AB, başörtüsü ve Diyanet!
Gazetelerin yazdığına göre, bundan böyle AB, İlerleme Raporu'ndaki İslam dini ile ilgili konularda Diyanet ile işbirliği içinde bulunmayı teklif etmiş bulunmaktadır. Bu ilginç gelişme AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile AB'nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn'in de aralarında bulunduğu AB heyetinin İstanbul Müftülüğü'nü ziyareti sırasında yaşandı.
Basına kapalı yapılan görüşmede AB heyetini ağırlayan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Görmez, ilerleme raporlarında dinî konuların yanlış anlaşılmaya müsait şekilde yer aldığı eleştirisinde bulundu. Raporda yanlış anlaşılmaya örnek gösterilmesini isteyen Olli Rehn'e 'Allah katında yegâne din İslam'dır' hutbesi örneği verildi. Görmez'in her din müntesibinin kendi dinini hak din görmesinin de bir hak olduğunu dile getirdi. Rehn'in de yanlışlıkları önlemek için dinî konularda Diyanet ile ortak çalışma teklifini ilettiği öğrenildi. (Zaman, 12 Nisan 2008)
Buraya kadar bir gariplik yok. Aksine bu ilk anda "iyi bir gelişme" dahi sayılabilir. AB'nin İslamiyet konusunda derin bir bilgisizlik içinde olduğu doğrudur. Zaman zaman İslam dini konusunda "güvenilir kaynaklar"dan bilgi alması yerinde bir karardır. Mesela "dinî bir vecibe olan başörtüsünün bireysel bir özgürlük kullanımı" konusunda AB ve elbette AİHM, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan bilgi alabilir(di), bu konuda hayli geç kaldı. DİB, başörtüsünün dinî bir vecibe olduğunu açıkça belirtmiştir. Buna rağmen yasağı koyanlar ve uygulayanlar devletin bir kurumu olan Diyanet'e de itibar etmemektedirler.
Bu durumda AB, "Bu nasıl iş?" diye sorabilir. "Şu veya bu siyasi hareketin temsilcisi değil, doğrudan resmi kurumunuz olan Diyanet başörtüsünün dinî bir vecibe olduğunu söylüyor, peki siz dinî bir vecibeyi nasıl oluyor da yasaklıyorsunuz? Bu din ve vicdan özgürlüğüne, ifade hürriyetine, bireysel tercih hakkına, kılık kıyafet seçimine, eğitim hakkına, kişinin kendini geliştirme hakkına aykırı değil mi? Anayasanın amir hükmü olan eşitlik ilkesine aykırı değil mi? Erkek ile kadın ve başı açık kadın ile başörtülü kadın arasında ayırımcılık yapmak anlamına gelmez mi?" Ama AB sormuyor, tam aksine J.M. Barroso "Başörtüsü konusunda bizden taraf olmamızı beklemeyin" diyor ki, bunun tercümesi "Eğer AK Parti'yi kapattırmak istiyorsanız, bu bizi rahatsız ede(bili)r, ama başörtüsü yasağının devamı için CHP'nin başvurusunu yasak yönünde karara bağlarsanız, buna bir itirazımız olmayacak" demektir.
AB, bu olayda da, yani maalesef İslam diniyle ilişkili temel hak ve özgürlüklere getirilen anti demokratik ve hukuk dışı kısıtlamalar konusunda Türkiye'ye "ikinci sınıf muamele"yi reva görmektedir. Bize "ikinci sınıf muamele"yi reva görmektedir, zira laikliğin bir zamanlar deistler, ateistler ve masonlar tarafından "din ve Tanrı düşmanlığı" olarak görülüp uygulandığı Fransa'da bile, bugün başörtüsü devlete ait olmayan özel okullarda, Katolik okullarında ve üniversitelerde serbesttir. Türkiye'de ise sürücü kurslarında bile yasak uygulanmaktadır.
Dahası, yüzde 47 oy almış iktidar partisi, partinin Genel Başkanı ve Başbakan ile Cumhurbaşkanı hakkında "başörtüsünün serbest bırakılması yönünde görüş beyan ettikleri ve meşru çerçevede yasal düzenleme yaptıkları" için dava açılmakta, siyasetten men edilmek istenmektedirler. AB yetkililerinin "Biz başörtüsüne karışmayız" demeleri demek, aslında bu yüzden hakkında kapatma davası açılmış AK Parti olayına da karışmayız demekle aynı şeydir. Zira açık ki, Anayasa Mahkemesi, ilk başvuruyu gündemine alıp da "başörtüsüyle ilgili düzenleme" aleyhinde karar verecek olursa, AK Parti lehine karar vermesi mümkün değildir, otomatikman kapatma davasına yol açılmış olacaktır.
Ama mesele bundan ibaret de değildir. AB'nin bundan sonra İslam dini konularında DİB'i "muhatap" kabul etmesi çok daha vahim sonuçları olan "yeni bir gelişme"dir. Bu, sanıldığı kadar sorunun çözümünü hafifletmeyecek, tam aksine daha da işi içinden çıkılmaz hale getirecektir.
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT