27 Mayıs'tan bugüne, bugünden 27 Mayıs'a
27 Mayıs Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ihtilaliydi. 48'inci yılını geride bıraktık. 48 yıl toplumların hayatında uzun bir süre oluşturmaz.
Nitekim hemen her günü, 47 yıl önce başbakanı ve bakanlarını asmış bir ülkede soluduğumuzu hissederek yaşamıyor muyuz?
27 Mayıs'a hala alkış tutulan bir zihniyet tarafından her gün zihni ve siyasi tecavüze uğramıyor muyuz?
48 yıla pek çok “benzer gelişme”yi sığdırmış bir ülkedir burası…
Bir darbe, bir darbe gücünde muhtıra, bir post-modern darbe, bir post-modern muhtıra, onlarca yıl sıkı yönetimler, olağanüstü haller altında geçmiş siyasal yaşam, şimdi de oları ikame eden EMASYA ile hemhal olmuş bir ülke…
Gücünü yasalardan alan ama yasaları delerek bir devlet nizamı kuran gizli yönetmelikler, protokollerle yönetilen bir ülke…
Askerin ve devletin diğer güçlerinin siyasete yaptığı her müdahaleyi normalleştiren, sıradanlaştıran bir siyasal kültür…
27 Mayıs'ın 48. yılında, bu ihtilali her unsuruyla geride kalmış bir eski devir karabasanı olarak anmak isterdik…
Ama olmuyor…
O iklimin yeni şartları, yeni görünümleri yakamızdan hiç düşmüyor…
AK Parti'ye yönelik kapatılma davasıyla, askeri ikame eden Yargıtay ve Danıştay gibi kurumların siyasi meydan okumalarıyla, muhtıralarıyla yeni bir “darbe girişimi süreci”ni, en azından yeni bir vesayetçi müdahale dönemini yaşıyoruz…
Nitekim pek çok gazetede pek çok yazar 27 Mayıs'ı yazdı, yazıyor, hatırlattı, hatırlatıyor…
Genç Siviller birkaç gün önce 27 Mayıs İhtilal Mahkemesi'nin kurulduğu Yassıada'ya giderek bir pankart astılar…
48 yıl sonra ilk kez…
Ve sanki aradan hiç zaman geçmemişcesine…
Darbeler, muhtıralar, onları müteakip otoriterleşme süreçleri sadece bedene yönelik işkence, tahkir ve baskıyı ifade etmez.
Aynı zamanda ülkenin siyasi belleğinde, geleneklerinde, mevzuatında kalıcı etki ve tahribatlarda bulunurlar…
Askeri malların denetim dışı kalması 12 Mart'ın, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi 12 Eylül'ün, EMASYA 28 Şubat'ın hediyesidir, örneğin…
Bu ve benzerlerinin tümü üst üste oturarak kalın bir tabaka oluşturur, ışığı bile geçirmeyen bir askeri vesayet düzeni-mevzuatı tabakası…
27 Mayıs'ın bu tabakaya hatırı sayılır katkıları vardır…
Hukuk devleti, yetki sorumluluk bütünlüğü istikametinde elde edilmiş kazanımları sıfırlamak, Genelkurmay Başkanlığı'nı Millî Savunma Bakanlığı'ndan alıp tekrar başbakanlığa bağlamak, fiilen bakanlık üstü bir kuruluş haline getirmek bir 27 Mayıs marifetidir.
Millî Güvenlik Kurulu'nun oluşturulması ve bir anayasal organ haline gelmesi de öyle…
Milli Güvenlik Kurulu'nun siyasi “önemi ve işlevi” ortada… Devlet iktidarı ile siyasi iktidarı, devlet alanı ile siyaset alanını net olarak ayıran merkez ve mercilerden, askeri vesayet düzeninin ana manivelalarından biri bu kurumdur…
Böyle tasarlanmıştır…
27 Mayıs ihtilalcilerinden Millî Birlik Komitesi üyesi Haydar Tunçkanat 1966'da yazdığı bir makalede şöyle der:
“Milli Birlik Komitesi, oy çoğunluğu ile iktidara gelecek olan siyasî partilerin yeni anayasamızda kurulacak ikinci cumhuriyeti de dejenere edip yeni bir ihtilale sebep olmalarını önlemek için, yeni anayasayla Millî Güvenlik Kurulu'nu bir tedbir olarak getirmiş ve vazifelerini de açık seçik belirterek, Cumhurbaşkanı ve Kurulun asker üyelerini de millî güvenliğimizi ilgilendiren her türlü problemde temel görüşlerini bu kurula bildirmekle, hem görevli hem sorumlu kılmıştır...”
27 Mayıs'tan bugüne, bugünden 27 Mayıs'a kimi konularda elbet yol aldık, alıyoruz, ama kimi konularda da olduğumuz yerde sayıyoruz…
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT