Abdulmecid Zindani’den Esed’i Devirin Çağrısı
Sancaktar’a konuşan Yemenli alim Abdulmecid Zindani İslam dünyasına Beşşar Esed’i devirin çağrısı yaptı…
İslam dünyasının en tanınan âlimlerinden ve Yemen’deki halk isyanının manevi liderlerinden biri olan Abdulmecid Zindani, kırklı yılların başında Yemen’in Bu’dân bölgesinde dünyaya geldi. Çocukluğundan itibaren İslami ilimlerle meşgul olan Zindani, daha sonra Mısır’ın başkenti Kahire’ye geçti. Kahire’de bir taraftan Ezher Üniversitesi’nin ileri gelen âlimlerinden dersler alan Zindani, diğer taraftan da eczacılık fakültesinde okudu. Kahire’de olduğu dönemlerde İhvan Hareketi’nden etkilenen Zindani İhvan’ın düşünce ve metodunu benimsedi. Zindani’nin İhvan’la olan ilişkisi tespit edilince Mısır yönetimi Zindani’yi tutuklattı. Belli bir süre sonra da Zindani Mısır dışına çıkarıldı. Yemen’e döndükten sonra İhvan’ın Yemen kolunu oluşturan Abdulmecid Zindani, Ruslar Afganistan’a girince de Afganistan’a gidip Ruslara karşı bir süre cihad etti. Daha sonra tekrar Yemen’e dönen Zindani, Yemen’deki meşhur İman Üniversitesi’ni kurdu. Batılı araştırmacılarla sık sık ilmi münazaralarda bulunan Zindani, bu araştırmacılardan bazılarının Müslüman olmasına da vesile oldu. Birçok ilmî sahayla ilgilenmekte olan Zindânî özellikle tıp, jeoloji, deniz bilimi, biyoloji, koordinat ilimleri sahalarında çalışmalarını sürdürüyor. Şu an İman Üniversitesi’nin rektörlüğünü yürüten Yemenli alim ayrıca ABD’nin tutuklanacaklar listesinde. Bunun sebebi ise Zindani’nin dünyadaki cihad hareketlerine verdiği destek… Hatta ABD Zindani’yi tutuklayacağını açıkladığından beri Zindani Yemen dışına da çıkmıyor. “İman”, “Tevhid”, “Kuran’da İlmi Mucizeler” isimli eserleri Türkçeye çevrilen Abdulmecid Zindani ile Yemen’in başkenti Sana’da yaptığımız röportajı ilginize sunuyorum…
Röportaj: Adem Özköse
Fotoğraflar: Celal Topçu
-Yemen’de devrim süreci başladıktan kısa bir süre sonra siz de devrimcilerin saflarına katıldınız. Devrime destek vermenizin temel sebebi neydi?
Ali Abdullah Salih anayasa da benim, kanun da benim anlayışına sahip bir yöneticiydi. Ülkeyi Yemenlilerin çıkarlarına göre değil; yabancıların çıkarlarına göre yönetiyordu. Müslüman bir yöneticinin yerine getirmesi gereken sorumlulukları hiçbir şekilde yerine getirmiyordu. Ali Abdullah Salih’le çok görüştük ve ona yaptığı yanlışları terk etmesi için tavsiyelerde bulunduk.
-Ali Abdullah Salih tavsiyelerinize nasıl karşılık verdi?
Sözde tavsiyelerimize dikkat edeceğini söylüyordu. Fakat iş uygulamaya gelince yine aynı hataları tekrarlıyordu. Tunus ve Mısır’da ayaklanmalar başlayınca Yemenli ulemalar olarak bu ayaklanmaların Yemen’e de sıçrayacağını tahmin ettik. Çünkü bu ülkelerde yaşanan sıkıntıların bir çoğu Yemen’de de yaşanıyordu. Ali Abdullah Salih’e çıkıp aynı olayların Yemen’de de tekrarlanacağını, gençlerin isyan edeceklerini, kan dökmeden yönetimi bırakmasını söyledik. Fakat Ali Abdullah Salih Yemenli âlimlerin bu tavsiyesini dinlemedi. Hatta devlet televizyonunda beni kendisini destekliyormuşum gibi göstermeye çalıştı. Ben de bunun üzerine her şeyi göze alarak devrimci gençlerin toplandıkları meydana gidip devrimi desteklediğimi, devrimcilerin yanında olduğumu ilan ettim.
-Sizce Yemen devrimi başarılı oldu mu? Hedeflerine ulaşabildi mi?
Yemen devriminin en önemli hedeflerinden biri bütün sistemi elinde tutan Ali Abdullah Salih’in devrilmesiydi. Ali Abdullah Salih devrildi ve yerine yeni bir devlet başkanı geldi. Bu yönden bakılınca devrim başarılı oldu. İlk merhalesini başarılı bir şekilde geçen Yemen devrimi bugün de devam ediyor. Fakat Ali Abdullah Salih’in devrilmesi devrimin bittiği anlamına gelmiyor. İnşallah devrim diğer merhaleleri de atlatıp zamanla bütün hedeflerini gerçekleştirecek.
-İslam dünyası sizce nereye gidiyor? Başta Ortadoğu olmak üzere İslam dünyasında son yıllarda meydana gelen gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda ne tür sonuçlar çıkarılabilir?
İslam dünyasının çöküşü Hilafet’in yıkılmasıyla başlamıştır. Hilafet Türkiye’de kaldırıldı ve İslam ülkeleri tek tek sömürgeci Batılı devletler tarafından işgal edildi. Türklerin ve Arapların içinden bazı kimseler de Hilafet’i yıkmak için Batılı devletlere destek oldular, onlarla işbirliği yaptılar. Müslümanlar başsız, halifesiz kalınca büyük bir felaketle karşılaştılar. Sömürgeci güçler İslam dünyasını birbirinden ayırdı. Bir ve bütün olan İslam topraklarında küçücük, yeni devletler kuruldu. Bu devletlerin başına da bizimle aynı isimleri taşıyan, aynı dili konuşan; fakat Batılıların maslahatları için uğraşan yöneticiler getirildi. Bu yöneticiler Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak için yıllarca uğraştılar. İslam dünyasının 70-80 senesi bunlarla uğraşmakla geçti. Müslümanlar çok acılar çektiler, zulümler gördüler. Fakat sonunda İslami uyanış ve başkaldırı başladı.
-Arap devrimlerini, Ortadoğu’da yaşanan halk intifadasını bu çerçevede değerlendirebilir miyiz?
Tabi ki… Arap devrimleri İslam dünyasındaki büyük bir uyanışın başlangıcıdır. İslam halkları artık uyandılar. Biz bu uyanışın her geçen gün daha da arttığını görüyoruz. Şu an Mısır’da, Tunus’da, Libya’da, Yemen’de, Suriye’de hatta Türkiye’de büyük bir mücadele yaşanıyor. Batılı devletler Müslümanların uyanışını engellemek, bu gelen dalgayı kırmak istiyorlar. Fakat Allah’ın izniyle İslam halkları ve yöneticileri buna izin vermeyecekler. İslam dünyası bugün Peygamberimizin de müjdelediği yeniden birlik olma, Hilafet’i yeniden kurma yolunda ilerliyor. Bu ilerleyişin sonu inşallah hayırla sonuçlanacak. Biz Arap Baharı ile birlikte başlayan sürecin İslam halklarına büyük zaferler, faydalar getireceğini düşünüyoruz. İslam dünyasının geleceği ile ilgili de son derece umutluyuz.
-Türkiye’nin son yıllarda Arap dünyasına daha fazla yönelmesi hakkında neler söyleyeceksiniz?
Türkiye’nin İslam dünyasına yönelmesi aslında uzun zaman önce olması gereken bir yönelişti. Fakat Türkiye’nin İslam dünyasına yönelmesi ülkeninizin Batı dostu yöneticileri tarafından yıllarca engellendi. Türkiye özgürlüğüne kavuşmaya başlayınca İslam dünyasına yöneliş de başladı. Size şunu açıkça söylemek istiyorum: Türkiye eğer Avrupalılarla birlikte olursa onlara tabi olmak zorunda kalır. Fakat Türkiye Araplarla, Müslümanlarla birlikte olursa onların lideri, yöneticisi olur. Türkiye buna göre seçimini yapmalı…
-Türkiye’den irtibat halinde olduğunuz kimseler var mı? Türkiye’den kimleri tanıyorsunuz?
Geçmişte Üstad Necmeddin Erbakan ile irtibatımız vardı. Üstad Erbakan’ı yıllar öncesinden tanıyordum ve Türkiye’de yaptıklarını takip ediyordum. Üstad Erbakan Türkiye’nin ve ümmetin tekrar İslam’a dönmesini istedi ve bunun için çalıştı. Allah Üstad Erbakan’a rahmet etsin… Üstad Erbakan’ın öğrencisi Erdoğan’ın da yaptıklarını yakından takip ediyoruz ve Erdoğan için dua ediyoruz.
-İslam dünyasında yaşanan siyasi gelişmeler karşısında âlimlerin tavırlarını genel olarak nasıl görüyorsunuz?
İslam dünyasında âlimler ikiye ayrılıyor. Birinci kısımdakiler saray âlimleri… Bunlar kendi menfaatlerini korumak için her ne olursa olsun zalim yöneticilerin yanında duruyorlar. Allah’tan korktuklarından daha çok yöneticilerden korkuyorlar. Yöneticiler de bu âlimleri kendi maslahatları için kullanıyorlar. Fakat diğer kısımda olan muttaki âlimlerimiz ise her ne olursa olsun hakkın yanında duruyorlar. Hakkı duyurmak için de her türlü zorluğa katlanıyorlar. Bu âlimlerimiz İslam halklarının çığlıklarını duyuyorlar ve yöneticilerin karşısında Müslümanların sözcüsü olabilmek için çabalıyorlar. Allah onlardan razı olsun…
- İslam dünyasındaki demokrasi tartışmalarını hangi çerçevede değerlendirmeliyiz? Örneğin size göre demokrasi İslam’la uyuşan bir sistem midir?
Bizi yaratan Allah kitabında yeryüzünü hangi değerlere göre yöneteceğimizi de bildirmiştir. Müslümanların Batılıların demokrasisine ihtiyacı yok. Müslümanların asıl ihtiyaç duydukları şey Kuran ve Sünnet’e dönmektir. İslam’ın kendi sistemi, kendi yönetim şekli var. İnsanlar gerçek hürriyeti, onurlu yaşamı, fikir özgürlüğünü ancak İslam’ın sisteminde bulabilirler. Ahlaksızlığın her türlüsüne destek veren, İslam ülkelerinin işgalini onaylayan Batılı demokratik sistemlerde değil… Biz demokrasinin İslam’la uyuşmadığını düşünüyoruz. Çünkü demokraside merci kaynağı insan, İslam’daki merci kaynağı ise insanı yaratan Allah’tır. İnsanlığa gerçek hak, hukuk ve özgürlüğü verecek olan da Allah’ın şeriatıdır. Allah Kuran’da hüküm verici olanın ancak kendisi olduğunu ve insanların kendisi dışında hiçbir şeye tapmamalarını söylüyor. Her Müslüman İslam hukukunu, nizamını istemeli; ülkesinin İslam şeriatı ile yönetilmesi için çalışmalıdır.
