35. madde
Öteden beri askerî darbe ve müdahaleler konusunda benim görüşüm şudur: Hukuki açıdan meşru bir temeli yoksa da, askerî darbe (27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980) veya müdahalede (12 Mart 1971, 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007) bulunanlar kendilerine "kanuni gerekçeler" bulabiliyorlar.
Normalde anayasanın hukukun ruhunu yansıtan hükümlerden müteşekkil olması lazım. Ama 6. maddede yer alan "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır" hükmü, demokrasilerde nihai karar mercii olan Meclis'e ortaklar kılmaktadır. Türkiye'de darbe ve müdahalelerin birinci dayanağı budur.
İkinci dayanak, "değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez" maddeleri esasa bağlayan 4. maddedir. Periyodik olarak halktan yetki alan ve halka hesap veren Yasama ve Yürütme'ye mukabil, Yargı, yetkisini darbe dönemlerinde hazırlanan (1961 ve 1982) anayasalarından almakta; verdiği kararlar, yaptığı müdahaleler, göze aldığı yetki gaspları dolayısıyla kimseye hesap vermek durumunda kalmamaktadır.
Askerî darbe ve müdahalelerin üçüncü dayanağı TSK İç Hizmetler Kanunu 35. maddesinde ifadesini bulmaktadır: "Silahlı Kuvvetler'in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır."
Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumak TSK'nin vazifesi olunca, "kollama ve koruma"yı gerektiren "tehdit ve tehlike"nin tespit ve tayini de TSK'nin uhdesine geçmekte, en azından TSK bunu böyle anlamaktadır. Bu, 28 Şubat'taki meşhur deyimiyle "durumdan vazife çıkarma"ya kapı aralamaktadır.
12 Eylül 2010 günü referanduma konu olacak "kısmî anayasa değişikliği" yukarıda saydığımız üç ana gerekçeyi doğrudan geçersiz kılmıyor. Sadece her defasında esasa geçip TBMM'nin neredeyse fonksiyonlarını üstlenmeye başlayan Anayasa Mahkemesi'nin yapısında ve üye sayısında faydası sınırlı değişiklikler yapıyor. HSYK ile ilgili düzenleme de bu mesabededir. Ancak yine de bu "bir adım"dır. 6. maddeyle ilgili temel bir değişiklik yapılmadıkça atanmışların seçilmişler üzerindeki vesayeti devam edecektir. Sorun "bütün toplumsal kesimleri içine alan müzakereci siyasete dayalı yeni ve sivil bir anayasa metni"nin ortaya çıkıp hayata geçmesiyle çözülecektir.
Ama asıl doğrudan ve görünür gerekçe hiç kuşkusuz 35. maddedir. Bana göre, 35. maddenin tamamen kaldırılması darbe ve müdahalelerin görünür kanuni gerekçesini tümüyle ortadan kaldırma anlamına gelecektir. Hatırlanacağı üzere Balyoz darbe planlarını hazırlayanlar, kendilerine 35. maddeyi gerekçe göstermişlerdi.
Şimdi tarihî bir fırsat doğmuş bulunmaktadır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bu maddenin kaldırılması yönünde sarih bir teklifte bulunuyor. Cumhurbaşkanı ve TBMM Başkanı da buna destek veriyorlar. MHP karşı çıkmıyor, BDP sıcak bakıyor.
Burada sorumluluk AK Parti'de gözüküyor. AK Parti, 12 Eylül referandumuna "12 Eylül askerî darbesi ve sivilleşme-demokratikleşme" sloganıyla gidiyor. Çok da iyi ediyor. Bütün bir ülkeyi 12 Eylül'de sandık başına götürecek olan kısmî bir anayasa değişikliğidir. Ama 35. madde, doğrudan darbe ve müdahalelere dayanak olarak gösterilen kanuni düzenlemenin ortadan kaldırılmasını öngörmektedir. Yani teknik açıdan bu maddeyi ortadan kaldırmak çok daha kolay ve ucuzdur. Tabii ki sivilleşme ve demokratikleşmenin kazanç sağladığı bir ülkede CHP kendince birtakım "siyasi hesaplar" yapmıştır. Ama bu hiç önemli değildir; önemli olan, darbe heveslilerinin görünürdeki kanuni gerekçelerini ortadan kaldırmaktır. Yani bu konu, partiler arasındaki rekabet ve çıkar hesaplarından çok daha önemlidir. AK Parti, hiç tereddütsüz bu teklife destek vermeli. Ben CHP içinden bazılarının "Biz bu teklifi uyukluyorken dillendirdik, şimdi vazgeçtik" demelerinden korkuyorum. Öyle bir şey olsa sorumlusu bütün partiler olur. Bu, tarihî bir fırsattır. Kimse ipe un sermeye kalkışmasın. [email protected]
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT