AB ve NATO’nun Kalbi Neden Sıkışıyor?
Brüksel malum olduğu üzere sadece Belçika’nın değil aynı zamanda AB ve NATO’nun da başkenti vazifesini ifa ediyor. IŞİD’in Paris’teki eş zamanlı saldırıları sonrasında Belçika hükümeti de benzer saldırılardan korunmak maksadıyla olağanüstü tedbirleri yürürlüğe koymuştu. Ancak klişe tabirle ‘istihbarat zaafı’ndan faydalanan IŞİD militanları havaalanı ve metro istasyonlarına bombalı saldırılar düzenlemekten çok daha fazlasını ‘başardılar’.
Kamuoyuna yansıyan parçalanmış cesetler, kan gölüne dönmüş mekanlar, korkuyla kaçışan insanların görüntüsü Belçika’yı çok çok aşan bir şok, korku ve nefret dalgasına dönüştü. Bu dalganın AB ve ABD’yi olduğu kadar Rusya’yı da etkilediği ortadadır. Ortada olan bir şey daha var: Avrupa ülkelerinde giderek artan silahlı-bombalı saldırıların Suriye’deki katliamlarla, Irak, Mısır, Libya, Filistin gibi ülkelerde yaşanan acılarla bağlantısı. AB ve NATO’nun kalbini sıkıştıran mesele çok büyük bir oranda İslam coğrafyasının kalbine dönük saldırı, işgal, katliam, despotik iktidarlar, sömürü gibi kronik şikâyetlerden kaynaklanıyor.
Kınamalı Güvenlik Stratejisi
Henüz havadaki barut kokusu dağılmamış, kanlar kurumamışken Belçika hükümetine yönelik ‘alınması gereken tedbirler ve izlenmesi gereken yol haritası’ tavsiyeler sökün etmeye başlamıştı bile. Belçika Başbakanı Charles Michel’in ilk beyanı “Korktuğumuz oldu, kör saldırıların hedefi olduk. Bugün Belçika için karanlık bir gün” şeklindeydi. Zaten ilk andan itibaren Paris-Brüksel saldırıları arasındaki benzerlik ve bağlantılar vurgulanıyordu. Öyle ki “terör hücrelerinin Avrupa şehirlerinde kolaylıkla yıkıcı eylemler tertipleyebildiği ve AB coğrafyasını felç edebildiği” ifade ediliyordu. Vurgulanan en önemli noktalardan biriyse “Avrupa değerleri saldırı altında olduğu” hususuydu.
Avrupa’nın hangi değerlerinin ve neden saldırı altında olduğu sorusu ciddi ve tatminkâr bir cevap bekliyor elbette. Avrupa ülkeleri, uzun yıllar boyunca mülteci sorunu ve özellikle Müslüman yabancılar konusunda sergilediği ırkçılık ve düşmanlıkla teçhiz edilmiş ayrımcı politikalarının bu süreçlerdeki katkısını muhasebe edebilecek mi, göreceğiz. İlaveten Suriye’deki felaketi diplomatik ayak oyunlarıyla büyütmek ve derinleştirmekten başkaca bir işe yaramayan AB’nin salt mülteci akınını kesmek üzere Türkiye’yle anlaşarak bu şiddet sarmalını bloke edemeyeceğini ne zaman idrak edeceği de merak konusu.
İslam coğrafyasına yönelik işgali, katliamı, darbeyi, yolsuzluğu engellemek şöyle dursun bizzat teşvik eden hatta ortak olan AB’nin ‘kabuğuna çekildiği söylemi’ hiç de gerçeği yansıtmıyor. IŞİD veya benzeri örgütlerin Avrupa’da sivillere karşı giriştiği katliamlara karşı kınama, tedbir hatta karşı operasyonlarda fazlasıyla atılganlık gösteren AB’nin sicili hiç de temiz değil. Sicilinin temiz olmaması bu cinayetleri meşrulaştırmıyor, suçları hafifletmiyor ancak kim ne derse desin önünü açıyor hatta kışkırtıyor.
Brüksel’in temsil ettiği askeri ve siyasi blok, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in ifadesiyle “alarm seviyesini yükseltmek ve tetikte kalmak”tan başkaca bir çözüm yoluna kapıları kapatmış durumda. Bu ‘tek yol ve dar açı’ perspektifi müteaddit defalar en üst düzeydeki yetkililerin ağzında tekrar ediliyor.
Fransa Başbakanı Valls’in “Avrupa savaş halinde. Son birkaç ayda AB’de savaş nedeni sayılabilecek olaylar yaşandı. Terör tehdidi en yüksek seviyede kalacak” beyanı tam da böyle bir şey. Ancak bu beyanlar bile kimilerini kesmiyor, tatmin etmiyor. Mesela Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov "Umarım, Avrupalılar Belçika'da kendini gösteren korkunç terör tehdidi karşısında jeopolitik oyunları bir kenara bırakır ve birleşir" beyanıyla daha da sertleşmeye, saldırganlaşmaya davet ediyor. Lavrov’un Avrupa’yı davet ettiği güzergâh Rusya’nın Çeçenistan, Ukrayna, Gürcistan ve Suriye’de izlediği yıkıcı stratejinin paylaşılmasına yönelik.
Sağlam İstihbarat, Güvenli Dünya!
Daha önce olduğu gibi saldırılara yönelik fiili tedbirlerin yanı sıra kimi sembolik eylemler hem de devletler düzeyinde yürürlüğe sokuluyor. En meşhur ve çarpıcı olanı Eyfel Kulesi’nde gösteriyor kendini. Son saldırıların akabinde Eyfel Kulesi hemen Belçika bayrağının renklerinde ışıklandırıldı.
Peki, şiddet ve katliama karşı sergilendiği ifade edilen bu sembolik duruşun Batı dışı toplumlara özellikle de İslam toplumlarına ilişkin bir örneğine neden şahit olamıyoruz? Kimi Batı’nın bizzat kendi eliyle kimi bölgedeki despotik uzantıları marifetiyle işlenmiş katliam dâhil devasa büyük ve kronik suçlara karşı hangi sembolik tepkiler gösterildi şimdiye kadar? Oysa şiddet ve ortaya çıkardığı acılı tablo sadece Batı açısından sorun olarak algılandığı müddetçe bu kaotik gidişatın önünü almak mümkün olamayacak.
Modern dünyada hemen her türlü kriz ve şiddetin çözümü meselesi istihbarat ve operasyon yeteneğine havale edilmiş durumda. Batı ve müzahir despotik rejimler için neşeli bir hayatın kısa formülü şu: Sağlam istihbarat al, önleyici operasyon düzenle ve böylece dünyanın keyfini çıkar. Şiddeti kan gölüne döndürdükleri coğrafyalara hapsedebilecekleri üzerine hesap yapanlar yanılıyorlar. Paris ve Brüksel saldırıları işte bu yanlış hesabı teyit ediyor.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT