kazındı.
Görev süresi sona erdikten sonra da ABD dış politikasında etkili olduğu bilinen bu kurt diplomat, ideolojik olarak da Amerikan hegemonyasını destekleyen argümanlar üretmeye devam etti.
"Diplomasi" kitabı hala üniversitelerdeki Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinde kült kabul edilen Kissinger'ın yapıp ettikleri kadar yazıp söylediklerinin de değerlendirmeye tabi tutulması gerekiyor.
Kissinger, tezini, akademik hayatının başında ortaya attığı ve daha sonra geliştirdiği "dünya düzeni" kavramı üzerine kuruyor.
Heinz Alfred isimli bir Alman Yahudisi olarak gittiği Amerika'nın vatandaşlığına geçen Kissinger'ın benimsediği Avro-Amerikan kimliğinin yansımalarını tezlerinde de görebiliyoruz.
1994'te yayımlanan meşhur "Diplomasi" kitabında Kissinger, "her yüzyılda tüm uluslararası sistemi kendi değerlerine göre yeniden biçimlendirecek kuvvet, irade ve entelektüel ve moral güce sahip olan bir ülke ortaya çıkmaktadır" diyerek kurduğu anlatıyla 20. yüzyılı Amerikan yüzyılı ilan ediyor:
"XX. yüzyılda, uluslararası ilişkileri hiçbir ülke Birleşik Devletler kadar kesin, fakat aynı zamanda kararsız bir şekilde etkilememiştir. Hiçbir toplum, onun kadar başka devletlerin içişlerine karışmama ilkesinde ısrarlı veya kendi değerlerinin bütün dünyaca uygulanması düşüncesinde onun kadar ateşli olmamıştır."
Kissinger'a göre; Birleşik Devletler izolasyon döneminde kendi içinde yaşattığı demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi "Amerikan değerlerini" Birinci Dünya Savaşı sonrası dünyaya yaymaya karar veriyor.
Amerikalı liderler, diğer ülkelerin bu değerleri ithal etmesiyle barışın sağlanacağı ve demokrasi, serbest ticaret ve uluslararası hukuka dayanan bir küresel dünya düzeninin kurulacağını bekliyor.
Ancak, Wilson İdealizmini naif bulan Kissinger, Amerika'yı "kendini ahlaki değerlerle bağlamakla" eleştiriyor.
İkinci Dünya Savaşı bittiğinde, ABD'nin "dünyayı kendi tercihlerine göre şekillendirme" konusunda daha istekli ve cüretkar olduğunu söyleyen Kissinger, Soğuk Savaş sonrasında SSCB'ye karşı zafer kazanılmasına rağmen bu istekliliğin sürdürülemeyeceğini savunuyor.
ABD'nin artık bütün isteklerinin hemen gerçekleşmesi noktasında ısrarlı davranacak konumda olmadığını belirten Kissinger, Yeni Dünya Düzeni'nin Birleşik Devletler, Avrupa, Çin, Japonya, Rusya ve büyük olasılıkla Hindistan arasında en az altı kutuplu bir "güç dengesi" ile kurulacağını öngörüyor.
Avrupa'daki Otuz Yıl Savaşları'nın ardından 1648'de imzalanan Westphalia Anlaşması'ndan "güç dengesi" metaforunu ödünç alan Kissinger, Fransızların raison d'état (ulusal çıkar) doktrini ve İngiliz diplomasi geleneğine de atıf yapıyor.
11 Eylül saldırıları sonucu Afganistan ve Irak işgaliyle birlikte Kissinger'ın Amerika'nın kendi değerlerini dış dünyaya ihraç etme arzusuna dair iddiası çöktü.
Tek kutuplu dünyada mı yoksa çok kutuplu dünyada mı yaşıyoruz tartışması da nihayete ermiş değil.
Fakat Kissinger, 2014'te basılan Dünya Düzeni kitabında "güç dengesi" tezini savunmaya devam ediyordu.
Ona göre, güç dengesi ile kurulacak dünya düzeni savaşları ve krizleri önlemeyecek, ancak anlaşmazlıkları sınırlayacak, istikrarı sağlayacak ve aşırılıklardan kaçınmaya yarayacaktı.
Bu düzen, dünya barışından çok uluslararası sistemin işlemesi için gerekliydi.
Ne tevafuktur ki, Kissinger uluslararası sistemin işlemediğinin herkes tarafından görüldüğü günlerde öldü.
Aksa Tufanı sonrası İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği katliamlarla ortaya çıkan en büyük gerçeklerden biri uluslararası sistemin iflas ettiği gerçeğiydi.
Kissinger'ın da sadık bir hizmetkarı olduğu İsrail, "uluslararası hukuk" denen şeyi anlamsızlaştırırken içinde yaşamak zorunda kaldığımız "dünya düzeni"nin yılmaz savunucularından birinin ölümü karşısında New York'taki sevinç gösterisi bir hayli anlamlıydı.
Çünkü, bu sevinç gösterisi Kissinger'ın en çok korktuğu kökten bir meydan okumayı temsil ediyordu.
HABERE YORUM KAT