28 Şubat’ın fiilî darbe tarihi
Takvimler 13 Haziran 1997’yi gösterirken darbe geldi gelecek havası ülkede hâkimdi. O kadar ki bazı gazetelerin darbe yapılmış gibi sayfalar hazırladığı ileri sürüldü. Hatta basılan binlerce gazetenin darbe olmayınca çöpe gittiği söylendi.
Bu hafta Aksiyon Dergisi’ne konuşan Mehmet Bican, söz konusu iddiaları birinci ağızdan doğruluyor. Bican, Tansu Çiller’in basın danışmanlığını yapmış, 2007’de Başbakanlık’taki görevinden emekli olmuş bir isim. Yukarıdaki iddiaları iki önemli isme dayandırıyor. Birincisi Başbakan Yardımcısı Çiller, diğeri de Özel Kalem Müdürü Akın İzmirlioğlu. İzmirlioğlu, gazetelerin çöpe gittiğini anlatırken Çiller, müdahaleyi engellediğini öne sürüyor. Çiller, ABD yönetimini arayarak darbenin yanında yer almamalarını sağladığını belirtiyor. Çiller aradığı için midir bilinmez, gerçekten de 14 Haziran tarihli gazetelerde ABD yönetiminin uyarıları yer almaktadır. Mesela Milliyet gazetesinin manşeti “Krize ABD mesajı” şeklindeydi. Dışişleri Bakanı Albraight, “Her ne olursa olsun anayasal düzenin dışına çıkılmaması gerektiğini açıkça bildirdik.” diye konuşmuştu.
İki gün geriye gidelim. 11 Haziran’daki brifingden sonra atılan manşetler darbeyi müjdeler(!) nitelikteydi. Hürriyet: ‘Gerekirse silah kullanırız’, Cumhuriyet: ‘Gerekirse silahla koruruz’, Radikal: ‘Gerekirse silahla’ başlıklarını tercih etmişti. Oysaki daha altı ay önce Hürriyet gazetesi ‘Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin’ diye manşet atmıştı. Daha sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya olduğu anlaşılan ‘üst düzey komutan’ bu bilgiyi Ertuğrul Özkök’e vermişti. ‘Gerekirse silah kullanırız’ ifadesi ise ilk kez yine aynı kişiye, Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Çevik Bir tarafından telaffuz edilmişti. Bu değişikliğin sebebi 28 Şubat’ı anlamamızı kolaylaştıracak ayrıntılar verecek. Hâlbuki her şey ilk planlanana uygun gidiyordu. Başta medya, üniversite ve sendikalar olmak üzere silahsız kuvvetler üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyordu.
Benim fotoğrafta okuyabildiğim sebepleri şöyle özetleyebilirim: Çevik Bir liderliğindeki ‘Karacılar’ın dünyayı okumada pek mahir oldukları söylenemezdi. Soğuk savaşın bittiği vasatta fiilî müdahaleye dış destek mümkün değildi. ABD’nin açıklaması da zaten ‘silahsız kuvvetler halletsin’ kıvamındaydı. 14 Haziran’dan itibaren tekrar o yörüngeye geri dönüldü. Bu gelgitlerin iç dinamikler bakımından da karşılığı vardı. Ve aslında bunlar daha belirleyici idi. Zira Çevik Bir, dış dünya ile en fazla iletişimi olan komutandı ve nabzı tutmaması düşünülemezdi. Ancak şahsî kariyer planları gözünü öylesine bürümüştü ki işaretleri doğru okuyamadı ve açıkça ikaz edilene kadar gitti. Normal terfi süreci Çevik Bir’e mecburi istikamet emekliliği gösteriyordu. Tek şansı fiilî darbeydi. Onun için şans olan elbette arkasında rütbe bekleyenler için kötü haber anlamına geliyordu. Belki de Türkiye’nin talihi bu rütbe mücadelesiydi. Sonraki müdahale girişimlerine de baktığımızda gördüğümüz fotoğraf aynı. Balyoz darbe girişiminin müellifi Çetin Doğan da, Ayışığı’nın takipçisi Şener Eruygur da benzer saiklerle hareket etmişti. Yine Sarıkız ve Ayşığı’na destek vermediği için kâh hain nazarıyla bakılan, kâh anlayışla karşılanan Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ da Hüseyin Kıvrıkoğlu ile aynı duygularla davranmıştı. Anadolu’da zenaatkârın yanına giren her çırağın hayali kendi dükkânını açmak olur. Bizim cihet-i askeriyede ise neredeyse herkes kendi darbesinin hayaliyle yaşıyormuş. Ortaya çıkan belgeler bunu gösteriyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT