1. YAZARLAR

  2. YILMAZ ÇAKIR

  3. 31 Mayıs Vakıası ya da Darbe İsterük!
YILMAZ ÇAKIR

YILMAZ ÇAKIR

Yazarın Tüm Yazıları >

31 Mayıs Vakıası ya da Darbe İsterük!

04 Haziran 2013 Salı 19:52A+A-

Kemalist vesayet sisteminin imtiyazlı müntesiplerinin “Altın Çağ” özlemlerinin, “seçimli-sandıklı” döneme geçilir geçilmez zayıflaması bildik bir olgudur. Bu sınıfların her seferinde halktan ve seçimlerden kaçarak sığındıkları tek yerin militarizmin kucağı olması da aşina olunan bir durumdur. Seçilmiş başbakanları asmaktan, iktidarları tehdit ve şantajla alaşağı etmeye kadar bir dizi menfur olayın hafızalardaki tazeleğini koruduğu bir ülkede, bu ülkede, mezkur çevrelerin “hazımsızlıkları” ise gündemden hiç düşmez. “Çoban” nitelemesi ve kıyası ile başlayıp, “bidon kafalı” ve “göbeğini kaşıyan adam” tasvirleri ile ortaya çıkan “haset”, kendi kifayetsizliğini, hep bir “hami” ya da “abi,” arayışı ile gidermek ister. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi değil; “bütün oyuncaklara” sahip olmak isteyen çocuk gibi, mızmızlanır, hırçınlaşır ve hatta saldırganlaşır.

Her sıkıştıklarında yanlarına koştukları/kaçtıkları “ abi”lerinin kendilerine yeterli “himmeti” gösteremeyişleri, şimdilerde onları “park”a itmiştir. “Park”lardan yükseltilen ateşlerin, yürekleri tutuşturan “devrim ateşi” olmayıp, “kamp ateşi” olduğu herkesçe bilinir. Kamp ateşinin cılız alazları ile sokakları aydınlatmak değil, ancak yıkmak ve yakmak mümkündür. Fotoğraf karelerine yansıyan otomobiller, otobüsler, dükkanlar ve mekanlar bunu söylemektedir, bunu göstermektedir. “Sokakları temizleyen eylemciler” haberleri propagandif ve kaba tezvirattandır. Biz bu ülkede yaşayan Müslümanlar olarak, nice dezenformasyona, nice kara propagandaya şahit olduk. Yani medya yalanlarına karşı şerbetliyiz. Siz varın, “sosyal medya” namlı, yeni yetmelerin “takıldığı” yerlerde icra-i faaliyette bulunun. Nasıl olsa “yalancının mumu yatsıya kadar.”

Sokakları birbirine katmayı, sokaktakileri sürece katmak sananlar fena halde yanılmaktadırlar. Futbol fanatiklerinin izdüşümsel karşılıklarını, sol örgüt flamaları ile “sos”lamak da, özgürlük talepleri ile süslemek de bu gerçeği gizleyememektedir. Bu toplulukların ve eylemlerin gerçek karakterini, “lümpenlik ve burjuva seçkinciliği” biçimlendirmektedir. Gerisi ya da geridekiler, “tiyatro dekoru”dur. Yani gerisi boştur… Gerisi “boş” olanların arkalarını dolu göstermeye ihtiyaçları vardır. Dile getirilen taleplerin, ortaya konan öfkenin “yaşam tarzı” mihverinden yapılması da bu yüzdendir. AVM karşıtlığının da, ağaç muhabbetinin de bu çevrelerden sudur etmesinin hiç bir inandırıcılığı yoktur.

Laik olmayı öne çıkaran önemli bir kesim, AK Parti’nin iktidara geldiği ilk günden beri, durumu içlerine sindirememişler, her vesile ile hatta olur-olmaz ve yüksek perdeden seslerini çıkarmaktan geri durmamışlardır. Uzunca bir süredir biriktirdikleri öfkenin, nefretin akacak bir kanal bulması için de adeta seferberlik ilan ettmişlerdi. Silivri’de darbecilerin yargılanmalarında hüküm aşamasına gelinmiş olması ise bu koroyu “can havli enerjisi” ile bütünleştirmişti. O saatten sonra, atılan her adım, konuşulan her söz “iki” kere değil, “iki yüz” kere daha dikkat içermeliydi. Ne var ki, bu olmadı. Olmayınca da pusuda bekleyen ne kadar darbe meraklısı varsa sıkıştıkları alanlardan çıkarak son bir “huruca” geçtiler. Darbecilerin yanlarına, yedeklerine, hoşnutsuzları almaları, arkalarına solcuları takmaları, liberal ya da dindarlardan bile taraftar bulmaları kimseyi şaşırtmamalı. Filmin asıl oğlanı “dublör”lerden sonra avdet edecek… Kim demiş darbecilikten uzaklaştırılanlar, malum huylarından da bütünüyle vaz geçtiler diye… Üstelik bu kesimlerin artık, elerinde makul ve masum bir “manivela” da var! Bütün hayalleri, “Ağaç”tan yapılan bu aletin, hükümetin altına iyi tutulması ile tarihin olmasa da talihlerinin değişmesi... Son derece imkanlı, büyük oranda örgütlü ve öfkeli bu kesimlerin gereksinimleri olan ; “fırsat, mekan ve zaman”dı…

Ağaçlara sahip çıkmak, çevre tahribatını önlemek, yeşilin korunmasını sağlamak, siyaseten karşı konulamayacak masum ve meşru talepleri temsil ederken; yıkılacak yerlere AVM yapılacağı söylentisinin yaygınlaştırılması da muhatapların aç gözlülüğüne, hırslarına, vandalizmine yorulacaktı. İşte “fırsat” buydu. İkinci ihtiyaç kalemi neydi? Mekan… Öyle ya, lümpen taife, darbeci koro, laik seçkinler, varoşlardan, muhafazakar, dindar çevrelerin “mekan”larından, “sıçrama hareketi” yürütemezlerdi. Batılılaşmanın, batıcılığın temsil edildiği, ve aynı zamanda “beyazların” oturduğu, eğlendiği (!) onların kuvvetli, güçlü olduğu bir yerden, daha müsait bir “mekan” olamazdı. Ve şimdi bu yer, Taksim olarak karşılarındaydı… (Hani, 28 Şubat’çıların burada camii “yapım niyeti”ni bile “suç” kapsamına soktukları belde…)  Geriye/geride üçüncü ve sonuncu olarak “zamanlama” kalıyordu. Bunun için de “içki düzenlemesi” ve “üçüncü köprü ismi” etrafında oluşturulan “dumanlı hava” iyi gelecekti. Darbeciler, adeta “unu, yağı ve şekeri ” bulmuşlardı. Artık mutfaklardan “tencereler” de çıkartılmalı ve “darbe helvası” pişirilmeliydi..

 Hesap buydu ve budur. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı defalarca tecrübe edilmiş olmasına rağmen kibirli, tepeden inmeci elitist tahakkümcülerin, başka bir seçenekleri de görünmemektedir. Seçim yoluyla yakında bir başarı yakalayacaklarına da inanmadıkları için var güçleri ile saldırıya geçmişlerdir. Üstelik bu sefer daha dikkatli ve geçmişten ders çıkarmış gibi, yeni taktiklerle hareket etmektedirler. 28 Şubat’ta karşı cepheyi bütün unsurları ile aynı kefeye koyarak yok etmek isteyenlerin şimdilerde hedeflerinde Ak Partiden daha ziyade, Tayyip Erdoğan’ın olması dikkat çekicidir. Karşı oldukları cenahın en tepesine ve şimdilik sadece oraya hücum hiç de fena bir fikre benzememektedir!!! Sonu nereye varır bilinmez ama, Kemalist darbecilerin bu hususta “ilginç ortakları” da olacağa benzemektedir. Oysa, körle yatanların şaşı kalkacağı söylenir.. Birilerini “tek adam diktatörlüğü” kurmakla itham edenler; bu ülkenin yıllardır ve halen Mustafa Kemal’e nispetle, nasıl bir tek adam yüceltmeciliği ile yönetildiğini görmüyorlar mı? Darbecilerin karşılarında dik durmaya, tavizsiz durmaya ihtiyaç vardır. Bunun adı tek adamlık olmayıp; inisiyatif almak, dirayetli olmaktır. Suriye’de yarım yüzyıldır “babadan-oğula” ülkeyi yöneten Esed’in yanında ve safında durarak, diktatörleri alkışlayanların iddialarının ve ithamlarının hiç bir hükmü olmamak icabeder.

Ulusalcı, laik, kemalistlerin ve daha pek çok kişinin ve kesimin, Kürt siyasetine önerdiği “Meclis’te siyaset”e ne oldu? Şimdi mecliste siyaset Türk ulusalcılarını kesmiyor mu? Kürt ulusalcılarına “ silah ve sokak” ile arana mesafe koy diyenler; seçilmiş iktidarı devirmek söz konusu olduğunda, “gerisi teferruat” mı diyecekler ?! Bu gün İzmir’de parti binası yakılmasını onaylayanların; dün, Sivas provokasyonun ve tahrikinin ardından sürek avına çıkmaları ilginç değil mi? Bu gün sokakları ateşe verenleri özgürlük savaşçıları gibi lanse edenlerin; dün, başörtüsü yasaklarını protesto etmek için oluşturulan ve milyonlara varan insanın iştirak ettiği “el-ele” eylemcilerini tehdit ve teşhir yarışına girmeleri tuhaf değil mi?! Tutarsızlığın, yalancılığın, iki yüzlülüğün, pişkinliğin ve dahi pisliğin bu kadar yaygın olduğu anlayışların, baskın olduğu siyasetlerin başarma şansı olabilir mi?!

Son olarak; edilgenliği, sessizliği “edep” kılıfında pazarlayanlar, lüks jeeplere binmeyi “cihat için besili atlar” hazırlamayla takas edenler, salonlar-masalar lehine olmak üzere, “sokağı-sloganı” sürekli itibarsızlaştırıp, bunları tahfif edenler de bilmeliler ki, hayat her yerdedir; mücadele de öyle… Ne “iktidar yan gelip yatma yeridir”, ne de siyaset ve mücadele bir partiye ya da liderine havale edilecek kadar fantastiktir…

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum
  • Arif Şahin / 12 Haziran 2013 23:54

    Gelinen nokta itibari ile Yılmaz ÇAKIR'ın Gezi Parkı Eylemi ile ilgili tespitlerinin ne kadar isabetli olduğu açıkça görülmektedir. Gezi Parkı eylemcilerinin talep,eri ile Taksim Eylemcilerinin talepleri giderek netleşmeye yüz tutarken, toplumun siyasi ve içtimai tercihleri ile patolojik sorunu olanların talepleri giderek ayrışmaya başlamıştır. Lümpenlerin ve Ergenlerin taleplerinin hükümet tarafından emir telakki edilmemesi üzerine başvurdukarı cinnet/şiddet eylemleri toplumda eylemcilerin gerçek niyetlerine dair bir kanaat oluşturmuştur. Lümpenlik ve serserilikten bir kalkışma üretmeye çalışan siyaset-medya-sermaye çevreleri topluma karşı giriştikleri bu kalkışmanın hesabını er ya da geç vereceklerdir.

    Yanıtla (0) (0)
  • Şule / 06 Haziran 2013 20:35

    Yılmaz abinin yazılarını özlemişiz.
    Karışık gibi görünen noktaları güzel bir şekilde açıklığa kavuşturmuş. Zihnimizdeki soru işaretlerine temas etmiş. Allah kendisinden razı olsun. Olaylara adaletli ve Müslümanca bakmak böyle olmalı. Yazılarınızın devamını bekliyoruz..

    Yanıtla (0) (0)
  • şenel mutlu / 05 Haziran 2013 17:42

    yılmaz kardeşimin kalemine ve yüreğine sağlık zamanında yerinde bir yazı olmuş Necmettin Asma kardeşim bu yazıyı dikkatli bir şekilde okuyarak çok güzel karikatürler çıkarabilir Allah'ın selamı müminlerin üzerine olsun

    Yanıtla (0) (0)
  • ali ihsan kayagil / 05 Haziran 2013 11:44

    AKP hükümeti 11 yıldır devam etmekte.Hükümeti hazmedemeyen malum çevreler son yıllarda ağızlarına şu yalanı doladı."AKP kendi vesayet sistemini oluşturdu.Başbakan tam bir diktatör.Şu soruyu sormak gerkmiyor mu?AKP nin 11 yıllık hükümet döneminde başı açık bir bayan vatandaşımıza herhangi bir kısıtlama yada kötü muamele yapılmış mıdır?Halbuki başörtülü bacılarımıza uygulanan baskılar ve kısıtlamalar hala devam etmektedir.Başbakan diktatör diyenlere sormak gerekiyor.Hangi ülkede bir diktatöre ve eşine alanen küfürler ve hakaretler yapılabilir.Halbuki bu ülkede biz biliyoruz ki diktatörlerin dokunulmazlıkları var onlar için çıkarılmış"koruma kanunları"var.Ve onlara "bu adam"diyen bir yazar bu ülkede yargılanabiliyor.Darbeciler yıllardır bu ülkede hep aynı tiyatroyu oynuyorlar.İkinci Abdulhamit ve Adnan Menderes dönemine de baskıcı dönem dediler,1908 ve 1960 da yaptıkları darbeleri devrim diye yıllarca kutladılar.Benzeri senaryoları 28 Şubat sürecinde de yaşadık.Sol guruplar bütün dünyada olduğu gibi Türkiyede de işçi devrimi gerçekleştiriceklerdi.Özellikle AKP iktidarı ile beraber sol grupların ne kadar delikanlı olduklarını gördük.İşçi devrimini birdenbire unuttular ve askeri, darbe yapmaya çağırdılar,anayasa mahkemesinden medet umdular,PKK hareketiyle ve Katil Esed le bütünleşerek AKP yi devirme çabaları içine girdiler.Şimdi de sözüm ona "ağaç sevgisi"adı altında oluşturulan rüzgarın arkasına sığınarak AKP yi yıkmaya çalışıyorlar.Doğrusu acınacak durumdalar ve ne kadar delikanlı olduklarını da bu vesilelerle görmüş oluyoruz.Bu durumdan Türkiyeli müslümanlar olarak dersler çıkarmamız gerekiyor.Şu soruyu kendimize sormamız gerekiyor."Başörtüsü davamıza nekadar sahip çıkabildik ve ne kadar meydanlarda olabildik?

    Yanıtla (0) (0)
  • mustafa / 04 Haziran 2013 23:18

    Ulusalcı, laik, kemalistlerin ve daha pek çok kişinin ve kesimin, Kürt siyasetine önerdiği “Meclis’te siyaset”e ne oldu? Şimdi mecliste siyaset Türk ulusalcılarını kesmiyor mu? Kürt ulusalcılarına “ silah ve sokak” ile arana mesafe koy diyenler; seçilmiş iktidarı devirmek söz konusu olduğunda, “gerisi teferruat” mı diyecekler ?! Bu gün İzmir’de parti binası yakılmasını onaylayanların; dün, Sivas provokasyonun ve tahrikinin ardından sürek avına çıkmaları ilginç değil mi? Bu gün sokakları ateşe verenleri özgürlük savaşçıları gibi lanse edenlerin; dün, başörtüsü yasaklarını protesto etmek için oluşturulan ve milyonlara varan insanın iştirak ettiği “el-ele” eylemcilerini tehdit ve teşhir yarışına girmeleri tuhaf değil mi?! Tutarsızlığın, yalancılığın, iki yüzlülüğün, pişkinliğin ve dahi pisliğin bu kadar yaygın olduğu anlayışların, baskın olduğu siyasetlerin başarma şansı olabilir mi?!

    Yanıtla (0) (0)