6-8 Ekim Olayları kime ne öğretti?
Türkiye’nin yakın tarihinde vuku bulan bu hadisenin üzerinden henüz 10 yıl bile geçmeden farklı ve hatta bazen bir birini nakzeden değerlendirme ve mülahazalara konu olması, yakın tarihte ve hepimizin gözleri önünde cereyan eden bir hadisenin bile istenildiğinde farklı mecralara çekilerek rahatlıkla manipüle edilebildiğini göstermektedir.
Olayları hatırlayalım: 2014 yılı Eylül ayı başından itibaren PYD’nin elinde tuttuğu Kobani’ye (Ayn-ül Arap) yönelik IŞİD saldırıları yoğunlaşmaya başladı. PYD’nin IŞİD karşısında bir varlık gösteremeyerek sürekli alan kaybetmesi ve Kobani’nin elden çıkacağının iyice belirginlik kazanması üzerine PKK ve HDP tarafından; başka alanlardan gelecek militanların Kobani’ye geçişinin sağlanması için Türkiye tarafından bir koridor açılması talebi dillendirilmeye başlandı. Türkiye’nin bu talebe sıcak bakmaması üzerine önce Murat Karayılan, hemen ardından da HDP’nin kurumsal medya hesapları üzerinden PKK’nin gençlik yapılanması YDG-H öncülüğünde başlatılan sokak olaylarına destek çağrısı yapıldı.
Esasında, IŞİD saldırısının devam ettiği Eylül ayı boyunca Kürt kamuoyunda oluşturulan Kobani hassasiyetinin küçücük bir kıvılcımla bir infiale dönüşebileceğini tahmin etmek zor değildi. Üzülerek belirtmem gerekiyor ki Kandil, HDP ve Demirtaş eşgüdüm içerisinde yakılan bu ateşe körükle gittiler. (Karayılan, HDP ve Demirtaş’ın yaptığı çağrılar haber sitelerinin sayfalarında duruyor. Dileyen kolaylıkla ulaşabilir)
Olaylar neticesinde 50’den fazla insan yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı, aynı şekilde yüzlerce ev ve resmi bina kundaklandı.
Özetleyerek anlatmaya çalıştığım 6-8 Ekim Olayları’nın perde gerisindeki siyasete ve sosyolojiye dikkat çekmek istiyorum. Aksi takdirde rakamsal ifadelere indirgenerek olmuş bitmiş bir hadise gibi değerlendirmek çok yanıltıcı olur.
Birincisi, 6-8 Ekim Olayları; Kürt kamuoyunda ilmik ilmik işlenerek büyük bir duyarlığa dönüştürülen Kobani hassasiyeti istismar edilerek sahnelenen bir ayaklanma (serhıldan) teşebbüsüydü. Olaylardan yansıyan görüntüler aynı şekilde bir iç savaşın provası niteliğindeydi. Nitekim bir yıl sonra cereyan eden hendek olayları ortaya çıkan bu tablodan esinlenilerek ve cesaret alınarak hayata geçirildi.
İkincisi, Bu olaylar; Türkiye’nin yumuşak karnını teşkil eden etnik, mezhepsel veya dini duyarlılıklara ilişkin sorunları çözümsüz bırakıp ertelediği müddetçe, en hazırlıksız olduğu zamanlarda ve hiç beklemediği veçhesiyle karşılaşma tehdidi altında bulunduğunu göstermiştir. 6-8 Ekim Olayları ve akabinde cereyan eden Hendek Olayları, Türkiye’nin adım adım bir iç savaşa sürüklendiği korkusunu hissettirdi. Yaşadığımız coğrafyada devam eden iç savaşlar ve kargaşa ortamını fırsat bilerek leş kargaları gibi payına düşeni alma telaşıyla bölgemize üşüşen emperyal güçlerin varlığı, bu tehdit algısı ve değerlendirmelerinin çok da afakî olmadığını göstermektedir.
Üçüncüsü, PKK ve HDP’nin Kürt Ulusalcılığına ilaveten sahip olduğu Sol/Seküler ideoloji sebebiyle bölgedeki dindar Kürtler için büyük bir tehdit olduğu bu olaylar vesilesiyle bir kez daha kanıtlanmıştır. Henüz 16 yaşında ve tek suçu kurban eti dağıtmak olan Şehid Yasin Börü şahsında sergilenen vahşet, esasında sözünü ettiğim bu din düşmanlığının ve dindar kesime yönelik öfkenin bir yansımasıydı. Yasin Börü’nün yanı sıra Mardin’de, Kızıltepe’de, Diyarbakır’da sakallı, sarıklı veya şalvarlı olduğu için birçok kişi IŞİD’çi damgasıyla saldırılara maruz kaldı. Aynı şekilde Kamışlı’da, Haseke’de, Rakka’da, Kobani’de dindar kimlikleriyle bilinen birçok kişi ya namaz kıldığı için veya eşi tesettürlü olduğu için PYD’nin baskıları sebebiyle evini barkını terk etmek zorunda bırakılmışlardır.
Dördüncüsü, Soruşturmalar neticesinde olaylarda dahli bulunduğu tespit edilen Selahattin Demirtaş ve kimi HDP mensupları üzerinden bir mağduriyet havası oluşturulmak istenmektedir. Gerek Demirtaş, gerekse onun şahsında HDP’nin, PKK güdümünde olduğu bilinen bir gerçektir. Bunun gönüllü veya mecburiyetten kaynaklı olması hiç önemli değil. Olay şudur: Bir siyasi parti, Türkiye’nin meri hukuku çerçevesinde siyaset yaparak hem ülkeyi yönetmeye ve bunun avantajlarından faydalanmaya talip hem de aynı zamanda silahlı bir örgüte payanda olmuş. Bunun makul bir izahı var mıdır? yıllardır siyaset sahnesinde arzı endam eden bu partinin kurumsal işleyişini, siyaset yapma biçimini ve yüklendiği misyonu hepimiz biliyoruz. Ben dağa gitmediğime göre demek ki silahlı mücadeleyi benimsemiyorum diyerek sivil ve legal alanı silahlı örgütün hizmetine koşturmak ayrı bir uyanıklık ve hüner ister.
Demirtaş’ın örgüt karşısındaki pozisyonunu anlamak bakımından geçen günlerde çarpıcı bir hadise yaşandı. Mersin Saldırısına yaptığı kınama sonrasında karargah tarafından “sinmişlikle” Duran Kalkan tarafından da “ukalalıkla” itham edildi. Demirtaş zeki adam, mesajı aldı ve hemen çark etti. HDP – PKK ilişkisi böyle bir ilişkidir. Yakın zamanda bir değişim beklemek safdillik olur.
Bu vesileyle başta Yasin Börü olmak üzere hayatını kaybeden tüm kişilere Allah’tan rahmet diliyorum.
YAZIYA YORUM KAT