-Suriye’de Esed yönetimine karşı süren ayaklanmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suriye devleti mezhepçi, kavmiyetçi, laik ve Müslümanlara düşman bir devlettir. Beşar Esed de tıpkı babası gibi katil ve tağuttur. Baas yönetimi Müslümanlara zulümde ABD ve İsrail’i de geçti. Baas yönetiminin işlediği katliamlar bize tarihte Firavun’un, Nemrut’un, Hitlerin işlediği katliamları hatırlatıyor. Esed de zulümde bunların yolunu takip ediyor, Müslümanları çoluk çocuk demeden katlediyor. Allahu Teaala Kuran’da “mazlum erkekler, kadınlar ve çocuklar için niçin mücadele etmiyorsunuz?” diye soruyor. İşte o mazlum erkekler, kadın ve çocuklar bugün Suriye’deki kardeşlerimizdir. Suriye’deki mazlum insanların yardımına koşmak gücü yeten, elinde imkân olan her Müslüman’ın üzerine vaciptir. Suriye’deki Müslümanlar sadece bir tağuta başkaldırdıkları için katlediliyor, zulümden geçiriliyorlar. Bu savaş İslam’a, hepimize karşı açılmış bir savaştır. Biz Yemenli ulemalar olarak dünyadaki bütün Müslümanları Suriye halkına, özellikle de Suriye’deki mücahidlere yardım etmeye, onların yanında olmaya çağırıyoruz. Bu, Müslümanların üzerine şeri bir görevdir. Bugün Suriye’deki Baas yönetimini yıkmak, Suriyeli Müslümanları Esed’in zulmünden kurtarmak İslam dünyasının en önemli sorumluluklarından biridir. Suriye’de yaşananlar eğer bir Batı ülkesinde yaşansaydı bugün bütün dünya ayağa kalkmıştı. Fakat söz konusu olanlar Müslümanlar olunca kimsenin sesi çıkmıyor. Çünkü bizim çocuklarımızın, kadınlarımızın, yaşlılarımızın ölümlerinin Batı için hiçbir önemi, değeri yok…
-Bazı çevreler Suriye’de silahla mücadele etmenin yanlış olduğunu, halkın rejime olan muhalefetini gösteriler vasıtasıyla sürdürmesi gerektiğini savunuyorlar.
Bu son derece yanlış bir düşünce. Bu düşünceyi savunan büyük bir yanlışı savunuyor. Suriye halkı bugün Esed tağutuna karşı silah kullanma hakkına sahiptir. Çünkü insanın kendini, namusunu, evini, çoluk çocuğunu savunması üzerine vaciptir. Bir Müslüman böyle bir günde silah kullanmayacak da ne zaman kullanacak? Allah Müslümanlara bu tür durumlarda cihadı farz kılıyor. Kuran Müslümanları evlerini, camilerini yıkanlara, ırzlarına göz dikenlere karşı cihad etmeye teşvik ediyor. Suriye’deki cihad da işte böyle bir cihaddır. Biz Müslümanlar olarak, ümmet olarak bu mübarek cihadı desteklemek zorundayız. Allah Suriye’deki mücahid kardeşlerimizi korusun. Onlar hayırlı bir cihaddalar ve Allah’ın cihad edenlere vaad ettiği zafer mutlaka gelecektir.
-Son olarak, İran’ın Suriye’de yaşananlar karşısındaki tutumu hakkında neler söyleyeceksiniz?
İran İslami duygularla değil; mezhebi duygularla hareket ediyor ve Müslümanları katleden Esed’e destek veriyor. İran çok büyük bir imtihanın içine girdi ve bu imtihanı kaybetti. Baas yönetimi bugün Siyonistlerden çok daha fazla Müslümanlara zulmediyor. Allah için size soruyorum, Baascı askerlerin Müslümanlara yaptıkları zulümlerle Yahudi askerlerin yaptıkları arasında herhangi bir fark var mı? Hatta Baas’ın yaptıkları Yahudi askerlerin Müslümanlara yaptıkları zulmü bile geçti. Biz aptal mıyız, İran’ın Müslümanlara nasıl ihanet ettiğini, zalimleri nasıl desteklediğini görmüyor muyuz? Allah İran’ın yöneticilerine hikmet versin, onları ıslah etsin..
-Sancaktar-
HABERE YORUM KAT