Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Yazarın Tüm Yazıları >

31 Mart

31 Mart 2010 Çarşamba 05:09A+A-

31 Mart İsyanı 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanmanın adıdır.. 31 Mart aynı zamanda irtica tartışmaları için de bir milattır.. Rumi takvime göre 31 Mart 1325’te olduğu için bu adla anılmıştır.

Yoksa olay miladi takvime göre 13 Nisan 1909’da yaşandı.. Aslında 14 gün sonra 31 Mart’ın 101. yılını idrak etmiş olacağız..
Daha önce tıbbiyeliler arasında örgütlenen, daha sonra askerler içinde gizli bir ihtilal cemiyetine dönüşen İttihat Terakki Cemiyeti’nin iktidarı tam olarak ele geçiremeyerek dolaylı bir denetim kurması sonucu ortaya çıkan politik istikrarsızlık ve çatışmalara, suikastlara 31 Mart Vakası da deniyor..
Olay, büyük ölçüde bu gün ortaya çıkan darbe planlarına benziyor. Şeriat, irtica, bölünme, demokrasi tartışması hepsi var.. Mesela Derviş Vahdeti 31 Mart’ın en önemli figürlerinden biri. Prens Sabaheddin’in ademi merkeziyetçi görüşleriyle sahnede. Volkan Gazetesi, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin yayın organı durumuna gelmiş. Halk huzursuz.. Bundan sonra bu işlerin nereye varacağı belli değil.. Türkleşmek, muasırlaşmak, İslamlaşmak, azınlıklar hepsi gündemde.. Zaten bu gürültü içinde Osmanlı kendini bir anda Çanakkale’de buldu. Bugün hâlâ tartıştığımız tehcir olayı.. 10 yıl sonra 1919 şartlarında bulduk kendimizi. Ruslar Kafkaslar’dan, Yunan İzmir’den, İngiliz ve Fransızlar Filistin’den girmişler içeri.. Anadolu’nun işgali başlamış..
Bugün hâlâ tartışmaya devam ettiğimiz İsrail’in kuruluşuna gidilen yol o günden başlamıştı..
31 Mart’la irticayı ilişkilendiren olay 12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece yaşandı.. Taksim Kışlası’ndaki Avcı Taburu’na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan’ın önünde toplandılar ve laikçilerin propagandasına göre “ülkenin şeriata göre yönetilmesini” istediler. Bu olayı “irticai ayaklanma” diye takdim edenler oldu.. Kimse şunu sormadı: “Peki ülke o güne kadar neyle yönetiliyordu? Padişah olan zat aynı zamanda hilafet makamında oturmuyor muydu? O zaman kim kimden ne istiyordu?” Peki bu ayaklanma neydi? Demek ki müesses nizamdan inhiraf vardı ve birileri hukukun gereklerinin yerine getirilerek müesses nizamın korunması için Meclis’ten talepte bulunuyordu..
İngiltere bu süreçte, Almanların yönetimde etkin olmasını istemiyor ve geleneksel, örfi yapının sürdürülmesi için lobi yapıyordu. Sonuçta Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükümet üyeleri tek tek istifa etti.
Ama olaylar bir türlü kontrol edilemedi ve bu durumu fırsat bilen birileri devreye girerek siyasi suikastlar gerçekleştirmeye başladılar.. Adliye Nâzırı Nâzım Paşa İttihatçı Ahmet Rıza Bey sanılarak isyancılar tarafından, mebus Emir Şekib Arslan Bey de gazeteci Hüseyin Cahid sanılıp öldürüldü. Tam bir karmaşa halinde, herkes yeni hükümetin teşkili konusunda karşısındakine saldırıyordu.. Saray etkisizdi, askerler arasında hiyerarşi ve disiplin kaybolmuştu.. İsyancıların, İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürdükleri haberi yayıldı. Hükümet ve meclis kontrolü kaybetti. II. Abdülhamid yeniden duruma hakim oldu ise de İstanbul’da denetimi elinden kaçıran İttihat ve Terakki asıl merkezi olan Selanik’teki 3. Ordu’yu harekete geçirdi. İsyancılar 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece İstanbul’a girmeye başlayan Hareket Ordusu’na başarısız bir direniş gösterdikten sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan Yeşilköy’de olağanüstü toplanarak, düzenin sağlanması için Hareket Ordusu’nun operasyon yapmasının gerektiğine karar vermişti.. Operasyonla birlikte örfi idare ilan edildi ve ayaklanmacıların önderleri Divan-ı Harp’te yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar.
Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan, 27 Nisan’da, İttihat Terakki’nin gölgesinde Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanarak II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, yerine V. Mehmet Reşat’ın geçirilmesi ile yönetimde bir değişikliğe gidilmesi sonucu fiilen bir darbe gerçekleştirilmiş oluyordu.. Abdulhamid bu darbeden hemen sonra Müslümanların Halifesi sıfatını taşımasına ve bu olaylarda hiçbir sorumluluğu bulunmamasına rağmen, Selanik’e sürüldü ve Yahudi zengin iş adamı Alatini efendinin evinde mecburi iskana tabi tutuldu.. Kendisine bu durumu tebliğ edenlerin büyük çoğunluğu gayri Müslimlerden oluşuyordu.. Aslında Divan-ı Harp, II. Abdülhamid’i yargılamak istiyordu. Ama yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.
1912’ye kadar Selanik’te ikamet eden Abdülhamit Selanik’in Yunanlılara 12 Kasım 1912’de savaşmaksızın teslimi sonrasında Beylerbeyi Sarayı’na getirilecek ve 1918’deki ölümüne kadar burada hayatını sürdürecekti. 31 Mart sonuçta kurtların kuzulardan hesap sorması hadisesidir.. Dağdan gelenlerin bağdakileri kovmasıdır..
Alatini efendi, aynı zamanda, Türkçe bilmeyen Yahudi çocuklarını haham yetiştirmek üzere kurulan bir Sabetayist Kabbala mektebi olan Şimon Zwi mektebinin de finansörü idi.
Mustafa Kemal Trablusgarp’taki görevinden sonra Balkanlar’a gelmiş, oradan bu Hareket Ordusu ile İstanbul’a gelmişti.. Kısa süre sonra Çanakkale Savaşı başladı. Ardından Filistin Cephesi’ne gitti. Filistin bozgunundan sonra Adana üzerinden İstanbul’a gitti. 1919’da Samsun’a hareket etti ve gerisini biliyorsunuz işte..
Osmanlı’nın son zamanlarında yaşanan bir olay neden Ankara’dakileri böylesine ilgilendirir onu düşünmek gerek. Abdulhamid’e ‘Kızıl Sultan’ diyenler kimlerdi? Rusya’ya saldıran kimdi? Ermenileri tehcir edenler kimlerdi, Abdulhamid’i sürgüne gönderen kimlerdi ve kendi icraatlarından dolayı kimi sorumlu tuttular?. Bir kısım askerin, halifeden İslam birliğini tesis ederek, yeniden hukuk düzenini yerleştirmesi ve Müslümanların içine düştükleri tefrika ve karmaşanın önüne geçilmesini talep etmesi bile irtica sayıldı ve bir kısım insanlar bitmeyen bir kin ve öfkeyle, bugüne kadar irtica ve mürteci yaygarasını sürdürdüler..
“İrtica” İslam’ın, “mürteci” Müslümanların sıfatı haline getirildi adeta.. “İrtica ile mücadele istila ile mücadeleden daha zor ve elzem bir hadisedir” diye yazdılar taşlara ve getirip Bursa Kalesi’ne diktiler mesela..
Hâlâ İttihat Terakki’nin izinden gidiyorlar. Aynı darbe tehdidi bugün de devam ediyor..
“Çanakkale geçilemez”di değil mi? Sahi İstanbul nasıl işgal edildi? Çanakkale Savaşı’nı kazandık da, 3 yıl 2 ay gibi bir zamanda, bu kadar sürede ETİBANK’ı bile özelleştiremezken, koca bir imparatorluk nasıl tasfiye edildi ve yağmalandı, hiç düşündünüz mü? Bu kanaati kökleştirmek çabasındaki kendi resmi tarihlerini icad sevdasındaki yazarlarımıza ve bunlara sponsorluk yapan belediyelerimize ithaf olunur! Çanakkale’yi, Allahuekber Dağları’nda yaşanan dramı, Filistin Cephesi’ni, Çanakkale Savaşı’nın nasıl başladığını, Limon Von Sanders’i birlikte düşünün, o zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız..
Mehmet Akif “İrticaın sizin lehçede manası bu mu” diye sorarken aslında bunları anlatmak ister..
Hâlâ 1900’lerin başında gibiyiz. Hâlâ Gaspralı İsmail’in, ya da Yusuf Akçura’nın sorduğu Ziya Gökalp’in cevabını aradığı şu soru Türkiye’nin gündeminde:
-Türkleşmek mi, İslamlaşmak mı, Garplılaşmak mı?
Türkocağı, Halkevleri bunun için kuruldu.. Kimi Türk milletindeniz, İslam ümmetindeniz, garp medeniyetindeniz dedi. Kimi dini sekülerize etmeye çalıştı, ama bu kavga hâlâ devam ediyor.. Muasır medeniyet arayışı, AB, ılımlı İslam, Jön Türk hareketi hâlâ kaldığı yerden sürüyor.. Bizim bir kısım ulusalcılar Tekin Alp (namı diğer Moiz Kohen)’in, Lazaro Franco’ların peşinden emin adımlarla yürümeye devam ediyorlar..
Türkiye, bir ırmağın yatağını araması gibi kendi yolunu arıyor. Ama önce kendi geçmişi ve gerçekleri ile yüzleşmeyi öğrenmesi ve sonra da geleceğimiz için bir şeyler yapmamız gerekiyor.. Tarihle övünerek ve dövünerek değil, tarihten ders alarak! Gideceği yeri bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar fayda sağlamaz.. Selam ve dua ile..
NOT: Bugün, İnşallah 14.00’de Dilovası Belediyesi tarafından düzenlenen Dilovası Kitap Fuarı’nda, saat 20.00’de Sakarya’da, İlim Yayma Cemiyeti tarafından düzenlenen, Serdivan Belediyesi Düğün Salonu’nda gerçekleştirilecek toplantıda, “Yargı ve Siyaset Ekseninde Demokrasi” konusunda konuşacağım..

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT