"ABD'de Sistematik Bir Irkçılık Var"
Freddy Gray'in Baltimore'da gözaltında ölümü ABD polis teşkilatındaki ırkçılık sorununu tekrar gündeme getirdi. Al Jazeera Türk'ün sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Christian Christensen'e göre, siyahlara yönelik şiddet sistematik bir ırkçılığın sonucu.
Michael Brown, Freddy Gray, Tamir Rice, Eric Garner, Akai Gurley... Liste uzun. Silah taşımıyorlardı. Polis tarafından öldürüldüler. Ferguson'da silahsız Michael Brown'ın öldürülmesinin ardından polisin siyahlara silah çekmekte bu kadar hızlı davranmasına öfke büyüdü. Brown'ı öldüren polis aklanırken ardından yeni ölümler geldi. Brown'ın ailesinin hukuki mücadelesi sürerken bu kez Baltimore'da çakı bulundurduğu için şiddet uygulanarak gözaltına alınan Freddy Gray'in ölümüne öfke vardı. Gray'in gözaltına alınışı basit bir cep telefonu kamerasıyla görüntülenmişti. Baltimore ayaklandı. Ayaklanmanın arka planında ne var? Her polis cinayetine karşı ayaklanmayla ABD'deki ırkçılık sorunu çözülebilir mi? Stockholm Üniversitesi'nde Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Christian Christensen'a bu soruların yanıtlarını sorduk. Artık İsveç'te akademisyenlik yapsa da Amerikalı Prof. Dr. Christensen, bu sorunu yakından takip eden uzmanlardan biri. 1991'de Rodney King'in dövülmesine karşı ayaklanmaya da Los Angeles'ta tanık olmuş Christensen, sokak gösterilerine rağmen sorunun çözülemediğini çünkü yaşananların daha yapısal bir ırkçılığa dayandığını belirtirken, medyaya da önemli bir görev düştüğünü söylüyor.
ABD’den binlerce kilometre uzaktayız ve Baltimore’da, Ferguson’da neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. ABD dışındakilerin bu yaşananları anlaması için neye ihtiyaç var?
ABD dışındakilerin anlaması gereken bir şey son birkaç aydır görüp duyduğumuz polis teşkilatındaki ırkçılık – bu on yıllardır süregelen bir şey. Baltimore’daki isyan tabir ettiğimiz durum ve Ferguson’daki vatandaşların reaksiyonları, bu tepki bir ya da iki ölüme karşı değil. Bu tepki on yıllarca süregelmiş polis zulmü ve şiddetine karşı. Yalnızca insanları vurmak ya da dayak atmak değil ama taciz etmek ve genel tutuklamalar dahil. Eğer ABD’deki tutuklama oranlarına bakarsanız... Mesela ölüm cezasını ele alalım. Bir beyazı öldüren siyahın idam edilme ihtimali, siyahı öldüren beyazdan iki kat daha fazla. Bu aşağı yukarı 15 yıl öncesinden bugüne kadar bakarsak böyle. Yani yasal sistem Afrikalı-Amerikalılara karşı önyargılı.
Anlamanız gereken şey, kurumsal ırkçılığın ABD’de ne kadar büyük bir problem olduğu.
Baltimore’da belediye başkanı siyah, polis şefi siyah, başsavcı siyah... Irksal ve sınıfsal açıdan ele aldığımızda durum nedir?
Tabii, elbette. ABD Başkanı da siyah. Obama seçildiğinde birçok kişi “Artık ırkçı bir ülke değiliz, siyah bir başkan seçtik” dedi. Ama yapısal ırkçılık böyle işlemiyor. Siyah belediye başkanı olabilir, siyah polis şefi, siyah savcı... Ama polisin kimi hedef alıp kime şiddet uygulayacağı her zaman kimin belediye başkanı olduğu ile alakalı değil. Bunu belirleyen, ülkede yıllardır nasıl polislik yapıldığı. O yüzden evet, siyah belediye başkanı, siyah polis şefi, bu 30-40 yıl önce mümkün bile olamazdı, orası doğru.
Ama örneğin Oklahoma’da bir polis ondan koşarak kaçan bir adamı sırtından vurdu. Ama ona yardıma gelen polis ise Afro-Amerikalıydı. Baltimore’daki polislerin bir kısmı da Afro-Amerikandı. İnsanların aklı Afro-Amerikanların da ayrımcı davranışlarda bulunabileceğini bir türlü almıyor. Afro-Amerikan oldukları için böyle bir şey olmayacağı anlamına gelmiyor. Obama’nın seçilmesi çok iyi bir örnek. Obama seçildi ancak bu tür olaylar hâlâ ABD’de yaşanıyor. Nasıl olur da siyah bir başkan varken Afro-Amerikan halka karşı bu seviyede şiddet uygulanabilir? Çünkü kimin başkan olduğu insanların polislik yapma tarzını etkilemiyor, bu on yıllardır devam eden bir düzen. Belediye başkanı ya da başkan Afrikalı-Amerikalı diye bir gecede değişecek diye birşey yok.
Baltimore'u çok iyi bilen David Simon ile bir röportaj okuyordum. Simon, uyuşturucuya karşı açılan savaşın polis ile siyahlar arasında güveni zayıflattığını söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Amerikan hükümeti ve savcılarının azınlıkları orantısız bir şekilde hedef alışına iyi bir örnek bu.
Baltimore hakkında uzman değilim. Ama uyuşturucu savaşlarından başka bir örnek ele alalım. Bu uyuşturucu sorunu, ırk meselesinin nasıl olayı değiştirdiğine dair iyi bir örnek.
1980'lerde ABD’deki büyük uyuşturucu sorunlarından biri kokaindi. İki tür kokain var: Biri ‘crack’ kokain, diğeri ise toz kokain. Crack kokain son derece ucuz, kristal formda satılan ve özellikle yoksullar, çoğunlukla Afro-Amerikalılar tarafından kullanılan bir uyuşturucuydu. Toz kokain ise çok daha pahalıydı ve özellikle zengin insanlar tarafından kullanılıyordu.
Kullanmaktan ya da bulundurmaktan dolayı yargılandığınızda, crack kokainin cezası toz kokainin cezasının 100 katıydı. Şimdi, ikisi de kokain, ikisi de yasadışı uyuşturucu, ama çok ucuz olan diğer toz kokainden çok daha ağır cezalandırılıyor. Şimdi mantık bunun neresinde diye sorabilirsiniz. Ama birçok insan için son derece açık bir mantığı vardı: Crack kullanan insanlar fakir, çoğunlukla azınlık mensubu kişilerdi; toz kullananlar ise beyaz, orta-üst sınıf gençler ya da Wall Street bankacılarıydı... İşte bu da uyuşturucuyla savaşıp da bu uyuşturucunun şu uyuşturucudan çok daha farklı muamele göreceğine, kimin kullandığına bakarak karar vermenin çok iyi bir örneği. Kokain kullanımı 1980'lerde zenginler arasında çok yaygındı ama uyuşturucu savaşı asıl olarak yoksullara karşı açılmıştı. Mesela marijuana kullanımı. Afro-Amerikanlar marijuana kullanımı yüzünden orantısız olarak tutuklanıyor, halbuki beyaz Amerikalılar siyahlardan çok daha fazla kullanıyor. Yani uyuşturucuya karşı değil, uyuşturucuyu kimin kullandığına karşı bir savaş durumu söz konusu. Uyuşturucuya karşı olduğu farzedilen bu savaş aslında daha çok toplumun belirli bir kesimine karşıydı.
Polise verilen ‘durdur ve ara’ emri uygulamalarında siyahlara ayrımcılık yapıldığı şikayet konularından biri. Yetkililer bunun suçu engellemek için işe yaradığını düşünüyor. Sizce de öyle mi?
Biliyorsunuz Amerika’da polisin kullandığı çok büyük bir güç var. Bu çok açık. İnsanları hemen vuruyorlar. Hatta bir polis memuruna dokunan bile vurulabiliyor. Durdurma, arama kurallarının suç oranını düşürmeyle ne ilgisi olduğunu bilmiyorum. Soru, kimin insanları durdurup aradığı. Eğer Baltimore ve New York gibi kentlerde Afro-Amerikan toplumla polislerin ilişkisine bakarsak ortada bir ırksal bir ayrımcılık olduğunu görüyoruz. Yani kimin potansiyel olarak su işleme eğilimi olabileceği ve bununla mücadele yöntemlerinde ırklara göre profiller oluşturmaktan söz ediyorum. Azınlıkları orantısız bir şekilde durdurup arıyorsanız, bu otomatik olarak azınlıklarla polis departmanı arasında bir gerilim doğuracaktır. Aynı şekilde birçok masum insan sırf siyah oldukları için polis tarafından durdurulup aranıyor. Evet, cinayet oranını düşürdüler, bu doğru. Ama bunun arayıp-durdurma sayesinde olup olmadığından emin değilim. İnsanların hangi kriterlere göre durdurulup arandığını çok net bir şekilde açıklamaları gerekiyor.
Amerika’da geçen yıl 458 kişi polis kurşunuyla ölmüş. Onu Almanya izliyor, orada bir yılda 8 kişi ölmüş.
