68'li darbeciler
40. yılında 68 kuşağı konuşuluyor. Yaşları 60-65 civarında olan "eski tüfekler", "bizim gençliğimizde..." diye başlayan ve gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan masallar anlatıyor.
Tarih, kocamış bir neslin nostalji arayışlarına feda edilemez. Çünkü bu masalı dinlerken Hasan Cemal'in dün yazdığı gibi "Alık gibi hep aynı filmi seyretmek zorunda mıyız?" sorusunu sormak zorunda kalıyoruz. Masal, adı üzerinde sahte ve uydurma. Ama çocuklara anlatılanlar gibi masum değil. Bu masal, Türkiye'nin 70'li yıllarda cinnet halinde yaşadığı 5000 insanın hayatına mal olan şiddetin arkasında duruyor. Üstelik Türkiye'nin kirli darbe tarihi bu masalla aklanıyor ve yeni darbelerin önüne halı gibi seriliyor.
Hasan Cemal'in devamı geleceği anlaşılan dünkü yazısını herkes dikkatle okumalı. Çünkü söyledikleri, her şeyden önce bir şahitlik. 68'i tam göbeğinde dolu dolu yaşayan Hasan Cemal bu şahitlikle, önümüze masalları değil gerçekleri koyuyor. 68 kuşağını, onun yalın biçimde anlattığı gibi, darbecilerin piyonları olarak tanıdığımız zaman bugün için çok önemli bir sonuca ulaşıyoruz: Bugün aynı filmi yeni bir isimle vizyona sokmaya çalışan darbecileri nerede görsek tanıyacak hale geliyoruz.
NATO'ya girdikten sonra ordunun, Türkiye'nin güvenliğini sağlamak gibi bir sorumluluğu kalmadı. NATO şemsiyesi altında, Soğuk Savaş'ın irademizi aşan gergin ortamında cuntacılık modası başladı. 27 Mayıs, cuntaların gelişip serpildiği toprağı verimli hale getirdi. Ordu içinde, ordu imkânlarını kullanan sol tandanslı bir cunta, iktidara çok yaklaştı. Bu yakınlığı kurabilmek için, Özel Harbin psiko-ideolojik teknikleri kullanıldı. 68 Paris Mayıs'ının verdiği ilhamla, gençler sokağa sürüldü. Şiddet ortamı tırmandırıldı. Amaç darbe şartlarını oluşturmaktı. Şiddet olayları ile darbe arasındaki ilişkiyi kurmakta zorlananlara, bu dönemde banka soygunları ve adam kaçırmalarla tırmanan şiddetin, 12 Mart'a yaklaşılan günlere tesadüf ettiğini hatırlatalım. Kısaca birileri darbe hesabı yapıyor, gençler de bu hesaplara uygun olarak adam kaçırıp banka soyuyordu.
Hasan Cemal'in dünkü yazısında verdiği örnekleri, Zaman okuyucularının mutlaka okuması lâzım: "12 Mart öncesindeki cuntacılık faaliyetlerine katılmış, o tarihlerde bizim gruba yakın duran, emekli deniz subayı Erol Bilbilik, İrfan Solmazer'i şöyle anlatır: "...Bir ara İrfan Solmazer bana, 'Erol, sen denizcileri ihmal etmişsin' dedi. Kimi ihmal ettiğimi sorunca, Sarp Kuray'ı, Deniz Gezmiş'i ihmal etmişsin, hiç temas kurmamışsın. Ama ben onlara İstanbul'da, Ankara'da mısır patlatır gibi bomba patlattırıyorum' dedi. 'Başka ne yapıyorsunuz?' diye sorunca, İrfan Solmazer'in yanıtı şu oldu: 'Deniz Gezmiş'i, Sarp Kuray'ı filan oturtuyorum. Amerikan Büyükelçiliği'nin ön kapısının kurşunla taranmasına demokratik olarak karar veriyoruz. Emri ben veriyorum. (Deniz Gezmiş, ABD Büyükelçiliği'ni tara ve yok ol!) diyorum. Sarp Kuray'a, (Git şurayı bombala!) emrini veriyorum. Bu işlerden Orhan Kabibay'ın mutlaka bilgisi vardı. Dolayısıyla Deniz Gezmiş'i, Sarp Kuray'ı kullandılar. İrfan Solmazer 12 Mart'a 24 saat kala Almanya'ya uçuruldu. Devrimci gençler kullanıldı. "
Bu satırlar, aslında 68 Masalı'nın en yalın özeti. Che Guevara'yı hâlâ ermiş zannedenler, Deniz Gezmiş'lerin verdiği kavganın, cunta hesaplarının esaslı bir ayrıntısı olduğunu fark edemeyenler, bizi aynı filme mahkûm ediyorlar. Doğrusu bu masalı bir kenara atıp, Hasan Cemal'in kurduğu şu köprü üzerinden etrafa bakmak. Geçmişle bugün arasında Hasan Cemal'in kurduğu köprü sağlam bir köprü: "...darbe süreci kesilecek mi, yoksa AKP kapatılarak başarıya mı ulaşacak, bilemiyoruz. Kırk yıl önce Deniz Gezmiş'lerin devrimci heyecanını kullanarak,'Onlara mısır patlatır gibi bomba patlattırarak' darbeye ortam hazırlamak isteyenler, bir süredir yine sahnedeler... "
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT