AB ile 'kavgalı' medya mensupları
Murat Belge, Avrupa Birliği'nin sorumlu kişileriyle tutuşulan “kavga”nın şu sıralar öncelikle niçin “medya mensupları” tarafından yürütüldüğünü şöyle açıklıyor:
“Çünkü burada hükümet 'eyleyen' durumda değil, 'eylenen' durumda. 'Eyleyen' de, gece yarısı muhtıraları ve başka benzer yöntemleriyle Silahlı Kuvvetler değil, Kemalist düzenin ve 12 Eylül rejiminin son savunma çizgisi işlevini gönüllü olarak üstlenmiş olan 'Yüksek Yargı'. Bu gibi polemikli konularda Yüksek Yargı'nın görüş beyan etmesi yakışık almayacağı için de, savunma görevi medyanın bu cepheye, cephenin değerlerine ve prosedürlerine gönül vermiş elemanlarına kalıyor. Gazaları mübarek olsun.”
Tesadüf bu ya; Belge'nin bu yazısından hemen sonra elime aldığım başyazarın yazısı sanki bu yoruma acele tarafından iyi bir “örnek” yetiştirmek kaleme alınmıştı... Başyazar, “Uyanın artık!” (!) başlıklı bu gerçekten başyazar işi yazısına “AB sözcüleri” dediği Barroso, Rehn ve Lagendijk'a yönelik “O kadar ki kendi değerlerine ters düştüklerini bile anlamıyorlar” şeklinde gerçekten “çılgınca” bir uyarı ile başlıyordu.
“Tereciye tere satmak” denilen böyle bir şey olsa gerek.. .
Başka diyarlarda hayali bile imkansız bir uyarı bu. Memleketin bir başyazarı, “Hristiyan Avrupa” takıntısından -çok şükür- kurtulmuş Avrupa Birliği'nin “sözcüleri”ne, “Siz aldanmayın Ak Parti'nin anlattığı masallara, onların gerçek özlemi şeriat!” uyarısında bulunuyordu. Uydurduğumu sanmayın, başyazıdan olduğu gibi aktarıyorum: “Evet, fena halde yanılıyorsunuz. AKP'nin şeriat özlemi somut kanıtlarla ortaya çıkmasa dava zaten açılmazdı.”
Bu akıl yürütme biçimi 60. yıl altın madalyasını fazlasıyla hak ediyor doğrusu.
Partinin şeriat özlemi içinde olduğu somut kanıtlarla ortaya çıktı ki dava açıldı...
Eh artık; kanıtların “somut” olduğuna da karar verildiğine göre, kararın kapatma yönünde çıkacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Başyazar çok da ısrarcı, devam ediyor:
“Bir an için bu partiye oy verenlerin tamamı şeriat istiyor dense bile, onun dışında kalan ve şeriat istemeyen en az yüzde 53 daha var. Oysa siz AKP'nin o yüzde 53'ü de temsil ettiğini sanıyorsunuz. AB değerlerine yakın olan o yüzde 53'tür, AKP değil uyanın artık!”
Başyazar bu muhteşem argümanın sonuna ünlem işaretini (!) söylediklerinin gülünçlüğünü belirtmek için yerleştirdi ise mesele yok. Yok eğer söz konusu işaret argümanı güçlendirmek için konuldu ise, o takdirde sürekli “uyarılan” AB sözcüleri karşısında bir kere daha gülünç düştük demektir.
İsterseniz bahse girelim: Karşımıza çıkarılan bu “argüman”nın, ne kadar temiz bir çeviri ile aktarılırsa aktarılsın, “AB sözcüleri” tarafından “Bu işte bir yanlışlık var, bir çeviri hatası olduğu muhakkak!” şüphesiyle karşılanmaması imkansız.
Çünkü bu akıl yürütme de AB'nin anlayabileceği bir şey değil.
Nasıl olsun; adamlar sanki “şeriat özlemi” içinde olan seçmenlerin oranlarına bakıp öyle konuşuyorlar; adamlar sanki “şeriat istemeyen” yüzde 53'ü de el çabukluğu ile yüzde 47'nin içine sokuşturuyorlar. Bir de tabii “argüman”ın barındırdığı şu anlaşılmaz mesele: Madem ki (“argüman”da dile getirildiği gibi) Türkiye'de “AB değerlerine yakın olan o yüzde 53”tür” o halde bu yüzde 53 içinde yer aldığı halde bu saçma sapan argümanı ileri süren başyazarın ve de destekçilerin derdi nedir? Bu gerçekten “esrarlı” başyazının finali de aynı derecede muhteşem:
“Sizin yaptığınız yani 'Anayasa Mahkemesi'ni AB adına etkilemeye çalışmanızın ve daha dava bitmeden 'AKP'nin şeriatı savunmadığına' dair ahkam kesmenizin 27 Nisan tarihli meşhur 'e-muhtıra'dan farkı ne?”(!)
Ne diyelim bilmiyorum ki... Sözü edilen “fark” başyazar tarafından bugüne kadar anlaşılamamış ise, artık bu saatten sonra ne anlatsak nafile değil mi?
Madem ki bugünü öncelikle “medya mensupları”nın AB'nin bazı sorumlu kişileri ile başlattığı “kavga”nın gözden geçirilmesine ayırdık, bu fasıl için de yer alıp da atlanmaması gereken bir örneğe de değinmeden geçmeyelim: Bu kere kaleme sarılan başyazarın gazetesinden bir köşe yazarı. Onun söz konusu “kavga”da yer tutarken yerleştiği açı daha da enteresan. Yazısının başlığı yazının anafikrini çok güzel özetliyor: “Olli Rehn Babacan'ın kankası”.
“Aileci görüşüyorlar. Eşleri arkadaş. Birbirlerinin evine girip çıkıyorlar. Erkekler siyaseti. Kadınlar hayatı konuşuyor. (...) Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn. Bilinen deyimle, sanki kanka. Sıkı bir dostluk var aralarında....”
Köşe yazarının bu “kankalık” durumuna canı sıkıldığından önce Rehn'i yerine yerleştiriyor:
“Adam Finlandiya'da muhasebeci olarak hayata atılıyor, derken politika, derken AB, şimdi sanki AKP'li.” (Eh yani, “muhasebeci”ye de AKP'li olmak yaraşır zaten...) “Olli Rehn bir Batılı gibi davranmıyor. Babacan'la arkadaş olma hatırına, sanki asıl görevini ihmal ediyor.”
(Normal, çünkü adam hayata Finlandiya'da “muhasebeci” olarak atılmış. Tam “Batılı” sayılamaz zaten...)
“Hazret, sanki AKP Brüksel milletvekili.”
Anlaşılan o ki AB'ye ilişkin işimiz hem zor hem kolay... Bugün iki örnekle gözden geçirdiğimiz fasıl, yani bazı “medya mensupları”nın AB ile “kavgası” faslıyla ilgili olarak işimiz kolay. Bu kesimin argümanları “kankalık”a filan kadar irtifa kaybetti ise işimiz gerçekten kolay. Kolay, çünkü bu ülkede toplumun aklını bu türden argümanlarla çelebilmek artık imkansız.
İşin zor kısmı bugün için konumuz değil zaten.
İhsan Dağı'nın dünkü yazımda aktardığım tespitini hatırlatarak bitireyim yazıyı:
“Eskinin Batıcıları Kemalistler, bugünün en sert AB düşmanlarına dönüşüverdiler.”
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT