ABD’nin Türkiye’yi Batı’ya Kazanma Stratejisi
Obama’nın Türkiye’ye gelmesi ile ABD-Türkiye ilişkileri daha çok tartışılır oldu. Bu bağlamda daha bir önem kazanan Philip H. Gordon ve Ömer Taşpınar’ın kaleme aldığı “Türkiye’yi Kazanmak” adlı kitabı Haksöz-Haber için Ahmet Murat Kaya değerlendirdi.
ABD'nin Türkiye'yi Batı'ya Kazanma Stratejisi
Ahmet Murat Kaya
ABD Başkanı Obama'nın Türkiye'ye gelmesi ile ABD/Türkiye ilişkileri daha çok tartışılır oldu. Bu bağlamda, siyasi atmosferi daha net ve doğru okuyabilmenin bir aracı olarak Philip H. Gordon ve Ömer Taşpınar'ın kaleme aldığı "Türkiye'yi Kazanmak / Türkiye Batı için Neden Vazgeçilmez?" adlı kitap önem kazanmakta.
Timaş Yayınları arasından çıkan kitapta yazılanları okuyunca, Obama'nın Ankara ve İstanbul'da Türkiye'nin stratejik konumu üzerine söyleyegeldikleriyle kitapta yazılanlar arasında büyük bir örtüşmenin var olduğu görülüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'nda Avrupa ve Avrasya İşleri'nden Sorumlu Bakan Yardımcılığı'na atanan Philip Gordon, aynı zamanda seçim sürecinde de Barack Obama'nın danışmanıydı. Gordon'un görevi de göz önüne alındığında, görüşlerini ABD dış politikasını belirlemede etkili kılmayı başarıyor diyebiliriz.
Kitap daha çok Gordon'un Beyaz Saray'a sunduğu bir rapor mahiyetinde. Kısa, öz, açık ve anlaşılır bir dille kaleme alınmış. Ömer Taşpınar bir giriş yazısıyla ve Soli Özel de bir sonsöz ile kitabın başını ve sonunu doldurmuşlar.
Önümüzdeki yirmi yıl içinde ABD'nin müttefiki Türkiye'yi kaybetme riski göz önüne alınarak kaleme alınan eser, Türkiye'nin ABD için neden önemli olduğu konusunda bir çalışma. Bu anlamı ile ABD'ye bir takım stratejik önerilerde bulunurken, Türkiye'de izlenmesi gereken iç ve dış siyasetleri de tanımlamaya çalışıyor.
Ana hatlar
Kitap, Ömer Taşpınar'ın Türkçe tercümeye bir giriş yapmasıyla başlamış. Konuya temel bir giriş yapan Taşpınar, soğuk savaş sırasında çok güzel ilişkilere sahip olan ABD ve Türkiye'nin soğuk savaş sonrasının yeni şartlarıyla beraber ilişkilerinde gerilimler doğduğunu belirtiyor. İki ülkenin daha önceleri ortak düşman belledikleri "komünizm tehlikesi" ne karşı beraber hareket ettikleri ve fakat son dönemde ortak düşman üretmek konusunda sıkıntı yaşandığının altı çiziliyor. Taşpınar makalesinde, her ne kadar iki ülke de terörizme karşı net, açık tutumlarda bulunmuşlarsa da "terörizm" tanımlarındaki farklılıklar ortak strateji üretmeyi engeller görünmekte olduğunu da vurguluyor.
Philip Gordon, konuya Türkiye halkının ABD'ye olan antipatisi üzerinden başlıyor. Bu soğuk tutumun kaynağına da artan milliyetçilik ve ABD ve AB'ye karşı duyulan hayal kırıklığının da altını çiziyor. Kemalistler ve İslamcılar arasında süregelen çekişmenin AB yolunda aldığı şekilleri değerlendiren yazar, bugün Türkiye'de oluşan batı karşıtlığının temel kaynağının İslamcılardan değil Kemalistlerden geldiğini söylüyor. Hemen belirtmekte fayda var ki, Gordon'un İslamcılık tanımı AKP çizgisi ile sınırlıdır. Bu anlamıyla kitap okunurken İslamcılık kelimesinin yerini "liberal muhafazakâr" tanımı almalıdır diye düşünülebilir. Zira en başta Erdoğan bu sıfatı sahiplenmek istememektedir.
Kitapta hedef tahtasına konulmuş olan Kemalizm, radikal laiklik, asimilasyoncu milliyetçilik ve batıcı kimlikleriyle mercek altına alınmış. Bu alt başlıklarda konuyu tartışan yazar, soğuk savaş sonrası Türkiye'nin İslamcı bir muhalefetle tanıştığını da ekliyor.
1 Mart tezkeresinde iki ülke arasındaki gerilimin zirveyi gördüğünü belirten Gordon, 4 Temmuz'da da Türk askerlerinin kafasına çuval geçirilerek gözaltına alınmasını, 1 Mart'ın bir rövanşı olarak niteliyor. Tarihinde ilk defa Türkiye Cumhuriyeti'nin AB ve Birleşik Devletler ile eş zamanlı bir sorun yaşadığı, Rus, İran, Çin çekim sahasının da ilk defa bu kadar yakın olduğu tespitlerinde bulunuyor. Türk bürokrasisinde bulunan radikal Kemalistlerin gerek e-muhtıra ve gerekse AKP'ye kapatma davasında arzuladıkları hedefin Avrasya paktı olduğunun da altı çizilmiş. Zaten yazar olası bir darbede ABD açısından Türkiye'nin kaybedileceği tezini işlemektedir.
Sırasıyla Türkiye'nin olası müttefikleri ele alınmış. Ülkeler ve bunların Türkiye ile siyasi ve ekonomik ilişkileri de değerlendirilmiş çalışmada. Rusya, İran ve Suriye ile ilişkilerdeki gelişmeler rapor formunda kaleme alınmış.
Kitabının sonlarına doğru Philip Gordon, "Türkiye'yi kazanmak" başlıklı bölümde beş öneri de bulunuyor ABD yönetimine. Önerilenler ile yapılanlar göz önüne alındığında ABD yönetimi ve dolayısıyla Türkiye yöneticililerinin ilişkiler konusunda uzlaştığı söylenebilir. Öneriler şöyle:
Türkiye ile Kürtler Arasında Büyük bir Pazarlığın Teşvik Edilmesi: Kürt halkının kültürel haklarında iyileştirmeler yapıldığı ve Kürdistan Özerk Yönetimi ile ekonomik ve siyasal ilişkiler geliştikçe, PKK'nın bitirilebileceği mesajı veriliyor.
Türkiye'de Liberalizm ve Demokrasinin Desteklenmesi: Bu konudaki öğütlerde hedefte radikal İslamcılık var. Yazara göre radikal İslam'ın önünü almanın yegâne yolu, fikir özgürlükleri ve zenginleşmenin önünü açmak. Türkiye'de liberalizmin İslamcı bir devlet yapısının yolunu açacağı şeklinde korkular olduğunu da vurgulayan Gordon, esasen İslami bir devlet talebinin Türkiye'de tehlike olmadığı kanaatinde. Buna delil olarak da Osmanlı'dan bugünlere uzanan laik gelenek ve İslamcıların AB ve ABD'nin refahına olan özlemlerinin bir şeriat devletine olanınkinden fazla olduğunu söylüyor. Açıkçası üzülerek ve biraz da kızarak da olsa Philip Gordon'un bu tespitlerinin doğru olduğu söylemekte fayda var.
Türkiye'nin AB üyeliği Taahhüdünün Yenilenmesi: AB de bulunan göç fobisinin yersiz olduğu ve AB'nin Türkiye'yi içine aldığında daha kazançlı çıkacağı vurguları var. Bunun için özel vize şartlarından, hukuki düzenlemelere kadar önerilerde bulunmuş.
Ermenistan ile Tarihi Uzlaşmanın Desteklenmesi: 1915 tehciri ve onun halen süren siyasi sonuçları ile alakalı olarak bir çözümsüzlük içinde bulunan Ermenistan ve Türkiye ilişkileri normalleşmeli diyen yazar, Hrant Dink adına açılacak kürsüler gibi birtakım önerilerde bulunuyor.
Kıbrıs'ta Siyasi bir Çözümün Teşvik Edilmesi: İki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon planının uygulanabilir olduğunu belirten yazar, Ada'daki Türklerin AB vatandaşı olmakla, Rumlarında eski topraklarına dönmekle mutlu olacakları tezini işliyor.
Soli Özel, bir sonsöz ile katılmış çalışmaya. Kısaca bir yakın tarih profili çizerek Gordon'un ne kadar haklı olduğu dışında bir şey eklememiş. Makalesi kitabın geniş bir özeti formunda ve aslında gereksiz bir tekrar gibi de anlaşılabilir.
Değerlendirme
Kitap oldukça akıcı ve yalın bir anlatıma sahip. Son dönemdeki gelişmeleri ve önümüzdeki yakın gelecekle alakalı öngörüleri yakalama açısından önemli denebilir. Dikkat çeken esas hususlardan biri, Türkiye'de liberal söyleme verilen destek ve özgürleşmenin sancaktarlığını da bu kesime verme çabası. İslamcı siyasi seçenekleri bastırmak için bir araç olarak kullanılacağı anlaşılan liberalizmin, Müslümanların hakları söz konusu olduğunda peydahlanan felç durumunu da anlamamıza yardımcı olacaktır. Konu, Ermeni meselesi veya Kıbrıs meselesi olduğunda, kitlesel bir destek görmemelerine karşın olabildiğince cesur olan liberal kanatların, konu başörtüsü veya İHL'ler veya İsrail ile ilişkiler olduğunda, onca toplumsal desteğe rağmen anlaşılması zor bir ketumluk içinde görmek birçok okurun dikkatini çekmiş olsa gerekir. Şu an ABD Dış İşleri Bakan Yardımcılığı görevinde bulunan Philip Gordon'un kaleminden çıkanlar göz önüne alındığında, bunun tesadüfü bir durum olmadığı da düşünülecektir.
Öte yandan yazarların İslamcı muhalefeti tehdit olmaktan çıkartan tezlerindeki en önemli argümanın İslamcıların zenginlik ve refah peşinde olmaları tespitleri, üzerinde düşünmeye değerdir.
HAKSÖZ-HABER
HABERE YORUM KAT