1. YAZARLAR

  2. Mümtazer Türköne

  3. 28 Şubat zihniyeti
Mümtazer Türköne

Mümtazer Türköne

Yazarın Tüm Yazıları >

28 Şubat zihniyeti

04 Mart 2012 Pazar 00:02A+A-

28 Şubat'ın 15. yıldönümüne, manidar başka gündemler eşlik etti.

Bekir Kalyoncu ve Yaşar Büyükanıt, 15. yıldönümünde 28 Şubat tartışılırken Balyoz davası için ifade verdiler. İlker Başbuğ aynı davada gündemdeydi. Takdir-i İlahî, 28 Şubat'ın Başbakan'ı Necmeddin Erbakan, birinci ölüm yıldönümü vesilesiyle 28 Şubat'taki mağduriyetiyle hatırlandı. Eski defterler açıldı. 15 yıl sonra ilk defa, gizli kalanlar ifşa edildi. Bakanların medya tehditleriyle nasıl istifa ettirildikleri öğrenildi. Kimin hangi rezilliğin mimarı olduğu anlaşıldı. Hangi dolapların kimler tarafından çevrildiği açığa çıktı. Kimlerin geçmişte üstlendiği "darbeci" rolünü, bugün gözlerimize bakarak inkâr ettiği görüldü. Hemen herkes eteğindeki taşı döktü. Dün ortada görünmeyenlerin bugün 28 Şubat'ta darbeye direnen kahramanlar olarak dolaşmasının da bir değeri olmadığı ortaya çıktı. Geriye sadece 28 Şubat'ı bizatihi planlayıp icra edenlerin oynadıkları rollere ve işledikleri suçlara göre yargılanmaları kaldı.

Gelecek sene 28 Şubat'ın 16. yıldönümünü idrak ederken, inşallah bu davanın safahatını da takip ediyor olacağız. Peki, gelecek seneye 28 Şubat'tan, askerî darbeler tarihinden geriye başka ne kalacak? Ergenekon ve Balyoz davalarının da, beklendiği üzere bu yaza kadar sona ereceğini dikkate alırsak, bir yıl sonra geçmişin darbelerini konuştuğumuz bir gündemimiz olacak mı? Gelecek seneye, bir de halk eliyle yapılmış bir anayasanın şemsiyesi altında yaşadığımız hayalini ekleyelim. Darbecilerin yaptığı anayasa, darbeler tarihinin tozlu saflarına kaldırılmış ve sadece vatandaşının hukukunu korumayı temel görevi addeden bir anayasanın himayesinde yaşayacağımız gelecek hayalinden bahsediyorum.

Türkiye, 27 Mayıs 1960'tan beri içinde debelenip durduğu bir askerî vesayet düzeninden kurtuluyor. Bu kadar uzun zamanda, bu kadar zorlama ile sadece yasalar değil zihnimiz ve ruhumuz da karardı. Alışkanlıklarımız ve reflekslerimiz, askerî vesayet mantığının etkisinde kaldı. Hatta sorun çözerken kullandığımız muhakememiz ve yöntemlerimiz bile.

Hocalı katliamını protesto etmek için yapılan Taksim mitingi, bu alışkanlıklara bir örnek. Haklı ve meşru bir protesto. 20 yıl önce Hocalı'da bir soykırım suçu işlendi. 1915 olayları yüzünden Türkiye'nin dışarıda dar bir boğaza girmesi karşısında, bu protestoyu bir diplomatik ön alma olarak gerçekleştirmenin de anlaşılmayacak bir tarafı yok. Sakıncası olan şey, sadece askerî vesayete özgü, kin ve nefret kokan psikolojik harekât tekniklerinin bu protestoda bir teknik olarak devreye girmesi. Böyle olunca darbeleri geçmişte bırakmış ama darbecilerin karanlık tekniklerinden vazgeçmemiş oluyorsunuz. Bu teknikler kullanılmasaydı, Hocalı katliamı protestosu daha etkili olmaz mıydı?

Kürt sorununda ve tabii terör sorununda yeni bir safhaya giriliyor. Herkes masanın bir tarafında. Temaslar yapılıyor ve müzakereler sürüyor. Kapsamı ve derinliği hakkında farklı rivayetler var. Bu esnada, barışçı ve silahsız bir çözümden yana görünen BDP Başkanı Selahattin Demirtaş'tan bir öneri geliyor: Kürtlerin geleceklerini belirlemek için önlerine sandık koymak ve referanduma gitmek. "Federasyon", "özerklik", "bağımsızlık" ve "hiçbiri" şeklinde dört alternatif arasından seçim yapmaktan söz ediyor. Bahsettiği açıkça "bağımsızlık" seçeneğinin bulunduğu bir "kendi kaderini belirleme" oylaması.

Askerî vesayet mantığı ile bakarsanız bu öneri "devletin milleti ile bölünmez bütünlüğüne yönelik" açık bir suç niteliğinde olacaktır. Bana sorarsanız Kürtlerle birlikte aynı milletin bir parçası olma iddiasını ispatlama fırsatı. Daha ötesi bu öneri, şiddeti sona erdirmek için de bir fırsat. Böyle bir referandum ancak şiddetin tamamıyla sona erdiği ve özellikle Kürtlerin üzerinde hiçbir baskının bulunmadığı şartlarda yapılabilir. Şiddet sona erince, böyle bir referandumdan hangi sonuç çıkar? Böyle bir referandum ihtimalinin konuşulmaya başlanması bile 75 milyonun kader ortaklığını tazelemek için bir fırsat sunmaz mı?

Türkiye, karanlık bir tünelden geçer gibi 50 yılı aşkındır bir askerî vesayet düzeni içinde yaşadı. Bu vesayetin sona ermesi, demokratik aklın ve yöntemlerin devreye girmesi çözüm yollarını da farklı hale getiriyor. Kürt sorunu, bu sorundan beslenen vesayet düzeni yüzünden içinden çıkılmaz hale geldi. Etrafa kin ve nefret yayan psikolojik harekât teknikleri ile diplomatik bir sonuç elde edilemez. Vesayet, düşmanlık ve entrika üretti. Demokrasinin açıklık ve güven ortamına ihtiyacı var.

28 Şubat, 15 yıl geride kaldı. Peki ya 28 Şubat zihniyeti?

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT