28 Şubat’ın Kirli Yollarında Yürümek!
Hakan Albayrak, Büyükada hadisesini ele aldığı yazısında, casusluk manşetleri atan medya organlarının yayınlarının 28 Şubat’ta sıkça karşılaştığımız taammüden yalancılık durumunu hatırlattığını söylüyor.
Casusluk Tezviratının Sonu
Hakan Albayrak / Karar
Büyükada’da insan hakları konulu seminer kisvesi altında düzenlenen toplantı aslında 15 Temmuz Darbe Teşebbüsünün devamı niteliğinde bir tezgâhmış… Masada büyük bir Türkiye haritası varmış; o harita üzerinde kaos planı yapılmış… Katılımcılardan birinin bilgisayarından Türkiye’yi bölünmüş gibi gösteren bir harita da çıkmış… En önemlisi, Alman Konsolosluğu’nun, Büyükada ekibinin başı olan Peter Steudtner’in cep telefonuna, Berlin tarafından adım adım izlenmesine yarayan “Elephant” isimli bir program yüklediği tespit edilmiş…
Bazı anlı şanlı gazetelerimize ve televizyonlarımıza göre bunlar ajan provokatörlüğün ve casusluğun şeksiz şüphesiz delilleriydi.
Gelin biraz yakından bakalım bu “delil”lere…
***
Üzerinde kaos planı yapıldığı ileri sürülen Türkiye haritasından başlayalım. Aslında, katılımcılardan birinin A-4 kâğıda çizdiği bir harita bu. Söz konusu toplantıda mütercim olarak bulunan bir şahıs, mahkemedeki ifadesinde konuyu şöyle anlatmış: “...Daha sonra medyada çıkan haberlerde bir Türkiye haritası üzerinde bazı planlar yapıldığını okudum. O haritayı Alman vatandaşı olan eğitmen şahsın katılımcılardan hatırladığım kadarıyla son bir haftada ya da bir ay içinde sizi etkileyen önemli bir olayı resmedin demesi üzerine Özlem Dalkıran’ın çizdiğini hatırlıyorum. Daha sonra bu harita üzerinde herhangi bir konuşma geçmedi.”
Hikâyenin teferruatı için, Yıldıray Oğur’un 5 Ağustos 2017 tarihli Karar’da çıkan “Büyükada’da aksayan vapur seferleri üzerine” başlıklı yazısına bakalım: “Toplantı sırasında stresle baş etme eğitimi verilirken iki yıldır Suriyeli mültecilerle çalışan BM çalışanı Veli Acu, bir cinsel taciz hikayesi anlatmış, katılımcılar bu olaydan çok etkilenmiş ve bazıları ağlamıştı. Bunun üzerine eğitimi veren Peter Peter Steudtner, katılımcılardan kendilerini strese sokan şeyleri çizmelerini istemişti. Squash oynayan avukat İlknur Üstün, üzerine gelen toplar çizmiş, Diyarbakır’dan katılan avukat Şehmuz Özbekli, klastrofobik olduğu için asansör çizmiş, Özlem Dalkıran da Güneydoğu’da savaş, İstanbul ve Ege kıyılarında yapılaşma, Karadeniz’de HES’ler gibi kendisini strese sokan sorunları bir Türkiye haritası üzerinde resmetmişti.”
Gelelim, Türkiye’yi bölünmüş gibi gösterdiği ileri sürülen haritaya. Ortadoğu’nun hangi bölgesinde hangi dilin konuşulduğunu gösteren bir haritadan bahsediyoruz aslında. Her dil havzası için ayrı bir rengin kullanıldığı, mesela Türkiye’nin falan bölgesiyle Suriye’nin filan bölgesinde aynı dil konuşuyorsa ikisinin aynı renkte gösterildiği, ama Türkiye’nin ve diğer ülkelerin resmî sınırlarının hiç tahrif edilmeden ve gayet belirgin şekilde yer aldığı bir harita. Bu da yanlış alarm.
Son olarak, Alman Konsolosluğu tarafından Peter Steudtner’in cep telefonuna yüklendiği iddia edilen ve casusluğun en önemli kanıtı gibi sunulan “Elephant” programına gelelim. Aslında yok öyle bir şey. Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın “Elefand” (Eelektronische Erfassung von Deutschen im Ausland / Yurtdışındaki Almanların Elektronik Kaydı) diye bir uygulaması var ama bunun cep telefonu uygulamalarıyla hiçbir alâkası yok. Ülke dışına çıkan Alman vatandaşlarına, başlarına kötü bir şeyin gelmesi halinde büyükelçilik yahut konsoloslukların hızlı bir şekilde müdahale edebilmesi için, internette bir “Elefand” formu doldurarak, telefon numaralarını, elektronik posta adreslerini, gittikleri ülkelerdeki adreslerini ve bir arada olacakları kimselerin irtibat bilgilerini, ayrıca Almanya’daki yakınlarının da adreslerini ve telefon numaralarını bildirmeleri tavsiye ediliyor. Hepsi bu. Siz de isterseniz Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın internetteki ilgili sayfasına (elefand.diplo.de) girip, Peter Steudtner ve daha yüzbinlerce Alman’ın doldurduğu formdan doldurabilirsiniz.
***
Hülasa, düpedüz yalan söylendi bu konularda. 28 Şubat medyasının izinden giden gazetelerimiz ve televizyonlarımız, Büyükada Davası sanıklarına düpedüz iftira attı. Yalanlarıyla, iftiralarıyla hem kamuoyunu hem de siyasi iktidarı etkiledi. Türkiye’yi saçma sapan bir senaryoyla aylarca meşgul etti ve o sanıkların aylarca zindanda tutulmasını ‘makulleştiren’ zehirli bir atmosfere yol açtı.
Yıldıray Oğur gibi gazeteciler gerçekleri bir bir ortaya çıkardığında geri adım atabilir, sanıklardan ve yanılttıkları okuyucularından/izleyicilerinden özür dileyebilirlerdi, ama onu da yapmadılar. Savcılığın iddianamesi ajanslara düşüp, sanıkların casusluk veya kaos planlamakla filan suçlanmadığı, terörist de ilan edilmediği (sadece “terör örgütlerine mensup şahıslarla ve ülkemiz Anayasal düzeni aleyhine faaliyet yürüten kurum ve kuruluşlarla ilişki ve irtibat”ta bulunduklarına dikkat çekildiği) ortaya çıktığında bile kendilerini tekzip etmeye yanaşmadılar. Öyleyse, yalanlarının taammüdî (kasıtlı) olduğunu, bile isteye iftira attıklarını söyleyebiliriz.
Büyükada Davası’nın bütün tutuklu sanıkları (8 kişi) evvelki gün tahliye edildi. Peter Steudtner’in Almanya’ya dönüşüne izin de verildi. Elde kalan son suçlama olan “terör örgütlerine mensup şahıslarla ve ülkemiz Anayasal düzeni aleyhinde faaliyet yürüten kurum ve kuruluşlarla ilişki ve irtibat”ın mahiyeti de pek öyle dramatik değilmiş demek. Gelin görün ki, aylardır ‘büyük casusluk skandalı’ tezviratı yapan medya mensuplarında hâlâ mahcubiyetten eser yok. Vicdanları sızlamadığı gibi, inandırıcılıklarını kaybetmekten ötürü meslekî bir kaygı da duymuyorlar. Ya okuyucuya / izleyiciye ihtiyaçları yok veya “Bizim okuyucularımız / izleyicilerimiz salaktır” diye düşünüyorlar.
Tahliye edilen Büyükada Davası sanıklarına ve ailelerine geçmiş olsun, gözünüz aydın diyorum.
HABERE YORUM KAT