
4 nesil bir arada dirilişe şahitlik
Yasin Aktay, Sezai Karakoç'un ortaya koyduğu şahitliğin ne ifade ettiğini inceliyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
4 nesil bir arada dirilişe şahitlik
Ömrünü, sözünü, mücadelesini üzerine ölü toprağı serilmiş bir toplumun dirilişine adayan müstesna Şair de bütün nesillerin dirilip amellerinin değerlendirileceği büyük günde dirilmek üzere Hakk’a yürüdü.
En sevgilisinden bir sürgün gibi hissedip yaşadığı bu hayatta nihai hedefi hep bu sürgünü bitirmek, büyük kavuşma anını en güzel şekilde yaşamaktı. Buna mukabil davası bu dünyada da bir dirilişin öncüsü, sözcüsü, şairi olmaktı.
Hem dirilişi dava edinip hem de bu dünyada ölmeden önce ölmeyi yaşamanın zahirdeki çelişkisi onu sürekli bir tedirginlik içinde, bir teyakkuz ve hassasiyet içinde tuttu.
Davadan herkes bahsediyor, ama bu dava için sarfettiğiniz her söz, attığınız her adım, yaptığınız her toplantı size belli belirsiz bir konum, bir mevki bir güç de çeker. Bu konum, bu mevki bu güç bu tedirginliği taşımayan, iliklerine kadar hissetmeyen herkes için ayartıcı bir imtihana da dönüşür. Dava adamının bu imtihandan sağ salim çıkması, elbette imkansız değil, ama çok zordur.
Bu imtihan karşısında samimiyet düzeyine göre insanın tamamen çekilmesi, tedbirini alarak girmesi veya aşırı özgüvenle tamamen atılması insanlar arasında ciddi farklar, imzalar, izler oluşturur. Takva elbette işin içinde tehlike var diye girmemek değil, yollar çamurlu diye yürümemek değil, ayaklarını sıvayarak, çamurun bulaşmasını engelleyecek tedbirleri alarak girmektir.
Sezai Karakoç’un hangi şekillerde bu dünya sürgününü yaşadığı bu bakımdan hiçbir eleştiriye yer bırakmayan, kemale ermiş bir güzellik ve takdir hissi bırakarak kendini anlattı. Verdiği mücadeleden kendisine biriken itibarı, takdir ve muhabbeti bile bir iktidara, bir kazanca tahvil etmeye çalışmayan bir takva yolunu benimsedi. Bu belki onu bir hareket lideri olarak ortaya çıkmaktan da alıkoydu. Bir parti kurup yönettiyse de bu partiden beklentisi hiçbir zaman mevcut siyasi partilerle rekabet etmek olmadı.
Diriliş neslini yetiştirmek için kelimeden tohumlarını şiir ve edebiyatın toprağına serpti. Ama onlara asıl gücünü veren şey o kelimelerin son derece sahih bir hayatın içinden gelmiş olmasıydı. Yapmadıklarını söylemeyen, söylediğine inanmayan şov şairlerinden değildi çünkü. Bir faninin yaşayabileceği en zor hayatı bir inat gibi değil, insanı gerçek mutluluğun deryalarına açan “özgür bir tercih olarak” yaşadı.
HİÇBİR ŞEY İSTEMEYENİN VAKUR ÖZGÜRLÜĞÜ
Kimseden bir şey beklemeyen, kimsenin methine ve ödülüne tamah etmeyen, bu haliyle de herkesten özgür ve bağımsız olmanın sırrına vakıf olan şair, yine de herkese gönlünden kopan herşeyi vermeye hazır bir merhamet çınarı gibi açıldı. Yani kimseden bir şey istememenin götürebileceği kinik lakaytlıktan da eser yoktu kendisinde.
Dünyaya metelik vermeyerek dünyaya efendilik yapmanın imkân ve ihtimalini gösterdi. Belki onun gösterdiği bu efendiliği herkes göremeyebilirdi ama ölümü dolayısıyla onu uğurlamaya koşan nesiller bu efendiliğin çok iyi görünmesini sağladı.
Selahaddin E. Çakırgil çok iyi ifade etmiş: “Sezâi ağabey bu kitlelere ne bir siyasî vaadde bulundu, ne onları coşturacak yaldızlı laflar etti.. Sadece, inancını ve tefekkürünü şair ruhunun potasında şekillendirdiği kelimelerle ifade ederek, onların ruhî dünyalarının en hassas tellerini titretti.”
Cenazesinde 4 nesilden insan vardı Sezai Karakoç’un. Sadece bu bile cenab-ı zülcelal’in aslında her dem bize gösterdiği diriliş mucizesinin bir tezahürü gibiydi. Bir çok değeri, ilkeyi gömdüğünden der yanılan X’iyle, Y’siyle, Z’siyle bütün kuşaklar.
Yaş yapraklardan yakacak çıkaran Mevlamız, her kıştan sonra bir baharla dirilişi her yıl bize tekrarlayan rabbimiz, hiç yoktan yarattığı mahlukatını toz haline gelmişse de tekrar diriltmeye kadir elbet. İnsanlar gaflet ve delalete düşmüşlerse de, kendilerini yaratanı unutup kendilerine hiçbir fayda veya zarar vermeyen nesneleri tanrılaştırarak ölü toprağı oluşturmuşlarsa da, bu dünyada da diriliş haktır.
ASIM’IN NESLİNDEN DİRİLİŞ NESLİNE
Sezai Karakoç’un hayat hikayesini okuyanlar bugünlerde yazı ve şiir hayatına Büyük Doğu’da başladığını öğreniyorlar. Ancak Tezkire Dergisinin “Sezai Karakoç’a 85. Yaş Armağanı” dosyasında (sayı 68, 2018) Mahmut H. Akın’ın ifade ettiği gibi onun hem fikir dünyası hem ruh ve kişiliği Necip Fazıl Kısakürek’ten ziyade doğrudan görüşmediği Mehmet Akif Ersoy’la daha yakın, onunla daha bir süreklilik halindedir, elbette ve doğal bazı farklarla.
Mehmet Akif Ersoy çökmekte olan bir İslam devletini hayatta tutmaya çalışıyor, can çekişmekte olan bir medeniyeti hayatta tutma misyonunu “Asım’ın nesline” yüklemeye çalışıyordu. Sözüyle, şiiriyle, mücadelesiyle ama en önemlisi tevazuu, samimiyeti, inancıyla sözü arasındaki muhteşem tutarlılığı ve bu tutarlığın insanda bıraktığı takdir ve güzellik hissiyle.
Sezai Karakoç ise üzerinden bir dehr, bir fetret geçmiş olan İslam ümmetini yeniden ayağa kaldırmak üzere bir “diriliş nesli” misyonunu ifade etmeye çalışıyordu.
Her ikisinde ortak olan zaten alemleri dokuyarak inşa eden güzelim sözleriyle amelleri arasındaki muhteşem tutarlılıktı.
Onların şairane sözlerine dünya ayrı bir mesken tutuyor ve o meskende nesiller kendilerine ayrı bir sekine buluyor. Şiir sözün mucizesini bir ayet gibi açıyor. Gerçeği, tecrübeyi, yaşamı öyle bir tasvir ediyor ki, siz içinde olduğunuz gerçeği dahi belki o kadar canlı ve hissederek yaşayamazsınız.
Herhangi bir şiirine özel olarak atıfta bulunmadan söylüyorum bütün bunları. Hem bugünlerde şiirinden yeterince sözler döküldü insanların yüreğine sadaka-i cariye kabilinden hem de herkes farklı şiirlerinden nasibini, nasibi kadarını almaktadır.
İşte öldü, dirilişin şairi de... Baki kalan bu kubbede hoş sadâsıdır, ki o sadâ dahi fani aslında. Baki kalan sadece veçhi rabbi zülcelal. Öldüren ve yeniden dirilten, ölümü ve dirilişi hayatımızda bize sonsuz örneklerle, defalarca göstererek haber veren sevgili, en sevgili...
HABERE YORUM KAT
Sezai Karakoç da, “Diriliş Nesli” tasavvurunda, tıpkı Akif gibi, Kur’an’a ve sünnete vurgular yapmakla beraber, ondan farklı olarak N. Fazıl çizgisini takip ederek, içinde her türlü hurafeci anlayışı, tasavvufu ve muharref geleneği de ayıklamadan muhafaza eden bütüncül bir “Doğu medeniyeti” (Gül medeniyeti) savunusu ile “kötülüğü temsil eden Batı medeniyeti”ne karşı çıkar.
Yanıtla (0) (0)Tarihte üretilmiş “İslam medeniyeti”ni ihya etmeyi, vahiyle ıslah, arınma ve yeniden inşayı gündemleştirmeden, pratiğe yönelik böyle bir proje üretip uygulama çabası içine girmeden, Müslüman halkları bünyesinde barındıran ülkeleri “İslam ülkesi” kabul ederek, kültürel, ekonomik ve siyasi alanda bu ülkelerin birliğini savunur.
“Diriliş nesli”ne de bu misyonu yükler. Ancak bütün Kur’an vurgusuna rağmen maalesef o da sağcı, “milliyetçi” anlayışlardan yakasını kurtaramaz. Bir tür sağcı/milliyetçi yaklaşımla, Türkiye’deki ayrışmayı şöyle izah eder. “İki insan oluşuyor: Tam Müslüman ve tam inkârcı. Tam sağcı yani tam Müslüman, tam solcu yani tam komünist. Biri tekrar geçmişe bağlanmış, İslam’ın en ideal dönemlerini örnek alarak geleceği değerlendirmek isteyen yeni ‘İslam insanı’ ; öbürü de İslâmlık, Türklük ve Anadolu’yla ilişkisini kesmiş, kökten yabancılaşmış Marksist tip.”
Evet, bir taraftan özlemini duyduğu nesli vahiy medeniyetiyle irtibatlandırmak isteyen ifadeler kullanırken, diğer yandan da “İslam insanı”nı İslam, Türklük ve Anadolu’yla ilişkisini kesmeyen ve bu anlamda sentezciliği esas alan bir sağcı olarak tanımlar. Ayrıca o, medeniyetin kendi içindeki bütün farklılıkları vahye uygunluk denetimine tabi tutmadan benimser.
Onun gözünde İbn Arabî de, İbn Teymiyye de aynı medeniyetin inşacısıdırlar. Bu anlamda tevhidi diriliş öncüsü Seyit Kutub’u da, geleneğin hurafelerini savunan Said Nursi’yi de kucaklar.
Onun temel meselesi, Osmanlı’nın çöküşünden sonra bu medeniyetin tekrar inşasıdır.
"Kur’an Nesli; Tarih, Medeniyet, İktidar Değil, Vahiy ve Kulluk Eksenlidir"
Kasım 2008- Haksöz Dergisi
https://www.haksozhaber.net/okul/kuran-nesli-tarih-medeniyet-iktidar-degil-vahiy-ve-kulluk-eksenlidir-5672yy.htm
Yanıtla (0) (0)