1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. ABD ve Fransa'da Din Özgürlüğü ve Laiklik
ABD ve Fransa'da Din Özgürlüğü ve Laiklik

ABD ve Fransa'da Din Özgürlüğü ve Laiklik

Editörlüğünü Atilla Yayla'nın yaptığı "Din Özgürlüğü ve Laisite" kitabı, ABD'de din özgürlüğünün, Fransa'da laisitenin tarihsel gelişimini ve geldikleri noktayı karşılaştırarak ele alıyor.

31 Mayıs 2008 Cumartesi 20:03A+A-

Arif Şerbetçi, T. Jeremy Gunn tarafından yazılmış olan Din Özgürlüğü ve Laisite isimli kitabını Haksöz-Haber için değerlendirdi.

Din Özgürlüğü ve Laisite / Arif Şerbetçi

Kitap, Dr.Jeremy Gunn'ın "Din Özgürlüğü ve Laisite" adlı uzunca makalesinin ufak tefek değişikliklerle Türkçeleştirilmiş halidir. Editörlüğünü Atilla Yayla'nın yaptığı kitap, Hüseyin Bal ve Ömer Faruk Altıntaş tarafından çevrilmiştir. Kitapta ana metin kadar dipnotlarda bilgilendirici ve aydınlatıcıdır. Devlet ve din ilişkisi, Fransa da laisite Amerika da ise din özgürlüğü olarak ifadelendirilmektedir. Yazar ABD de din özgürlüğünün, Fransa da laisitenin tarihsel gelişimini ve geldikleri noktayı karşılaştırarak ele almaktadır. Editör Atilla Yayla, kitabın ' Türkiye de din özgürlüğü ve laiklikle ilgili konuların ve sorunların ilkeli, adil bir şekilde çözülmesine katkıda bulunmak amacıyla yayınlandığını' ifade etmektedir. Yazar, ABD ve Fransa da ki uygulama ve tartışmalar çerçevesinde konuyu ele almışsa da din özgürlüğü ve laiklik ile ilgili sorunların dünyanın birçok yerinde yaşanıyor olmasından dolayı konuyu eşitlik, hoşgörü, vicdan hürriyeti bağlamında ve daha evrensel bir zemine taşıyarak değerlendirmiştir.

Kitapda ABD'nin din özgürlüğü doktrini ile Fransa da ki laisite üç farklı başlıkta ele alınarak karşılaştırılmıştır.

*Her iki doktrinin içinde bulunduğu retorik

*Laisite ve din özgürlüğünün tarihi kökleri

*Laisite, başörtüsü ve Stasi Komisyonunun raporu ile ABD de Newtow Davası Laisite (laicite) Fransızca bir kavram olup, genel olarak kabul görmüş kesin bir tanımının olmadığı ifade edilmektedir. Fransa da laisite ABD de din özgürlüğü, devlet ile kilise (din) arasındaki ilişkiye yönelik mevcut kabulleri ifade etmek için kullanılan kavramlar olduğu belirtiliyor.

Yazar her iki ülkede de bu iki temel kavramın eşitlik, hoşgörü, tarafsızlık gibi anayasal normlarla tanımlandığını, vatandaşları bir araya getiren ana prensip olarak sunulduğunu, devlet başkanlarının, siyasetçilerin ve akademisyenlerin bu iki kavram üzerinde konuşurken heyecanlandıklarını, gerçekle ilgisi olmayan abartılı ifadeler kullandıklarını, Fransa ve Amerika tarihindeki ve günümüzdeki uygulamalara bakıldığında bu kavramların efsaneleştirildiğini söylemektedir. Fakat bu kanaatlerin aksine, yazar iki kavramın da aykırı görüş sahiplerine şiddetin uygulandığı dönemlerde ortaya çıktıklarını ve kendi içerisinde eşitsizliği, hoşgörüsüzlüğü ve çatışmayı barındırdığını önemle vurgulamaktadır.

Fransız ihtilali sonrası yaşanan tarihsel gerilimleri birçok örnekle anlatan yazar, laisitenin hoşgörü, tarafsızlık ve eşitlik ilkelerini gerçek anlamda asla ifade etmediğini, tam tersine Roma Kilisesini hedef alan çatışma ve düşmanlık dönemlerinin ürünü olduğunu, bu sebeple de iddia edildiği gibi bütünleştirici bir özellik taşımadığını belirtmiş. Fransa da 2004 yılında uygulanmaya başlanan başörtüsü yasağını da değerlendiren yazar bu uygulamanın yanlışlığını ortaya koyan çarpıcı sorular sorarak konuyu açıklamaya çalışmış.

Yazar, Fransa devletinin laiklik, cumhuriyet ve eğitimden oluşan sacayağı üzerine oturduğunu; başörtüsü ve diğer inanç özgürlükleri ile ilgili konulara bu bakış açısı ile yaklaşıldığını ifade etmiş. Devlet erkânı ve akademisyenlerin sözlerine yer vererek okulların ve eğitimin Fransa'da ki amacının diğer ulus devletlerde olduğu gibi iyi bir vatansever yetiştirmek olduğunu söylemiş. Başörtüsü yasağının arka planını ise Fransa da Müslümanların sayısının hızla artması ve İslam'ın Katolik Hıristiyanlıktan sonra ikinci en büyük din şeklinde tanımlanmış olmasının verdiği rahatsızlık, başörtüsü takanların İslami kimliklerini Fransız kimliğinin üstünde tuttukları şüphesi, başörtüsü ile sembolleşen İslami yaşam biçiminin Fransız hayat tarzına uymaması ve İslam'dan duyulan rahatsızlık gibi düşüncelerin oluşturduğunu iddia ediyor.

Başkan Chirec'ın emri ile oluşturulan Stasi komisyonunun, okullardaki başörtüsü ve dini kıyafetler konusunu incelerken hassas davranmadığı sonucuna varan yazar, oluşturulan raporu birçok yönden eleştiriyor. Komisyon raporunda inanç özgürlüğüne değinildiği halde başörtüsü ve dini kıyafetlerin bu anlamda nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda kafa yormadıklarını ve hassas davranmadıklarını söyleyerek yasağın inanç özgürlüğünün ihlali olduğunu söylüyor. Raporun başörtüsü yasağını meşrulaştırma gerekçesi olarak, aileleri tarafından zorla örttürülen kızların özgürlüğüne kavuşturulması amaçlandığı ve bunun da laik devletin görevi kapsamında olduğu söyleniyor. Yazar raporun bu gerekçesinin tüm başörtülü kızları kapsamadığını, bu tespit bazıları için doğru olsa da kendi tercihiyle başörtüsü takanların inanç özgürlüğünü ihlal ettiğini ve bu sebeple de gerekçenin dayandırıldığı araştırmanın da objektif olmadığını, genellemeci bir yaklaşımda bulunduklarını, isteyerek başörtüsü takanları görmezden geldiklerini belirtiyor.

Fransa'da devlet tüm halkı için eşitliği tesis noktasında tüm dinlere karşı nötr bir tavırla laiklik ilkesini tanımlarken, ABD'de ise devlet din özgürlüğünü milli/ulusal unsurlar dahilinde, daha pragmatist bir amaçla, birleştirici, barışçıl bir unsur olarak tanır ve tanımlar.

Avrupa'daki baskılardan ABD'ye kaçanların inanç ve ibadet özgürlüğü talebini karşılamak amacıyla din özgürlüğü kavramı, ABD anayasanın birinci sırasında yer alıyor. Başlangıçta din özgürlüğü kavramı, beraber ve birlikte yaşamanın bütünleştirici bir öğesi olarak hedeflenmişse de milli yapının bir alt unsuru olarak, ulus devlet çatısını oluşturan temel ilkelerle çatışmayan, tam aksine destekleyen, hizmet eden, bir alt moral ve ahlaki değer olarak boşluk doldurmuştur. Bunun dışına çıkan girişimler ise din özgürlüğü kapsamı dışında bırakılarak (Fransa da olduğu gibi ) engellenmiş ve müeyyide uygulanmıştır. Yazar, Amerika'daki din özgürlüğü kavramının, uygulamada aynen laisite gibi masum olmadığını bir çok örnekle açıklamış. Örneğin 1880'lere kadar bayrak törenlerinin önemli bir anlamı olmadığını, fakat 1898 ABD'nin emperyalist akınlar yürüttüğü (Küba, Hawai, Wake İsland, Guam ve Filipinlerde Amerikan bayrağı göndere çekilmişti) tarihten itibaren bayrağa verilen önemin arttığını, bayrak selamını şirk (put) olarak algılayan Yahova Şahitlerinin vatan hainliği suçlamalarıyla karşı karşıya kaldıklarını ve yasalar önünde de suçlu kabul edildiklerini ve bu küçük muhalif dini gurupların legal ve extra-legal saldırılara maruz kaldıklarını söylüyor.

Amerika'da (ulusal fetişizmim sembollerinden biri olan) bayrağın yaygınlaşma sürecine değinen yazar, mitlerin etkinleştirilmesi amacıyla bu süreçte derneklerin bayrak dağıttığını, bayrakların okul semalarında dalgalanmasını sağlayacak kanunlar önerdiğini ve kiliseleri bayrak asmaya yönelttiğini söylemektedir.

Amerikan sadakat yeminindeki 'tanrının huzurunda' ifadesinin tartışıldığı Newtow davası yargıçları ile Fransa'daki Stasi komisyonu arasındaki benzerliklere dikkat çeken yazar kararlar verilirken devlet geleneğinin belirleyiciliği olduğunu vurgulayarak, her iki ülkede de üzerinde milli mutabakat olan fikirlerden ayrı düşünenler görmezden gelinildiği söylüyor.

Amerika'da Fransa'dan farklı olarak, milli unsurlar yüceltilirken dini unsurların pekiştirici olarak kullanıldığını görmekteyiz. Paranın üzerindeki 'tanrıya güveniyoruz' yazısını, sadakat yeminindeki 'tanrının huzurunda' ifadesini, bayrak selamında 'tanrıya ve ülkemize başımızı ve kalbimizi veririz' sözlerini örnek verebiliriz. Yine ülke menfaatleri çerçevesinde de, örneğin ateist komünizmin yayılmasına karşı bir devlet politikası olarak dini unsurların öne çıkartıldığını görüyoruz. Amerikalılar tanrı inancının komünistlerle (soğuk savaş dönemi sırasında) aralarındaki en büyük farklılıklardan biri olduğuna ve bu inancın onları hürleştirdiğine, Sadakat yemininde yer alan 'tanrının huzurunda' ifadesinin ise Amerika'yı düşmanlarından koruyacağına inanmaktaydılar.

Kitapta ulus devletlerin kendi kutsallarına (laiklik, din özgürlüğü, bayrak vs…) aykırı düşünen insanları nasıl vatan hainliği ile suçladıklarına yönelik önemli ipuçları buluyoruz.

Bütün milli devletler, kavramlardan mitler yaratarak şanlı tarihler yazmaya meraklıdır. Tabu haline gelmiş bu mitleri sorgulamak çoğu zaman cesaret ve bilgelik isteyen zor bir iştir. T. Jeremy Gunn, Amerika Birleşik devletlerindeki din özgürlüğü uygulaması ile Fransa da ki laiklik anlayışı üzerine yaptığı çarpıcı çalışmasıyla, bizi sadece bu ülkelerdeki mitleri sorgulamaya değil aynı zamanda yaşadığımız ülkedeki tabularla da yüzleşmeye zorluyor. Kuruluş efsanelerinde birleştirici, barışçı yönlerine atıf yapılan bu kavramların aslında nasıl doğdukları ve bu gün toplumsal yaşantıda nasıl bir çatışma unsuruna dönüştürüldüklerini ele alıyor.

Yazarın kitapta aktardıkları üzerinden Türkiye ile ilgili bir kıyaslama yapmamız gerekirse şunları söyleye biliriz. Türkiye de laiklik ilkesinin, sistemin asıl belirleyici öğesi olması hasebiyle diğer ülkelerden farklı olarak daha radikal bir fonksiyonunun olduğunu görmekteyiz. Cumhuriyetin temel ilkeleri belirlenirken laiklikle ilgili farklı görüşler ortaya konulmuş ve dine karşı alınacak konum tartışılmıştır. Anayasal düzlemde Türkiye de laiklik Fransa da ki laisite kavramıyla örtüşürken uygulamalarda ise dinin milli unsurlar kapsamında yer alması noktasında ABD ile benzerlikler göstermektedir. Fakat İslam'ın Hıristiyanlıktan farklı olarak toplumsal, siyasal, iktisadi bir yönünün de bulunması ayrıca halkın büyük bir kesiminin belirleyici kimliğinin İslam olması ve İslam'ın bu coğrafyada siyasal bir gelenek ve geçmişe sahip olması gibi faktörler Türkiye de farklı bir laiklik uygulamasına neden olmuştur.

ABD ile Fransa Arasında Bir Karışlaştırma

T.Jeremy Gunn

LİBERTE Yayınevi 138 sf.

HABERE YORUM KAT