28 Şubat Mütalaası ve Kudüs Oylaması
28 Şubat post-modern darbe sürecinin askeri kanadını yargılayan mahkemenin savcısı tarafından verilen mütalaa nedense kamuoyunda yeterli ilgiyi bir türlü göremedi. Aksine birkaç yazı ve hemen hepsi ajans tarafından geçilen neredeyse tüm gazetelerde aynı vurgularla yayınlanan kısa haberlerden öteye olumlu ya da olumsuz ciddi bir değerlendirmeye rastlayamadık. Ne mağdurları ne de sahipleri dava sürecinin seyrine ama özellikle de yaklaştıkça yaklaşan finalin hukuki, siyasi ve toplumsal karşılığını konuşmaya hazır gibi bir iklim gözükmüyor. Bir yorgunluk belki de bir bıkkınlık göstergesi gibi mi değerlendireceğiz bu durumu?
28 Şubat post-modern darbe sürecinin askeri kanadını yargılayan mahkeme finale yaklaşıyorken darbe suçunun diğer paydaşları için nasıl ve ne zaman harekete geçilecek? Sendikalar, üniversiteler, sermaye grupları, medya ve sokağı hareketlendiren ‘sivil’ unsurların 28 Şubat sürecini hedeflerine ulaştıran suçların yargılanmaması hukuki açıdan onulmaz bir zaaf, siyasal ve toplumsal açıdansa ileriye dönük ciddi bir tehdit olacaktır. Evet, Türkiye gerilim düzeyi son derece yüksek günlerden geçiyor. Ancak tehdidin FETÖ ve PKK’dan ibaret olmadığını, onlarla mücadele etme zaruretinde daha az olmamak üzere Kemalist cuntacılık tehdidiyle de mücadele etmek gerektiği gerçeğini hafife alamayız.
O Tanklar Filistin’in de Üzerine Sürüldü
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Kudüs’le ilgili ortaya çıkan coşkulu tablo ile esasen 28 Şubat dava sürecinde dönemin Genelkurmay Başkanı dâhil çoğu general ve amiral olmak üzere 60 üst rütbeli subay için istenen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası arasında dolaylı fakat enteresan bir denge ve bir bağıntı var. Kudüs’ü İsrail’in başkenti tayin ederek insani bütün değerleri ve hukuki ilkeleri ayaklar altına alan Amerika’nın duruşunu iyi biliyoruz. Fakat aynı duruşun Türkiye’de bürokratik oligarşi dediğimiz İsrail muhibbi devlet sınıfları tarafından temsil edildiğini de unutmayalım. Bugün mahkeme safahatında ne kadar ısrarla inkâr etmeye girişmiş olsalar da 28 Şubat post modern darbe sürecinin en güçlü gerekçelerinden birisi deSincan’da düzenlenen bir Kudüs Gecesi programıydı. Aylar boyunca ekranlarda gerilim efektleriyle verilen ve tankların ana caddelerde bir tehdit unsuru olarak dolaştırılmasına vesile olan ‘ağır suç’ Filistin direnişine sahneden verilen küçük bir moral desteğiydi nihayetinde.
28 Şubat cuntası sadece Türkiye’deki İslami hayat tarzını değil elinin erişebildiği her yerdeki İslami hayat tarzını, direnişini kazırcasına ortadan kaldırmaya gayret ediyordu. Bu sebeple Siyonist İsrail işgalini derinleştirecek rollere soyunurken Kudüs ve Filistin’e dair sergilenen İslami duyarlılığın buradaki köklerini de kesmeye, kurutmaya girişiyordu. İsrail’le yakınlaşarak Amerika’nın gözdesi olma siyaseti kendisini en çok Kudüs’ün Siyonist işgale açılmasına sınırsız destek sunulmasıyla kendisini gösteriyordu. İsrail savaş uçaklarının Konya’daki tatbikatları, Akdeniz’de geleneksel hale getirilen Güvenilir Deniz Kızı tatbikatları hatta Kars-Sarıkamış hattında İsrail’in özel harekât birliklerine açılan doğal eğitim alanları bu göze girme, stratejik ittifak güvencesinin parçası olarak işledi hep.
28 Şubat darbe sürecinin anlı şanlı aktörleri şimdi neden icra ettikleri kirli ve karanlık suçlarının arkasında duramıyorlar? Neden Topyekûn Savaş veyaGerekirse Silah Bile Kullanırız gibi manşetleri atan gazeteler ve genel yayın yönetmenleri savcının mütalaasını irdelemiyorlar? Neden gazetelerin Ankara temsilcileri koşa koşa brifing almaya gittikleri Genelkurmay Karargâhı’nda geçen diyalogları, yazılmamış kulis bilgilerini gündeme getirip prim yapma derdinde değiller?
Kudüs’e Karşı Amerika ve İsrail Saflarında
Dönemin Türk-İş, TİSK, TESK, TOBB ve DİSK’in yetkililerinin oynadığı çirkin rollerin neden Ali Kalkancı-Fadime Şahin gibi şapşal figüranların hikâyelerinin gölgesinde bırakılmasına müsaade ediliyor? Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği gibi askeri cunta hesabına eğitim öğretim kurumlarını kışla düzenine çevirmek üzere seferber olan sivil makyajlı örgütlenmelerin suç anatomisi ve genetiği üzerine iyice çalışmadan sadece geçmiş değil gelecek de karartılmış olmaz mı?
Hakkını yemeyelim 28 Şubat davasında istenen 60 ağırlaştırılmış müebbet cezası için nerdeyse tek başına Aydınlık-Perinçek ekibi itiraz edip tartışıyor. 28 Şubat darbe iklimini çok önceden sokaklarda, seminer salonlarında Aydınlık Gazetesi’nde, İşçi Partisi’nin ve Türkiye Gençlik Birliği’nin (TGB) etkinliklerinde ‘müjdeleyen’ Ergenekon’un Maocu fraksiyonu şimdi başka havalar çalıp başka türküler çığırıyor. Meğer 28 Şubat Amerikan emperyalizmiyle hesaplaşmaymış, ikinci İsrail girişimini engelleme çabasıymış ve FETÖ-Çiller ittifakına yani Susurluk Çetesine karşı yapılmış. 28 Şubat post-modern darbe süreci asla ve kat’a (merhum) Necmettin Erbakan’ı hedef almamış zaten kendisi de bu kararları kabul edip imzalamışmış. Masal uzun ama hiçbir tutarlılığı yok aksine son derece sinir bozucu ve bir o kadar da lüzumsuz. Bütün bunlara rağmen garip olan son dönemde güya FETÖ’yle mücadelede cepheyi genişletme stratejisi yapan Pelikan Kurmay Heyeti fena halde bir Atatürk ve Atatürkçülük hayranlığıyla piyasayı kontrol altına almaya kalkışmış durumda. Kemalizm güzellemesi yarışına girmeler mi istersiniz, Perinçek’in partisi (Vatan Partisi) ve gençlik örgütlenmesi (Türkiye Gençlik Birliği)’ne ahmak bir yanaşma gibi kurlar yapmak mı dersiniz her türden rezillik sergileniyor.
Özet şu; Kudüs direnişi burada kazanırsa uluslararası mücadelede kazanma imkân ve ihtimali güçleniyor, Eğer Kudüs mücadelesi burada zayıflar ve kaybederse uluslararası mücadele de yalnızlaşıyor ve ufkumuz kararıyor. Türkiye veya İslam coğrafyasının hemen hiçbir parçası diğerlerinden bağımsız değildir. Birlikte yükseliş gibi birlikte çöküş de kaderdir.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT