27 Mayıs potları
Kurmay Binbaşı’nın Demokratlar’a nefretinin derecesi ürkütücü. Yoğunluğunun yanısıra, her türlü ırkçı önyargıyla da dolu olması ayrıca düşündürücü (çünkü aldığı eğitimin niteliği hakkında bazı şeyleri açığa çıkarıyor). Celal Bayar; “Şu harzi, ben komiteciyim diyen bunak. Şu komiteci bozuntusu” (s.63). “Kanı bozuk Namık Gedik... şerefsiz, dinsiz ve imansız öldün.
“Dinle şimdi, etrafında at sinekleri dolaşan, dağ dikenleri biten” (s.75)... Kim olursa olsun, insanlar hakkında böyle şeyler söyleyen birinden korkulur. “Zaten Menderes içimizde yaşayan bir Rus’tu, etrafı da öyle” (s.95)!.. “Bunu fark eden Zeki Şahin damarlarındaki karışık Bulgar kanı ile Sıddık Sami Beyin üzerine taarruz etti” (s.91)... “fare suratlı Adnan Menderes” (s.88)... “Sen bir iki uşak bulabilirsin belki, amma o kadar. Onların da kanı şüphelidir. Git birkaç batın geriye karışmış kanı bulurusun” (s.74). DP milletvekili Hristaki Yoannidis vesilesiyle “... memleketimizi Hristaki’nin bağlı olduğu milletin istilâ ordularına karşı müdafaa eden... İsmet Paşa” deme fırsatını da buluyor (s.71).
“Fakat şurası muhakkak ki, sizi ipe çekecek cellatların faaliyetlerini yine böyle onbinlerce vatandaş seyre gelecek” (s.119). Elevli, idamların bir adada yapılmasına ve yurttaşlarımızın bu güzel temaşadan yoksun kalmasına üzülmüş olmalı. Hattâ “Cellat” kullanılmasına da. “Belki bir gün vatan haini damgasını yiyen bu Yassıada sakinlerinin birkaçının ipini çekmek nasip olursa en büyük huzur ve sükûna kavuşacağım” (s.71).
Demokrat Parti’den ve önderlerinden böylesine nefret etmek için çeşitli “Vatanî” gerekçeler buluyor. “İstibdat” falan gibi... Ancak bu nefretin maddî temellerinin de olduğu anlaşılıyor: “Fakat sabıklar memlekette millî duyguları, millî heyecanları, şeref, namus ve ahlâk mefhumlarını kaldırmak için ellerinden geldiği kadar çalıştılar. Böylece muazzam bir para, eğlence, lüks ve sefahat hırsı yanında memlekette büyük bir zümrenin [bu herhalde bürokrasidir] sefalet içinde yaşamasına sebebiyet verdiler” (s.155). “ Siyah havyar”lar, “viski”ler de (s.96) sözkonusu ediliyor. Bunlar da çok tipik, çok alışık olduğumuz küçük bürokrat hasetleridir.
Binbaşı’nın önyargıları cinsel alanda da kendini gösteriyor doğal olarak. Menderes’in aşk hayatına birkaç gönderme yapmaktan kendini alamıyor. “İkisi opera artisti idi, kardeştiler, sarıya boyarlardı saçlarını. Menderes’in çok iyi arkadaşları imiş. Tabii kadınlık babında. Hani bunlara metres mi ne derler? İşte öyle bir şey! Bu kadınlar, aman yarabbi nasıl anlatayım...” (s.79). Ne olduğu anlaşılamayan imalar: “O maarif vekili ki hey!.. Hilton’da hanımı kalırdı!..” (s.69).
Yunan Başbakanı gelecek... “Dostluk perdesi altında, sabıkların gelecek şahıslarla bir damar ve kan karışması varmış hissini...” (s.69) diye cümleler kuruluyor. Aşağı ırklar unutulmuyor: “... Afrika yamyamları veya muhtelif filimlerde gördüğümüz beyaz düşmanı kızıl derili taarruzları...” (s.103).
Ankara Koleji’nden fazla katılan olmamış, çünkü “...bütün kolejlerde olduğu gibi burada da tedris sistemi ve programları îcabı millî duyguların aşılanmasına pek önem verilmiyordu” (s.102). Verilmeyince, zavallı çocuklar “... nihayet idam sehpasına ve damarlarından akmayan, akmıyacak olan pis kanı ile Türk topraklarına da gidecek” (Menderes bu; s.91) gibi soylu millî duygulardan yoksun kalıyorlar.
Bu nefret, bütün hamasî edebiyatın yanından ara sıra beliren “cahil Türk milleti”ne karşı da kendini gösteriyor. Komite Meclis’e gidip yemin ederken, Parlamento da ideal kadrosuna kavuşmuş oluyor: “İmzasını zor atan yoktu burada” (s.197).
Avni Elevli dilimize başka eserler de kazandırmış ama bunları ele geçirip okuyamadım. Bunlardan birinin uzunca bir adı var. Şöyle: Türkiye İşçi Partisi Programı ile Anayasaya aykırıdır-Kurulmak İstenen Yeni Düzen Korkunçtur.
Bu başlık, 27 Mayıs kitabında sergilenen “ ilericilik” sevdasının sınırlarını da açıklıyor.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT