ABD'de Başkan Aday Adaylarının İsrail'e Yaklaşımı
ABD başkanlığı için yarışan aday adayları arasında Ortadoğu politikalarında ayrışmalar göze çarpıyor.
ABD'de 2016 yılında yapılacak başkanlık seçimleri için yarışan aday adaylarının dış politikadaki en önemli gündem maddelerinden birini Ortadoğu oluştururken, bu çerçevede adayların İsrail ile ABD arasındaki ilişkilere bakışı da önem taşıyor.
ABD'de 8 Kasım 2016'daki 58. başkanlık seçimlerinde aday adayların İsrail ile ilgili söylemleri ve Amerikan-İsrail ilişkilerine dair görüşleri çeşitli örnekleriyle medyanın gündeminde zaman zaman yer buluyor.
Konuyla ilgili analiz ve haberlerde, aday adaylığı sürecindeki söylemlerle adaylıkların kesinleşmesinden sonraki süreç arasında, hatta seçilecek başkanın Oval Ofis'te görevine başlamasından sonraki perspektifi arasında da kayda değer söylem ve yorum farklılıklarının olabileceği ifade ediliyor.
AA muhabirinin konuyla ilgili sorularını yanıtlayan Woodrow Wilson Center Ortadoğu Programı Başkan Yardımcısı ve Foreign Policy dergisi yazarlarından Aaron David Miller, aday adaylarının bugünkü söylemleri ile adaylıkların kesinleşmesinden sonraki söylemleri kıyaslamanın daha net analiz imkanı sunacağını belirtti.
Başkan aday adaylarının İsrail ile tavırlarının ABD'deki Yahudiler ve İsrail'deki Yahudiler için aynı anlama gelmeyebileceğini hatırlatan Haaretz'in eski editörlerinden Akiva Eldar ise Al-Monitor internet sitesi için kaleme aldığı makalesinde, her iki seçimde de ABD'deki Yahudi nüfusunun 3'te 2'sinin oyunu kazanan şimdiki Başkan Barack Obama'nın, "İsrail'de yaşayan Yahudiler için ancak Beyaz Saray'da tur rehberliği yapabileceği" ifadelerini kullandı.
Her iki görüşün de ortak noktası, Amerikan dış politikasında İsrail ile ilgili söylem ve yaklaşımların zaman ve muhataba göre farklı anlamlar kazanabileceği. Ancak Miller'ın da ifade ettiği gibi İsrail, "ABD dış politikasının vazgeçilmez unsurlarından biri" ve yeni başkan ister Demokrat isterse Cumhuriyetçi olsun ilişkilerde yapısal değişikliğin beklenmeyeceği "korunaklı" bir ülke konumunda bulunuyor.
Yine de başkanlık yarışının dış politika ayağında adayların İsrail'e yaklaşımlarında bazı ton farklılıklarının olduğu görünüyor. Ancak asıl yaklaşım farkının, ABD-İsrail ilişkilerinden ziyade Ortadoğu politikaları çerçevesinde IŞİD'le mücadele konusunda düğümlendiği gözleniyor.
Clinton'ın "diplomasi deneyimi" öne çıkıyor
Mevcut tabloya bakıldığında daha önce Obama yönetiminde Dışişleri Bakanlığı da yapmış Demokrat başkan aday adayı Hillary Clinton'ın "diplomasi tecrübesi" ön plana çıkarken, diğer Demokrat aday Bernie Sanders'ın "sol eğilimli" yaklaşımlarının İsrail yönetimiyle her zaman örtüşmeyebileceği ifade ediliyor.
ABD Dışişleri Bakanlığında 24 yıl üst düzey görevlerde bulunan ve Demokrat bakanlarla uzun dönem çalışan Aaron David Miller, Demokrat adaylar arasında önde giden Clinton'ın, "İsrail ile ilişkileri olması gerektiği gibi götüreceğini her fırsatta söylediğini" kaydetti. Miller, Clinton'ı "başkanlık seçimlerine giderken Amerikan Yahudilerinin oylarını tehlikeye atmayacak kadar diplomasi ve politika dilini iyi bilen bir siyasetçi" olarak değerlendirdi.
Clinton, 4 Kasım 2015'te Amerikan Yahudilerinin önemli dergilerinden Forward için kaleme aldığı "İsrail -ve Binyamin Netanyahu- ile Kopmaz Bağı Nasıl Yeniden Tesis Ederim" başlıklı makalede, Amerikan halkı ile İsrail halkı arasındaki ilişkinin "siyasetin ötesinde" olduğunu belirtti. Clinton, yazısında, "1981 yılındaki ilk İsrail ziyaretimde, bu ülkeye ve halkına karşı içimde duygusal bir bağ ve düşmanlıklarla dolu bir bölgede İsraillilerin inşa ettiği güçlü demokrasiye hayranlık ortaya çıktı" ifadesini kullandı.
Yazısında "iki devletli çözümü" savunmaya devam edeceğini tekrarlayan Clinton, Obama yönetimi ile Netanyahu yönetimi arasındaki tartışmalı alanlardan biri olan Yahudi yerleşimciler konusuna ise değinmedi. Clinton, daha önceki benzer bazı açıklamalarının yanı sıra 2014 yılının temmuz ayında CNN televizyonuna verdiği röportajda, "İsrail yönetimiyle ilgili en büyük şikayetim Yahudi yerleşimciler konusudur" demişti.
Makalenin kalanında İsrail devletinin güvenliğine birçok kez atıf yapan Clinton'ın başkanlık kampanyasının resmi internet sitesindeki "ulusal güvenlik" bölümünde de İsrail ile ilişkilere ve bu ülkenin güvenliğine üç yerde atıf yapılıyor.
Sanders Netanyahu'yu dinlememişti
Polonya'dan göçmen olarak ABD'de gelen Yahudi bir babanın çocuğu olarak New York'ta dünyaya gelen Bernie Sanders ise siyasi kariyeri boyunca "muhalif" ve "sosyalist" siyaset perspektifi ile tanınıyor. Sanders'ın siyasi çizgisinde Yahudi kökene sahip olmasından ziyade gençlik yıllarından itibaren fikri anlamda beslendiği sol akımların daha fazla etkisinin olduğu yorumu yapılıyor. Bu çizginin yansıması olarak da Sanders'ın bazı çıkışları kamuoyunun hafızasında yerini koruyor.
İsrailli gazeteci Akiva Eldar'a göre, Sanders'ın 2014'te İsrail'in "Koruyucu Hat Operasyonu" dediği Gazze saldırılarında aşırı güç kullandığını söylemesi "Yahudiler açısından kabul edilebilir değil."
Sanders'a siyasi destek sağlamak için açılan "feelthebern" adlı internet sitesinde, Yahudi kökenli olmasına karşın "iki devletli çözümü" savunduğu ve "Netanyahu'nun diplomasiyi öncelemeyen görüş ve eylemlerinden çok hoşlanmadığı" ifadeleri yer aldı.
Ayrıca Sanders, 3 Mart'ta ABD Kongresi'nde konuşma yapan İsrail Başbakanı Netanyahu'yu dinlemeye gitmeyeceğini açıklayan ilk senatör olarak kayıtlara geçmiş, hemen ardından bazı medya organlarında Sanders'ın Netanyahu'ya karşı pozisyon aldığı haberleri çıkmıştı.
Eldar, bu nedenle, Sanders'ın İsrailli Yahudiler için "çok da tercih edilecek bir başkan adayı olmayabileceği"ni dile getirdi.
Cumhuriyetçilerde çekişme
Cumhuriyetçi aday adayları, siyasetin doğası gereği Demokrat bir yönetimi dış politikada da eleştiriyor. Nitekim Foreign Policy dergisi yazarı Miller, bu eleştirilerin "normal" bularak, Ortadoğu bağlamında Cumhuriyetçi aday adaylarının tek farkının, mevcut yönetimi hangi "sertlikte" eleştirdikleri olduğunu kaydetti.
Cumhuriyetçi aday adayları arasında şu anda önde gözüken Trump, ağustos ayında "Filistin'e Trump Çözümü" adlı bir bildiri açıklayarak, "Filistin devleti Porto Riko'ya taşınsın" fikrini ortaya koymuş ve bu sözleri sadece Filistin değil, İsrail tarafında da "alay konusu" olmuştu.
Yine ağustos ayında Alabama'daki bir mitingde yaptığı konuşmada Trump, "İsrail'i çok seviyorum" demiş, İsrail için "savaşabileceğini" söylemişti.
Trump, aralık başında bir medya organına verdiği mülakatta, "Bir barış olacaksa İsrail'in biraz daha fedakarlık yapması gerekebilir" ifadelerini kullanırken, Trump'ın sözlerine en sert tepki Cumhuriyetçi rakibi Marco Rubio'dan geldi. Rubio, Trump'ın sözlerini "ölümcül bir hata ve ABD-İsrail bağını anlamamak" şeklinde nitelendirdi.
Trump, Amerikalı Yahudilerin oyunu almak için birçok şeyi yapabilir gibi gözükse de bunu nasıl yapacağı noktasında Amerikalı Yahudi seçmene ve Tel Aviv yönetimine henüz yeterince "güven" vermiş görünmüyor.
Son anketlerde Trump'ın arkasından gelen Cumhuriyetçi aday adayı olan Ted Cruz ise sıkı bir İsrail dostu, "muhafazakar" siyasetçi olarak tanınıyor. İsrail'de yayımlanan ve sağcı olarak bilinen günlük gazete Jerusalem Post, ekim ayındaki mülakatında Cruz için "Senato'daki en hırslı İsrail savunucusu" tanımlamasını yaptı. Cruz, mülakatta, "Barışın önündeki gerçek engel İsrail'in bir Yahudi devleti olarak varlığını kabul etmeyen Filistinlilerdir" demişti.
Cruz ve bazı senatörlerin, geçen hafta Washington'da bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) ofisinin kapatılması için Kongre'ye mektup gönderdiği ortaya çıktı. Daha önce de FKÖ'nün "terörist bir örgüt" olduğunu savunan Cruz, Jerusalem Post'taki mülakatında "İsrail için yapmayacağı hiçbir şeyin olmadığını" belirtti.
Cruz'un kampanyasının resmi internet sitesindeki "Daha Güçlü ve Güvenli Amerika" başlıklı bölümde, iki kez İsrail'e atıf yapıldığı ve bu ülkeyle ilişkilere özel önem verildiği görülüyor.
Son anketlerde üçüncü sırada gözüken Marco Rubio da "sağ" görüşleriyle tanınıyor. İnternet sitesindeki "Dış Politika" bölümünde Ortadoğu'daki sorunun kaynağı olarak "radikal İslam'ı" gördüğünü ifade eden Rubio, aralık ayı başında Cumhuriyetçi Yahudi Koalisyonu Forumu'ndaki konuşmasında, başkan seçilmesi halinde "Kudüs'ün, İsrail'in kadim başkenti olarak kalması için elinden geleni yapacağına" söz verdi.
İsrailli gazeteci Eldar'a göre, Rubio "ne yapacağı belli olmayan", Trump'a kıyasla Tel Aviv yönetimi için "daha tercih edilebilir" bir seçenek.
"İsrail ABD'li siyasetçilerin yaptıklarına bakar"
İsrail, İran üzerindeki ekonomik yaptırımların hafifletilmeye başladığı bir süreçte, 2017 yılından başlayarak ABD'den aldığı askeri yardımın yıllık 3 milyar dolardan 5 milyar dolara çıkarılmasını talep etti. Başkan aday adaylarının bu konuda yapacakları açıklamalar da hem Amerikan Yahudileri hem de İsrailli Yahudiler için takip edilecek konular arasında yer alacak gibi görünüyor.
İsrail'deki tecrübeli gazetecilerden biri olan Eldar'ın "İsrailli siyasetçiler Amerikalı yöneticilerin ne söylediğine değil, ne yaptıklarına bakarlar" tespiti dikkat çekiyor. Eldar, bugüne kadar birçok ABD başkanının Yahudi yerleşimciler konusunda zaman zaman "sert çıkışlar" yaptığını ancak sadece eski başkanlardan "Baba" George H. Bush'un 1991 yılında İsrail'e borç garantisiyle ilgili ekonomik bir "sınırlama" uyguladığını ve Likud Partisi'nin bir yıl sonraki seçimleri bu sebeple kaybettiğini hatırlattı.
Eldar'ın dikkat çektiği bir diğer konu ise 28 milyar dolarlık servetiyle 2015 yılında dünyanın en zenginleri listesinde 18. sırada bulunan Yahudi iş adamı Sheldon Adelson'ın Trump dışındaki diğer tüm Cumhuriyetçi adaylar için başkanlığa giden yolda çok önemli olması. Bu da zaten yeterince zengin olan Trump dışındaki adayların, başkanlık yarışında Adelson gibi bir "finansman gücüne" ihtiyaç duyacakları anlamına geliyor. Ancak son iki seçimde Demokrat adayların başkanlığı kazandığı düşünüldüğünde Adelson'ın "siyasi yatırımının" her zaman sonuç vermediği çıkarımı ortaya atılıyor.
(AA)
HABERE YORUM KAT