"90’ları övmek için ya hain olmak gerekir ya aptal"
İsmail Kılıçarslan, 90'lı yıllar hakkında oluşturulmak istenen algıya dikkat çekerken önemli tespitlerde bulunuyor.
HAKSÖZ HABER
90'lı yıllar denilince hemen ardından "Türkiye'nin karanlık dönemi" cümlesi de gelir. Sosyal medyada iktidar eleştirisi yapayım derken işi 90'lı yıllar övgüsüne dönüştürenlerin sayısı her geçen gün artıyor.
Komik ve duygusal bir yaklaşımla inşa edilen bu anlayışın analizini yapıyor İsmail Kılıçarslan. 90'larda işlenen gayrı meçhul cinayetlerden temel tüketim malzemelerine ulaşmada yaşanan zorluğa kadar bin bir dertle uğraşan bir toplumun bugünkü sıkıntılarını o zamanla kıyaslamak abesle iştigal olacaktır elbette!
İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak
90’ları övmek için ya hain olmak gerekir ya aptal
Aslında hiç ama hiç niyetim yoktu bu konuda yazı yazıp kalem oynatmaya. Çünkü en nihayet “geceye Z kuşağının bilmediği bir şey bırak” başlığıyla 90’ları övmenin komik olduğunu düşünmüştüm o gönderiyi ilk gördüğümde.
Aslında “komik” demeyeyim de “Z kuşağını aptallar topluluğu olarak gören” ve onları kolayca yönlendirebileceğini düşünen dangozların yeni bir kötü propaganda numarası olarak değerlendirmiştim. 90’larda eğitimin ücretsiz, elektriğin ucuz olduğunu söyleyip peşine Sümerbank öven, sebzenin-meyvenin sudan ucuz olduğunu iddia eden, şimdikinden daha modern ve medeni şartlarda yaşadığımızı var sayan ve mülteci düşmanlığı ile biten bir metinle Z kuşağını tavlayabileceğini düşünen adam düpedüz Z kuşağını bir “aptallar topluluğu” olarak tanımlamaya çalışmaktadır çünkü. Başka bir şey değil. Z kuşağı, bu vasat heriflerin tamamından daha zeki, daha cevval bir topluluktur oysa. Doğrusunu gösterip anlattığınızda ikna olan “sivil refleksli” bir topluluktur. Eh, 90’lar söz konusu olduğunda işin doğrusunu anlatmak o kadar kolay ki.
Dolayısıyla dikkate alınacak, üzerine düşünülecek bir şey olmadı dolaşıma büyük bir hızla sokulan bu kötü propaganda metni benim açımdan.
Fakat tuhaf bir şey oldu. Birisi 90’larda İslâmcı mücadelenin içinde olan, diğeri çocukluğunu 90’larda Diyarbakır’da geçiren iki tanıdığım peş peşe bu leş metni paylaştılar, hatta bu leş metne katıldıklarını beyan ettiler.
Bunun adı ne biliyorsunuz değil mi? Bunun adı, “mitolojiyi yeniden kurgulamak.”
Ne demek istiyorum?
Hadi Kürt arkadaşımdan başlayayım. Metindeki bir hususu doğru hatırlıyor arkadaşım. 90’ların Diyarbakır’ında elektrik cidden çok ucuzdu. Terörle iltisakı olsun olmasın, sadece “Kürt” olması yetiyordu birine elektrik verip işkence etmek için. Gerçi sorgulama yapılan merkezlerde sık sık elektrik kesintisi yaşanıyordu ama olsun. Elektrik yerine Filistin askısıyla falan devam ediyorlardı işkenceye.
Köy yakıyorlardı ulan 90’larda. Asker kıyafeti giymiş bir takım “operasyon adamları” Kürt köylerini cayır cayır yaktılar ulan 90’larda. Kürtçe “ah” çeksen hapse attılar seni. “Kürdüm” diyemiyor, Kürtçe konuşamıyordun. Ve kimse “bu teröristtir, bu da sivil vatandaştır” demiyordu. “Kara kafa” diyorlardı da başka bir şey demiyorlardı. Komutanı olduğu il’e doğru her sabah bir top mermisi yollayıp “varlığımızı hissetsinler diye atıyorum” diyen askerlerle emperyalizmin mayın eşeği bir terör örgütünün arasına sıkışıp kalmıştı bütün bölge.
Ama evet, “Sümerbank çok ucuzdu” değil mi? Yahu. Sümerbank’tan aldığın ayakkabının ertesi gün altının delineceği garantiydi. Çünkü devletin sahibi olduğu kurumların tamamının altı delikti. Tamamı korkunç kara deliklere dönüşmüştü. Türkiye’nin dört bir yanı devletin arpalık olarak kullandığı hantal, berbat, rezalet kurumlarla doluydu.
Gelelim, bu zırvaları çok beğenen İslâmcı arkadaşıma. Bırakınız eşinin, bacısının mağdur edilip başörtüsü yüzünden okul kapılarından dönmesini, okullarını bırakmak zorunda kalmalarını. Bırakınız katsayı zulmü yüzünden kazanabilecekleri okullardan beş kat daha kötü okullara gitmek zorunda kalan yüzbinlerce çocuğumuzu. Bırakınız Uğur Dündar’ından Fatih Altaylı’sına, Fatma Girik’inden bilmem kimine kadar namazımızın, orucumuzun, ibadetimizin üzerinde tepinmelerini. Yahu birlikte yediğimiz copun acısını da mı unuttun? Salçayı ben getirdim, makarnayı sen buldun da karnımızı doyurabildik. Onu da mı unuttun? Bizi “tehlikeli uyruk” olarak tanımlayan o pembe mabatlılara yanlarken hiç mi utanmadın kendinden, yaşadıklarından, geçmişinden?
Ne demek istediğime gelebilirim artık. İnsan, kendi hayatı hakkında yalan söylemeye inanılmaz yatkın bir yaratık. Bu yalanı da “düz söylemek” yerine “mitoloji inşa ederek” kotarıyor. Öylesini daha sofistike buluyor çünkü.
“90’ların çok güzel yıllar” olduğu anlatısına gönül indirecek kadar “kafayı çizmiş” olmanın bununla çok yakın bir ilgisi var. Geçmiş dönem mitolojisi oluşturarak bugünü kötülemeye çalışıyorlar. Bunu da aslında sadece basit bir “seçim kampanyası” olarak görüyorlar.
Fakat olan Z kuşağına değil, o günleri yaşamış olmalarına rağmen bu yalanlara ortak olacak kadar kendini kaybetmiş adamlara oluyor. İnandırıcılıkları, saygınlıkları, durdukları zemin kalmıyor ortada.
Bana sorarsanız bu adamları bu hale getiren cümle “ne pahasına olursa olsun…” cümlesidir. Şuna yürekten inanıyorum: “Ne pahasına olursa olsun” cümlesini bir kez kurduğunuzda artık sizden geriye pek bir şey kalmıyor. “Erdoğan ne pahasına olursa olsun iktidarı kaybetmeli” diye diye kendilerini kaybettiler, kendilerinden geriye bir şey bırakmadılar. O sebeple de bu saçma sapan mitolojik anlatıma gönül indirecek denli komikleşebiliyorlar.
Açık konuşayım da anlaşılsın. O yılları yaşamış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 90’ları övüyorsa ya 90’ları o berbat hale getiren kadronun insanıdır ya da dümdüz aptaldır.
Bir dost tavsiyesi benden size. Erdoğan’ın gitmesi için neye rıza gösterdiğinize dikkat edin olur mu? O yılların karanlığına dönmeyi ister ve dahası o karanlığa döndürürseniz memleketi değil Z kuşağına, Z kuşağının torunlarının yüzüne bakacak haliniz kalmaz. Tükürüverirler yüzünüze.
HABERE YORUM KAT