Çok uzun zamandır ülkede şiddet kültürü var. Buna ek olarak hoşgörüyle bakılan bir silah kültüründen söz etmeliyiz. Polisin silahına davranma hızı ki yani şu an onu görüyoruz zaten, hatta son görüntüler uluslararası toplumun Amerikan polisinin birini vurmaya ne kadar hevesli olduğunu görmesini sağladı. Avrupa’da mesela İsveç’te polisin silaha başvurması için mutlak hayati bir tehlike söz konusu olması lazım. Eğer saldırgan silahını size doğrultmuş veya bıçağı boğazınıza dayamışsa belki o zaman polis silah kullanabilir. Amerika’da ise polis ise trafik sorununda bile silah kullanıyor. Yani bir sürücü kaçarken bile vurulabiliyor. Mesela Ferguson’da ne olduğunu bilmiyoruz ama Michael Brown’ın silahsız olduğunu biliyoruz. Ama ne zaman böyle bir şey olsa polis hemen ‘Silahına uzanıyordu, kendimi tehdit altında hissettim’ savunması yapıyor. Ve mahkemede bu gayet mantıklı bir savunma gibi görünüyor. Bunun tersini nasıl kanıtlayacaksınız? Neredeyse imkansız çünkü adam (Michael Brown) ölmüş. Sonuç olarak polis şiddeti silaha ulaşımın kolaylığıyla da ilgili. Irkçı bir sistemde Afro-Amerikanların vurulması da gayet kabul edilebilir oluyor. Bu çok açık.
CommonDreams’teki yazınızda yapısal bir ırkçılığın olduğunu, bunu da medyanın Baltimore ve Ferguson’u haberleştirme tarzından görebildiğinizi söylüyorsunuz. Bunu biraz açıklar mısınız?
Ferguson’da bir olay gerçekleştiğinde biz vurulan kişiye, polise ve ayaklanmaya odaklanıyoruz. Sonra haberler birden ortadan kayboluyor. Balitmore’u örnek alalım; biri gözaltına alınıyor, öldürülüyor.
Ardından gösteriler yapılıyor. Sonra da polisler yargılanıyor, tutuklanıyor. Hikaye bitiyor. Ancak Baltimore’daki sorun bir kişiyle sınırlı değil, sorun yıllardır var. Kentteki aktivistlerin medyayla kavgası da bu zaten, onlar medyaya ‘siz sadece camların kırılmasını, gösterileri haber yapıyorsunuz’ diye tepkili. Çünkü medya bütün bölgede ekonominin çöktüğünü, işsizliği ya da yapısal bir ırkçılığın varlığını haberleştirmiyor. Eğer medya neden insanların ayaklandığını anlamak istiyorsa, biraz daha fazla para harcayıp kentteki gayrimülk sorunlarını, okullardaki kötü eğitim koşullarını, silah sorununu, çocukların yeterince beslenememesini haberyapmalı. Bunlar tabii medya için çok çekici konular değil. Medya ayaklanma ve silah seviyor. Haberleştirmesi de kolay. Biri ötekini vurur. Olayda bir iyi bir kötü var. Ama hayat böyle değil, daha karmaşık. Eğer Baltimore ve Ferguson’da sadece ayaklanmaları haber yapıyorsanuz, olayı hiç ama hiç anlayamamışsınız demektir. Biz sorunları bir vakaya indirgiyoruz.
O.J Simpson’a hatta 1991’de (Los Angeles’ta polis tarafından dövülen) Rodney King’e dönelim. King’i döven polisler jüri tarafından aklanınca ayaklanmalar oldu. Sonra olaylar bitti. Gerisi kimsenin umurunda değildi. Düşünsenize, tüm şehir neden sadece bir kişi aklandı diye ayağa kalksın ki? Çünkü Rodney King bardağı taşıran küçük bir damlaydı. Ama medya yapısal ırkçılıkla uğraşmayı hayatın küçük bir ayrıntısı olarak görmeyi seçiyor. Irkçılık sadece polislerin insanları öldürmesiyle başlayıp bitmiyor. Siyahlar iş bulamıyor, kendilerine ev kiralanmıyor, hapse girme ihtimalleri daha yüksek, yoksul olmanız çok daha muhtemel, beyaz komşunuzun çocuğu daha iyi okula giderken sizinki daha kötüsüne gidebiliyor. İşte bunun adı sistematik ırkçılık.
Siyah olmak fakirliği de beraberinde getiriyor denebilir mi?
İstatistiksel olarak siyahlar orantısız bir şekilde daha fakir. Neden? İşte burada klasik argümana geliyoruz. Bireysel sorumluluğa karşı devletin sorumluluğu. İnsanlar diyor ki, işte çalışarak yolunuzu bulabilirsiniz. Hayır, yoksulluk kısır bir döngüdür. Yoksul mahallede yaşar, kötü okullara gider, kötü eğitim alır ve iş bulamazsınız. Bu döngüyü kırmak çok ama çok zordur. Elbette Amerika’daki yoksul halkın tamamı siyah değil. Birçok beyaz da var yoksul olan. Mesela Katrina felaketi New Orleans’ın ne kadar yoksul bir bölge olduğunu ortaya çıkardı. Sangi bir Afrika ülkesi gibiydi. Bunu görenler büyük şok yaşadılar. Sonuç olarak evet, ırkla yoksulluk arasında bir bağ var. Ama tüm siyahlar yoksul diyerek basmakalıp kategoriler yaratma tuzağına da düşmeyelim. Orta sınıf siyahlar da var. Beyazsanız daha az problem yaşıyorsunuz, bu muhakkak.
HABERE YORUM KAT