ABD'ye Göre Hâlâ Suçlu Mavi Marmara
Barak'ın şiddetli bir karşı tepkiyi tahrik edeceklerini önceden bildiklerini söylemesine rağmen Amerikan medyası ve Amerikalı siyasetçiler, Mavi Marmara yolcularının suçlu olduğunu savunmakta ısrar ediyor.
Counterpunch adlı internet sitesinde Gazze'ye insani yardım götürmek için yola çıkan Özgürlük Filosunun maruz kaldığı saldırıyı değerlendiren Anthony Dimaggio, saldırıdaki kasıt ile birlikte ABD'nin verdiği desteğe ve medyanın gerçekler hakkındaki suskunluğuna dikkat çekti. İşte Dimaggio'nun yorumu:
İsrail'in Filo Şiddeti Kasıtlıydı
Anthony Dimaggio / Counterpunch*
İsrail hükümetinin yakın dönemdeki ifşaatları, Gazze filosu baskınının haftalar öncesinden planlanmış kasıtlı bir şiddet eylemi olduğunu ve şiddetli bir karşı tepkiyi tahrik edeceğinin önceden bilindiğini ortaya çıkardı. Kısa süre önce El Cezire'nin haberleştirdiği bu bulgu, İsrailli liderlerin baskın sırasındaki iddialarıyla çelişiyor; liderler, eylemcilere yönelik şiddetin tümüyle tepkisel olduğunu ve bizzat filodaki eylemcilerin şiddet içeren saldırılarına karşı kendini savunmayı amaçladığını söylemişti.
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'sa şimdi, dokuz Türk eylemcinin ölümüne yol açan şiddetin baskından haftalar önce 'beklendiğini' itiraf ediyor. Barak bu itirafı, filo baskınının meşru olup olmadığını belirlemek için kurulan komisyonda dile getirdi. Bakanın itirafı, İsrailli komandoların baskın sırasında saldırgan bir zihniyetle hareket ettiklerine dair olay yerinden gelen haberlerle de uyuşuyor. Görgü tanıkları, İsrail komandolarının daha gemilere çıkmadan önce ateş ettiğini söylüyordu (İsrailli liderler ilk başta, gemiye çıktıktan ve hayatlarına karşı ciddi tehditlere maruz kaldıktan sonra eylemcilere saldırdıklarını iddia ediyordu).
San Remo Anlaşması'nın ihlali
Barak baskını, İsrailli liderlerin filoyu destekleyen 'kuruluşun İsrail'i küçük düşürmek için silahlı çatışmaya hazırlandığı' görüşünde olduğunu söyleyerek meşrulaştırmaya çalıştı. Fakat Cenevre Sözleşmeleri'ne göre yaygın biçimde yasadışı bulunan bir ambargonun gölgesinde, İsrail'in şiddet içermeyen insani bir kampanyayı ortadan kaldırmak için şiddete başvurması ciddi ölçüde küçük düşmesine yol açtı. Baskın BM Şartı ve Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin yanı sıra San Remo Anlaşması'nın da açık bir ihlaliydi.
İsrailli liderler sürekli olarak insani bir filoya saldırma hakkına sahip olduklarını savundu. Sözgelimi Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi Türk sivillere yönelik saldırıların 'orantılı ve doğru' olduğunu, İsrailli liderlerin baskında 'vurmaları gereken kişileri vurduğunu' ve komandoların sakin, cesur ve ahlaklı davrandığını savunuyor.
Eşgüdümlü bir yanlış bilgilendirme kampanyası dahilinde İsrailli yetkililer, komandoların uyguladığı şiddetin planlanmadığını, eylemcilerin askerlerin hayatlarını tehdit ettiği açık hale geldi-ğinde 'İsraillilerin hayatlarını korumak için' hazırlıksız bir biçimde ortaya konulduğuna dair bir hikâye anlatıyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu baskının hemen ardından şu açıklamayı yapmıştı: "Bu açık bir kendini savunma vakasıydı... [Komandolara] sopalarla, bıçaklarla ve belki de ateş edilerek saldırıldı, ve kendilerini savunmaları gerekiyordu. Öldürüleceklerdi. İsrail askerlerinin linç edilmesine izin vermeyecektir ve hiçbir saygın ülke de buna izin vermez." Netanyahu olay için 'üzücü' ifadesini kullandı, fakat ölümlerin 'İran ve terörist Hamas'ı destekleyen uluslararası tahrik güçlerinin bir sonucu' olduğunu söyleyerek eylemcileri suçladı. Netanyahu'nun, bütün operasyonun şiddetli bir tepkiyi tahrik edeceğini en başından beri bildiğini itiraf etmesine rağmen, eylemcilerin hareketlerini kınamak için 'tahrik' sözcüğünü kullanmasına dikkat etmeli.
İsrail Yüksek Mahkemesi de Netanyahu'nun propagandacı açıklamalarını destekledi. Mahkeme Başkanı Dorit Beinish filo baskını konusundaki davaları reddetti. Beinish, İsrail askerlerinin 'kendi hayatlarını korumak için [eylemcileri öldürerek] yanıt vermek zorunda bırakıldığını' ilan etti. İsrail Dışişleri Bakanlığı da baskının ardından Orwellvari bir açıklama yaptı: "Gazze filosunun organizatörleri daha önceden, İsrail'in gemilerin Gazze'ye ulaşmasını engellemeye çalışması durumunda karşı şiddet kullanma niyetlerini duyurdu." Bu anlatı, yasadışı saldırıdan önce barışçıl bir insani filo olan bir şeyle şiddet içeren bir çatışmayı zorlayan tarafın İsrail olduğu gerçeğini gözardı ediyor.
Barak'ın saldırgan niyetleri itiraf etmesi, İsrail'in işgal altındaki topraklara yönelik saldırılarının bir halkı terörize eden yasadışı toplu cezalandırma eylemleri olduğunu uzun zamandır savu-nanlar için şaşırtıcı olmasa da rahatsız edici. Ne yazık ki, İsrail-Filistin ihtilafına dair bu tür bir yaklaşım, İsrailli liderlerin propagandasını eleştirmeden tekrar eder Batı medyasında sansürleniyor.
Gazeteler papağan gibi
Filo soruşturmasına dair son dönemde yapılan haberler yine İsrail yanlısı bir anlatıyı teşvik ediyordu. New York Times'ın 11 Ağustos'taki manşeti şöyleydi: "Barak filo baskınında 'sürtüşme'nin beklendiğini söyledi." 'Sürtüşme' sözcüğünün kullanılması, olayın gerçekte yaşanana kıyasla çok daha hafif olduğunu ima ediyordu. Haber, İsraillilerin şu iddialarını tekrar ediyordu: "Komandolar sadece pasif direniş bekliyordu... İsrail'deki bir askeri soruşturma geçen ay İsrail güçlerine karşı kullanılması beklenen şiddetin boyutunun azımsandığı sonucuna vardı."
Washington Post'un 10 Ağustos'taki manşeti de şöyleydi: "Netanyahu: Gazze'ye yardım gemisine karşı ancak 'son çare' olarak harekete geçilmesi emri verildi." Haberde, İsrail'in yabancı sivilleri istemeden öldürdüğü ve uluslararası hukuku da istemeden ihlal ettiğine dair bir izlenim yaratılıyordu (fakat İsrail'in uluslararası hukuku ihlal etmiş olmasına iki haberin de başka bir noktasında değinilmiyordu.) İki haberde de suç, yasadışı bir ablukayı ve bir işgali şiddete başvurmadan ihlal etmeye çalışan eylemcilere atılıyordu. Baskını, İsrailli yetkilileri suçlamaksızın eylemcilerin 'tahrik'i olarak resmetmek, ABD medyasına ve Amerika'daki siyasi tartışmalara Ortadoğu konusunda hâkim olan aşırı boyuttaki propagandanın bir göstergesi.
ABD halkını gerçekten koruyor!
Ortadoğu ve dünyanın kalanı, İsrail'in, bölgedeki askeri hâkimiyetini artırmak için tasarlanmış askeri saldırılar başlatabilmek amacıyla düzenli olarak komşularıyla ve diğer ülkelerle ihtilafları tahrik ettiğini acı verici bir biçimde anlıyor. Fakat Amerikalılar, Washington'daki gazetecilik ve siyaset düzeni tarafından bu gerçeklikten korunuyor. Barak'ın İsrail'in en başından beri şiddet beklediğini itiraf etmesi, beklendiği gibi ABD'de medya ve yetkililer tarafından gözardı edildi veya önemsiz gibi gösterildi. Fakat bu anlatıda tümüyle üzeri çizilen gerçek şu ki, bizzat İsrailli liderler bunun hile olduğunu itiraf ediyor. Baskının yaşandığı dönemde 'planlı tahrik' ve 'şiddet' nedeniyle düşmanlarına saldırıyor ve aylar sonra, tahrik ve şiddetin aslında kendi hareket ve planlamalarında yer aldığını sessizce itiraf ediyorlar. Hepimiz şu sormalıyız: Amerikalılar böyle bir manipülasyonun ve propagandanın gölgesinde niçin İsrail'in 'savunma' ve 'İsraillilerin hayatlarını koruma' iddialarını ciddiye alsın ki?
* ABD merkezli internet sitesi, 13 Ağustos 2010 (Çev: Radikal)
HABERE YORUM KAT