AB-Türkiye ilişkilerinde ikazdan tehdide doğru ilerleyen kibir dili
Ömer Lekesiz, AB Liderler Zirvesi sonrası yayımlanan bildiride Türkiye’ye ilişkin yer alan ifadeleri değerlendirdiği yazısında, ABD-Türkiye ve AB-Türkiye ilişkilerinde öne çıkan üstenci mütekebbir dil ve üsluptaki haksızlığa dikkatleri çekiyor.
Ömer Lekesiz’in Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan “Politik Kibrin Tehditkâr Dili” başlıklı yazısından (30 Mart 2021) öne çıkan bazı vurgular şöyle:
Eğer / şayet kelimesi, şart edatı olarak temenni iması da taşıyan bir emir kipidir; keşke de yaklaşık olarak onlarla aynı anlamda kullanılır.
İngilizcedeki tam karşılığı if olan eğer kelimesi, “Eğer şu vakte kadar gelirsen, beraber gideriz” ifadesinde olduğu gibi, muhatabına bir tercih, irade, özgürlük hakkı sunarken, aynı zamanda mezkur ifade üzerinden gelmeme ihtimalinin doğuracağı sakıncayı, kaybı, yoksunluğu, mahrumiyeti, mecburiyeti... de ona peşinen iletmiş olur.
Bu bağlamda eğer, ikaz mahiyetinde parmak sallama işaretini kendiliğinden yüklendiği kadar, açığa çıkmasına ramak kalmış bir tehdidi ifşa eder.
Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400’ler etrafında ABD’nin, Doğu Akdeniz’deki enerji arama faaliyetleri ve bu manada Yunanistan’ın başlattığı Ege krizi esasında AB ülkelerinin politik diline yerleşen eğer kelimesi, zikrettiğimiz anlamlarıyla birlikte, bugünlerde, zaten AB’nin yaklaşık iki yüz elli, ABD’nin son yetmiş yıldır Türkiye’ye karşı sürdüre geldikleri kibir siyasetinin bir göstergesi haline geldi.
Belçika’nın başkenti Brüksel’de video konferans yoluyla, geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen AB Liderler Zirvesi’nin ilk günündeki bildiride yer alan şu hususlar bunun sıcak bir örneği olarak kayıtlara geçti:
1-Doğu Akdeniz’de gerginliğin düştüğü mevcut durumun devam etmesi ve Türkiye’nin yapıcı şekilde çalışması şartıyla ve yakın geçmişteki AB Konseyi’nde alınmış ilgili sonuçlardaki şartlara bağlı olmak kaydıyla, ancak Türkiye’ye “kademeli, orantılı ve geri dönülebilir şekilde çalışma” ve hazirandaki AB Konseyi toplantısında daha fazla karar alma vaat ediliyordu.
2-Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusunda, kamu sağlığı, iklim, terörle mücadele ve bölgesel konular gibi karşılıklı ilgi alanlarında Türkiye ile yüksek düzeyli iş diyaloğu başlatmaya hazır olduğu belirtilirken, eğer isterse, Türkiye AB ülkeleriyle temas ve seyahat konularında iş birliğinin nasıl güçlendirileceğini araştırmaya davet ediliyordu.
3-Türkiye’nin terörle mücadelesinde, hukukun üstünlüğünün ve temel hakların korunması cihetinden endişeli olunduğu belirtilerek, şayet terörle iç içe olan siyasi partilerin ve medyanın hedef alınması ve yakın zamanda alınabilecek diğer kararların da aynı sonuca çıkması durumunda, bunun demokrasiye karşı saygı eksikliğine yorulacağı, AB-Türkiye ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası olan demokraside problemlerin yaşanması halinde ilgili ilişkilerin de tersine döneceği bildiriliyordu.
Bu üç hususta AB kendisini güç sahibi bir amir, Türkiye’yi de kendisine memur olarak konumlandırmakla kalmıyor, açık ya da gizli eğer / şayet vurgusu taşıyan tekliflerinde, ikazdan tehdide doğru ilerleyen bir kibir dilini esas alıyordu.
Özellikle üçüncü maddede, terörün kendilerine yönelik olması ihtimaline göre, temel insan haklarıyla, hukukla, özgürlükle asla bağdaşmayan en hastalıklı, en vahşi, en zalim tedbirlere derhal başvurabilen ve bunları tekrarlamaktan zevk alır hale gelen AB’nin, konu Türkiye’nin terörle mücadelesine gelince sözü “Ancak benim onayladığım minvalde terörle mücadele edebilirsin” demesi, mantıklı bir izahtan vareste görünse de, AB’nin kendisi için vehmettiği güçlülüğe ve buna bağlı kibrin bir patlamasına denk düşüyordu.
Bu manada, terör endişesiyle kadınların örtüsüne el uzatan, ailelerinin terörle ilişkilerini belirlemek için ilkokuldaki çocukları bile sorguya çeken; insan haklarından, özgürlüklerden dem vuran gazetecileri işkenceye tabi tutup, onları mesleklerinden men eden; camileri yakan vahşileri koruyan; Müslüman ailelerin evlerine yönelik silahlı saldırıları sorgulamayan, faillerini araştırmaya bile gerek duymayan; Hristiyanlık dışındaki dinlerin mensuplarını mukaddeslerine, dini değerlerine hakaret ederek baskılamaya, sindirmeye çalışan ülkeler topluluğu olarak AB’nin zikrettiğimiz son bildirideki eğerli / şayetli teklifleri ve vaatleri de son tahlilde tehditten başka bir yere bağlanmıyordu.
Mevcut coğrafya üzerinde birlikte yaşama mecburiyetini müdrik olan Türkiye’nin, mezkur tehdit diline karşı yine de itidali, temkini elden bırakmayışı önemlidir…
Bu nedenle ilgili bildiride yer alan bir çok hususun “...koşullara bağlanması”nı olumlu görmeyen Türkiye, bu sayede AB’yi vaki taşkınlığı nedeniyle uyarmakla kalmayıp, olası bir olumsuzluğu eğer kelimesi üzerinden onlara döndürmüştür.
HABERE YORUM KAT