AB: Müslüman mülteci 'tehdit', Ukraynalı 'bizden'
Bugüne kadar savaş mağdurlarına olan yaklaşımları yüzünden eleştirilen AB, Ukrayna’dan gelen sığınmacılara başka bir yüzünü gösterdi. Uzmanlara göre AB, Ukraynalıları kültür ve din bakımından kendilerine daha yakın gördükleri için bu tutum içinde.
TRT Haber'den Benginur İkbal Akgül'ün haberi:
"Ukrayna bize ait, bizden biri ve onları aramızda görmek istiyoruz..."
Bu sözler Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'e ait.. Avrupa'nın mülteci ezberinin bozulduğunun en net kanıtı...
Leyen, Ukraynalıların AB değerlerini ve ilkelerini savunduğunu, bu nedenle her türlü desteğin sağlanacağını ifade ediyor. Pek çok AB ülkesi de aynı görüşte...
Oysa AB, bugüne kadar savaş mağduru mültecilerin büyük bir çoğunluğunun sınırlarından geçmesine izin vermedi.
Bugüne kadar Afganistan’dan, Suriye’den gelen binlerce çocuk, kadın ve yaşlının da olduğu mülteci grupları ülkelerindeki savaştan kaçarak, gitmek istedikleri AB ülkelerine alınmamıştı.
Yunanistan’ın sınırlarından Avrupa ülkelerine geçmek isteyen düzensiz göçmenlere insanlık dışı müdahalesi de birçok kez kayıtlara geçmişti.
Kimi zaman, botlarla denizi geçen mültecilerin, soğuk sulara geri itilmesi, kimi zaman kara yolundan gelenlerin dövülmesi ve donmaya terk edilmeleri Yunanistan'ın çaresiz göçmenlere uyguladığı 'caydırıcı' politikalardan bazıları olmuştu.
500 binden fazla Ukraynalı AB ülkelerine sığındı
Son açıklanan verilere göre, Avrupa Birliği ülkelerine sığınan Ukraynalıların sayısı 500 bini aştı.
Hafta sonu Brüksel'de bir araya gelen Avrupa Birliği üyesi ülkelerin İçişleri Bakanları ise Ukrayna halkının sığınma taleplerine olumlu bakıyor.
Peki, AB'nin mültecilere karşı uyguladığı çifte standardın nedeni ne?
Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, AB’nin göç politikasını ve çifte standart uygulamasını TRT Haber’e değerlendirdi.
“Avrupa’da yabancı düşmanı, İslam düşmanı, milliyetçi siyasi hareketler yükselişte”
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Avrupa’da İslam düşmanı ve milliyetçi siyasi hareketlerin yükselişte olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
“Avrupa son yıllarda, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri hiç yaşamadığı kadar büyük bir mülteci sorunuyla karşı karşıya. Bu mesele Avrupa içinde pek çok sorunu tetikliyor. Her şeyden önce konu bir güvenlik sorunu olarak algılanıyor. Avrupa dışından gelen Ortadoğulu, Müslüman, Afgan, Afrikalı vb. mültecilerin Avrupa kültürüne ve toplumsal yaşamına entegre olamayacakları ve radikalleşmeye meyilli olacakları varsayımı yabancı düşmanlığını körüklüyor. Tüm Avrupa’da yabancı düşmanı, İslam karşıtı, milliyetçi siyasi hareketler yükselişte ve milliyetçi olmayan siyasi hareketler de oy kaygısıyla bu yönde politikalar izleme eğiliminde.”
“AB içinde her ülkenin farklı bir bakış açısı ve çıkar tanımı söz konusu”
Prof. Dr. Erol, AB’nin içinde sınırlar kaldırılırken dışarıya eskisinden çok daha güçlü duvarlar örüldüğüne işaret ederek, mülteci sorununda AB ülkelerinin kendi sosyolojik durumlarını öncelediğinin altını çizdi:
“Konu sadece güvenlik sorunu değil. Aynı zamanda AB’nin temel değerleri de mülteci sorunundan olumsuz etkileniyor. AB’nin en çok övündüğü ve Avrupa bütünleşmesinin en sembolik boyutlarından biri olan Schengen Bölgesi bir kırılganlık yaratıyor ve sınırların kontrollerinin yeniden gündeme gelmesine yol açıyor. AB’nin içinde sınırlar kaldırılırken dışarıya eskisinden çok daha güçlü duvarlar örülüyor.
AB mülteci sorununda ortak bir politika üretme konusunda da başarısız oldu. AB içinde her ülkenin farklı bir bakış açısı ve çıkar tanımı söz konusu. AB’nin ortak bir politikası olmayınca her ülke kendi politikasını izlemeye başladı. Hal böyle olunca AB’nin izlediği tek politika mültecileri AB’nin dışında tutmak oldu. Kabul edilen göçmenlerde ise dini değerler bağlamında asimilasyonun başarıyla yürütülebileceği ve eğitim seviyesi yüksek bireyler tercih edildi. Bu her ne kadar Avrupalı devletlerin kendi sosyolojik durumlarını önceleyen bir tutum olsa da birçok insani kriz karşısında AB’nin sorumsuzca davranmasını beraberinde getirdi.”
“Avrupa’nın mültecilere yönelik çifte standardı kendisini gösterdi”
AB’nin Ukrayna’dan gelen mültecilere çifte standart uyguladığı görülüyor. Prof. Dr. Erol, Avrupalılar kültürel olarak kendilerine daha yakın hissettikleri halkları mülteci olarak kabul etmeye daha istekli göründüklerini söyledi:
“Ukrayna’daki gelişmeler, Avrupa’nın doğusunda bir çatışma ortamı yarattı. Böylece Avrupa’nın içinden kaynaklanan bir mülteci sorunu ortaya çıktı. Henüz çok büyük ve çok boyutlu bir mülteci akını söz konusu değil ama savaşın sürmesi halinde bu durum, ciddi bir soruna dönüşebilir. Bu noktada Avrupa’nın mültecilere yönelik çifte standardı da kendisini göstermiş oldu. Avrupalılar kültürel olarak kendilerine daha yakın hissettikleri halkları mülteci olarak kabul etmeye daha istekli görünüyorlar. Bazı Doğu Avrupa hükümetleri, açıkça Müslüman mülteci istemediklerini ama Hıristiyanları kabul etmeye hazır olduklarını ilan etmişlerdi. Bu yüzden şaşırtıcı bir durum yok.”
“Uzun vadede Ukraynalı mülteciler de arzu edilen bir durum değil”
Avrupa’nın Ukraynalı da olsa yeni bir göç sorununu yaşamak istemeyeceklerini de belirten Erol, Doğu Avrupa ülkelerinin Rusya’dan algıladıkları tehdit nedeniyle Ukrayna ile daha güçlü bir dayanışma içinde olduklarına değindi:
“Bununla birlikte, Ukrayna’dan gelecek mültecilerle ilgili olumlu açıklamaları aynı zamanda Ukrayna ile dayanışma mesajları kapsamında değerlendirmek gerekir. Yani aslında uzun vadede Ukraynalı mülteciler de arzu edilen bir durum değil. Bu noktada şu ayrımı yapabiliriz. Batı Avrupa ülkeleri, Ukraynalı da olsa yeni bir mülteci ve göçmen sorununu ülkelerine ithal etmek istemezler. Kısa vadede sadece Ukrayna ile dayanışma duygusuyla olumlu mesajlar verilebilir ama uzun vadede bu mültecilerin kalıcı olmasını kabul etmezler.
Doğu Avrupa ülkeleri ise Rusya’dan algıladıkları tehdit nedeniyle Rusya karşısında Ukrayna’yla daha güçlü bir dayanışma sergiliyor. Ayrıca Ukrayna’yla paylaştıkları daha güçlü tarihsel ve kültürel bağlar söz konusu. Dolayısıyla Ukraynalı mülteciler konusunda çok daha olumlu bir bakışa sahipler. Dahası Ukrayna’nın yaşadığı bu sorun karşısında bu ülkeyle daha fazla dayanışma içindeler ve bir bütün olarak Ukrayna Krizi’ni sahiplenen bir pozisyondalar.”
“Güvenlikleştirme politikaları doğrultusunda Müslümanlar hedef haline getiriliyor”
Prof. Dr. Erol, AB’nin Suriye ve Afganistan gibi ülkelerden gelen mültecileri kendilerine entegre etmenin zor olduğunu düşündüklerini ve Müslümanların sağ popülizm tarafından hedef gösterildiklerinin altını çizdi:
“AB ülkeleri, Suriye ve Afganistan gibi ülkelerden göç etmek zorunda kalan insanları asimile etmek bir yana entegre etmekte zorlanacağını düşünüyor. Ukrayna Krizi de bu çifte standardı gözler önüne sermiştir. Söz konusu ülkelerden yalnızca yüksek düzeyde eğitime sahip sınırlı sayıda göçmen kabul eden Avrupalı ülkeler, konu Ukrayna olduğunda, bahsettiğim nedenlerden ötürü farklı bir politikaya yöneldi. Tabi burada Suriye ve Afganistan gibi ülkelerden gelen göçmenlerin Müslüman olduğu ve sağ popülizmin yükselişiyle birlikte güvenlikleştirme politikaları doğrultusunda hedef haline getirildikleri de unutulmamalı.
Popülist siyasetçiler, iç politikadaki oylarını artırabilmek amacıyla savaştan kaçan ve tek derdi insanca yaşamak olan Müslüman göçmenleri tehditmiş gibi gösteriyor. Bu da ülkelerin kamuoylarını etkilemekte ve nihayetinde İslam karşıtı yükselişini beraberinde getirmekte. Buna bağlı olarak milliyetçiliklerin yükselişi yaşanmaktadır. Bu da Avrupa'da ulus-devletlerin yükselişini beraberinde getiriyor. Dolayısıyla birliğin entegrasyon temelli ruhuna aykırı bir durum oluşuyor. Daha da önemlisi, ulus-devletlerin kendi sınırlarını belirginleştirdiği politikaları, Avrupa komşuluk politikasının da iflası anlamını taşıyor.”
“Göçmen karşıtı olan partilerin Ukrayna konusundaki söylemlerinin tonu çok farklı”
Erol, Müslümanlar ve terörü özdeşleştirmeye yönelik politikaların AB’de faşizan söylemlerin oluşmasına neden olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
“İslam karşıtı yükselişi, 1973 yılındaki petrol krizine dayansa da 11 Eylül 2001 tarihli terör saldırılarının ardından Müslümanlar ile terörü özdeşleştirme gibi çarpıtmaya dayalı bir eğilim oluştu. Bu bağlamda ırkçı ve Hrıstiyan köktendinciliğine dayalı faşizan söylemlerin hâkim olduğu bir siyaset dili gelişmiş ve insanları kutuplaştırmayı bir yöntem olarak benimseyen söz konusu politikacıların partileri, geniş toplumsal tabanı bulunan kitle partilerine dönüştü.”
Öte yandan, Prof. Dr. Erol, bu partilerin tutumunun Ukrayna için farklı bir tonda olduğunu da söyledi:
“Bahse konu olan sürecin somutlaştırılması amacıyla Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin (Front National), İngiltere’de Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma fikrinin öncüsü olan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP), Almanya’da ırkçı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) ve İsveç’te İsveç Demokratları’nın (Sverigedemokraterna) yükselişi örnek gösterilebilir. Bu partiler ise halihazırda Ukraynalıların Hrıstiyan olmaları hasebiyle aynı güvenlikleştirme söylemlerini kullanmamaktadır. Halen göçmen karşıtı olsalar da söylemlerin tonu çok farklı.”
“Müslüman göçmenler, bir güvenlik problemi olarak görülüyor”
Son olarak, Erol, AB’nin mülteci konusundaki çifte standartının Ukraynalıların ten ve göz rengine yapılan vurguyla da ırkçı bir şekilde gün yüzüne çıktığının altını çizdi:
“Yani Ukraynalıların Avrupa değerlerini paylaştığını ve aslında Batı yanlısı olduğu için göç etmek durumunda kaldığını düşünen AB ülkeleri, Suriye ve Afganistan’dan gelen göçmenlerin kültürel olarak kendilerinden farklı olduğunu düşünüyor. Bu nedenle de Müslüman göçmenleri, bir güvenlik problemi olarak okudukları görülüyor. Bu durum ise Ukraynalıların ten ve göz rengine yapılan vurguyla ırkçı bir şekilde gün yüzüne çıkıyor.”
HABERE YORUM KAT