27 Mayıs’tan 14 Mayıs’a değişmeyen gerçekler
Yunus Şahbaz, Türkiye'deki seçim sistemlerinin darbe gerçekliğinde inşa edildiğini bu sebeple sosyolojik gerçekleri göz ardı eden masa başı değerlendirmelerin duvara toslamak durumunda kaldığını ifade ediyor.
Yunus Şahbaz / Sabah
27 Mayıs’tan 14 Mayıs’a değişmeyen gerçekler
Siyasal partilerin demokratik sistemin ana aktörleri olduğu çokça zikredilir. Zira modern demokratik sistemler bir anlamda siyasal partilerin kurulması ve kurumsallaşması ile at başı gitmiştir. Elbette Türkiye'deki demokrasi tarihi de demokratikleşmenin seyri ile siyasal partilerin etkinliği ve kurumsallaşması arasında yakın bağlantı olduğunu göstermektedir. Nispeten uzun sayılabilecek tek parti iktidarından sonra çok partili siyasal sisteme sorunsuz bir şekilde geçilmiş olması ve bunun da 10 yıl boyunca sürdürülmesi Türkiye gibi demokratikleşme trendine nispeten geç katılan bir ülke için büyük başarıdır. Ancak 27 Mayıs darbesiyle bu başarı hikayesi dramatik bir şekilde sonlandırılmıştır. 27 Mayıs bu başarı hikayesini sonlandırmasının yanında 1960 sonrası siyasal sistemi birçok noktada krizlere sürükleyecek bir siyasal sistem inşa etmiştir. Elbette siyasal partiler de bu krizli kurgusal yapıda kendi üzerine düşen payı almıştır.
'Asker ne der'
27 Mayısçıların ilk icraatlarından birisi Demokrat Parti'yi (DP) kapatmak olmuştur. DP kapatılmakla kalmamış, bir devr-i sabık yaratılarak adeta DP binalarından içeri giren her kimse potansiyel suçlu muamelesi görmüştür. Bu denli bir cadı kazanı DP'nin halefi olacak partilerin siyasal serencamını da ziyadesiyle etkilemiştir. Birçok DP ileri geleni tarafından kurulan Adalet Partisi'ne (AP) 'askeri ürkütmeyecek' bir genel başkan aranmış ve sonunda eski 1. Ordu Komutanı, 27 Mayısçıların kısa bir süre Genelkurmay Başkanlığı görevine getirdiği Orgeneral Ragıp Gümüşpala'da karar kılınmıştır. Söz gelimi parti genel başkanlığı için düşünülen isimlerden Prof. Dr. Ali Fuad Başgil'le bu süreç hiç başlayamamış zira Başgil bu süre zarfında tutuklanıp Yassıada'ya gönderilmiştir. Dolayısıyla 'asker ne der' görüşü AP'nin sadece kuruluş sürecinde değil, sonraki karar alma süreçlerinde de her daim göz önünde tutmak zorunda olduğu bir emrivakiye dönüşmüştür.
Ordudan duyulan çekincelerden dolayı eski DP'lilerin durumu da parti içinde sürekli bir kriz sebebi olmuştur. Diğer birçok parti içi ve dışı faktörün yanı sıra, sabık DP'lilerin affı meselesiyle ateşlenen tartışmalar sonucunda AP bölünmüş, Adnan Menderes'in oğlu Yüksel Menderes, Celal Bayar'ın kızı Nilüfer Gürsoy, DP'li bakanlardan Samet Ağaoğlu'nun eşi Neriman Ağaoğlu gibi isimlerin de kuruculardan olduğu Demokratik Parti kurulmuştur. AP genel başkanı Süleyman Demirel daha sonraki beyanatlarında Demokratik Parti bölünmesini engelleyememiş olmasının siyasî hayatının en büyük başarısızlıklarından biri olduğunu söyler. Zira Demokratik Parti bölünmesi 1973 seçimlerinde AP'yi birinci parti olmaktan mahrum bırakmıştır. Dolayısıyla DP'nin kapatılması, DP'lilerin gayri hukukî bir şekilde yargılanması ve bunların yarattığı travmalar dahi AP özelinde başta olmak üzere 1960 sonrası parti yapılarını bariz ve olumsuz bir şekilde etkilemiştir.
Parçalı ve kırılgan yapı
Diğer yandan ise şunu söylemek gerekir; 27 Mayıs darbesinden sonra hazırlanan 1961 Anayasası'nda yasa yapıcılar temelde Demokrat Parti iktidarları üzerinden, daha doğrusu bu iktidar karşıtlığı üzerinden sistemi dizayn etmeye çalışmıştır. Bir daha Demokrat Parti gibi bir parti parlamentoda çoğunluk sağlayamasın ve tek başına iktidar olamasın gibi bir motivasyonla hareket edilmiştir. Böyle olunca da ilk etapta düşünülen şey seçim sistemi ve siyasal partiler sistemini parçalı ve kırılgan bir yapıda kurgulamaktır. Özellikle seçim sistemi adeta tek başına iktidarı nerdeyse imkânsız kılacak şekilde yapılandırılmıştır. Öyle ki 1961-1980 arasında yapılan seçimlerde nerdeyse 3-4 farklı seçim sistemi uygulanmıştır. 1961 seçimlerinde orantılı temsili esas alan çevre barajlı d'Hont sistemi, 1965 seçimlerinde milli bakiye sistemi, 1969, 1973 ve '77 seçimlerinde ise barajsız d'Hont sistemi uygulanmıştır. Elbette temsilde adaletin sağlanması ve toplumun farklı kesimlerinin parlamentoda temsilinin öncelenmesi önemli ve değerlidir. Ancak Anayasa yapıcıların temel motivasyonunun bu olmadığı da aşikârdır zira kurgulanan yapıda toplumun farklı kesimlerinin siyasal temsili 1965 seçimleri haricinde nispeten yine tâli kalmıştır. Bu yapının esas etkisi AP ve CHP gibi sağda ve soldaki merkez partilerin 1960'ların ikinci yarısında ve 1970'lerde parçalanması olmuştur.
1961-80 arası parçalı ve kırılgan parti yapısının izlerini tersi yönden olmak üzere 1982 Anayasa'sında görmek mümkündür. Zira 1982 sonrasında da parti parçalanmalarının önlenmesi, parlamentoya mümkün mertebe az partinin girmesi yani istikrarlı ve kurumsallaşmış bir yapının tesis edilmesi amaçlanmıştır. Bu amaca dönük olarak yüzde 10 gibi bir seçim barajı ve 1995'e kadar uygulanan bölge barajı sistemi getirilmiştir. Ancak murad edilen olmamış ve Türk parti sistemi 1990'larda da parçalanmaya devam etmiştir.
Aritmetik değil sosyolojik
Dolayısıyla şunu söylemek mümkün; hem 1960 hem de 1980 sonrasında ortaya çıkan sorunların temel sebebi siyasal partileri ve siyasal sistemi masa başından dizayn etme arzusudur. Türkiye'de her ne kadar siyasal partiler sosyo-ekonomik farklılık ve bölünmelere tekabül edecek şekilde oluşmadıysa da Demokrat Parti-CHP ikiliği kısmen kültürel ve kısmen de sosyo-ekonomik bir farklılaşmaya tekabül etmekte idi. Şayet 27 Mayıs müdahalesiyle yeni oluşmaya başlayan parti sistemi yeni baştan dizayn edilmeye çalışılmasaydı süreç çok daha sağlıklı ve Türkiye sosyolojine uygun gelişebilirdi. Ancak 27 Mayıs müdahalesiyle düğme en başında yanlış iliklenmiş oldu. Buna bir de seçimle gelen siyasal iradeyi sınırlamak amacıyla ihdas edilen vesayet kurumlarını eklediğimiz zaman 2000'lerde kadarki siyasal kaosları bir nebze anlamlandırmak mümkün.
Siyasal partilerin ve siyasal süreçlerin masa başından tanziminin ne kadar yanlış olduğu 14 Mayıs seçimlerinde de bir daha ispatlanmış oldu. Zira Millet İttifakı içerisinde konumlanan sağ partilerin İttifaka pek de fazla bir katkısının olmadığı görüldü. Bir başka deyişle masa başında yapılan aritmetik hesaplar sahada tutmadı ve zaten tabanları zayıf küçük sağ partilerin geleceği bile yanlış hesaplar neticesinde tartışılır hale geldi. 27 Mayıs'tan itibaren geçerliliği açıkça görülen husus, siyasal partilerin ve siyasal sistemin tanziminde aslolanın aritmetik hesaplar değil Türkiye'nin sosyolojik gerçekleri olduğudur. Eğer birtakım düzenlemeler yapılacak ya da stratejiler belirlenecekse bu aritmetik hesaplara göre değil Türkiye'nin değişen ve dönüşen sosyolojik gerçeklerine göre yapılmalıdır.
HABERE YORUM KAT