1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. 2024'te Gazze'de hayatta kalmak
2024'te Gazze'de hayatta kalmak

2024'te Gazze'de hayatta kalmak

Bu yıl soykırımdan kurtuldum. İçimi yaktı ama aynı zamanda bir umut tohumu da ekti.

07 Ocak 2025 Salı 18:33A+A-

Hassan Abo Qamarın al-Jazeera’de yayınlanan makalesini Barış Hoyraz, Haksöz-Haber için tercüme etti.

 

Çocukken dünyayı gezmeyi, yeni kültürleri keşfetmeyi ve yeni şeyler öğrenmeyi hayal ederdim. Bir keşif yolculuğuna çıkmayı arzuluyordum. Gazze'de yaşamak, tribünde oturup dünyanın başarılarını - gelişimini, ilerlemesini ve teknolojik mucizelerini - uzaktan izlemek gibiydi.

Hem bir sığınak hem de bir kafesti - düzenli ritmi rahatlatıcı ama tekrarlayıcı, sokakları çok tanıdık, ufukları içimde taşıdığım özlemler için çok dardı. Sıcaklığına ve yakınlığına değer veriyordum ama sınırlarının ötesindeki hayatın çekiciliği karşı konulamazdı. Önüme bir fırsat çıktığı anda gitmeye hazırdım.

Bu yıl bir yolculuğa çıktım ama hayal ettiğim gibi bir yolculuk değildi. Yurtdışında kaygısız bir keşif gezisi yerine, kendimi soykırıma varan bir savaş ve evim dediğim Filistin topraklarının dar şeridinde hayatta kalma mücadelesi veren bir yolculukta buldum. Yol boyunca kendim ve iç dünyam hakkında çok şey öğrendim.

“Yolculuk” ocak ayında başladı. Çoğu insan yeni yılı havai fişekler, şarkılar ve gökyüzünün altında neşe içinde karşılarken, benim gökyüzümden ise tahliye emirleri yağdı. Arapça yazılmış bir mesaj taşıyan buruşuk kağıtlar üzerimize düştü: “Nusayrat kampı çok tehlikelidir. Güvenliğiniz için güneye gidin.”

Evden ayrılmanın bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim. Kendimi her zaman eviyle ya da memleketiyle güçlü bir bağı olmayan biri olarak düşünmüştüm. Ama yanılmışım. Ayrılmak ruhumun bir parçasını terk etmek gibi geldi.

Ailemle birlikte bizi sıcak bir şekilde karşılayan teyzemin yanında kalmak üzere Refah'a doğru yola çıktık. Orada biraz rahatlık hissetsem de, aklımda tek düşünebildiğim kendi evimdi. Böylece “sevgi ayı” olan şubat'ı inanılmaz derecede sıla hasreti çekerek ve içinde büyüdüğüm evi ne kadar çok sevdiğimi fark ederek karşıladım.

Şubat ortasında İsrail ordusu Nusayrat'tan çekildi ve biz de hemen evimize geri döndük. Evimi halen sağlam bulmak savaşın - ve tüm hayatımın - en güzel anlarından biriydi. Ön kapısı kırılmış, eşyalarımız çalınmış ve komşumuzun evinin bombalanmasından kalan molozlar içeriye düşmüştü. Ama hala ayaktaydı.

Yıkım etrafımızı sarmış olsa da, mahallemizin enkazı dünyanın herhangi bir yerindeki güvenli bir yerden daha sıcak geliyordu. Hayatımda ilk kez, ben - mültecilerin torunu - kendimi bir yere ait hissediyordum. Ruhum, kimliğim, hepsi buraya aitti.

Eve dönmenin sevinci kısa süre sonra savaş gerçeğinin gölgesinde kaldı. Mart ayı geldi ve mübarek ay kapıya dayandı. Müslümanlar için Ramazan manevi huzur, dua ve birliktelik zamanıdır. Ancak bu yıl, kayıp, ayrılık ve yoksunlukla doluydu. Davet yemekleri ya da aile toplantıları yoktu, içinde dua edilecek camiler yoktu - geride sadece enkazları kalmıştı.

Huzur yerine acımasız bir bombardıman ve terör yaşadık. Bombalar uyarı yapmadan düşüyor, her patlama sahip olabileceğimiz güvenlik duygusunu paramparça ediyordu. Bilinmeyen bir suçtan dolayı cezalandırılıyor, savunma bakanlarının dediği gibi “insan hayvan” muamelesi görüyorduk.

Nisan ayında Ramazan Bayramı geldi ve geçti, bu değerli bayramı tanımlayan sevinçten yoksun kaldık. Sabah bizi uyandıracak çocuk kahkahaları, telaşlı hazırlıklar ya da misafirleri karşılayacak süslemeler yoktu. Gazze'deki Filistin evlerinin tek ziyaretçisi ölümdü.

Sonra mayıs ayı geldi ve hayatım boyunca beklediğim bir fırsat da beraberinde geldi. Ailem Gazze'den ayrılmama yardım etmesi için Mısırlı bir şirkete ödeme yapacak kadar para toplamayı başardı. Süreç belirsizliklerle doluydu. Dolandırıcılık, rüşvet ve reddedilme söylentileri vardı.

Etrafımdaki amansız dehşetten kaçma düşüncesi sarhoş ediciydi. Özgürlük istiyordum ama bunun bir bedeli vardı. Tüm ailemi ve bir daha geri dönüp dönemeyeceğim belirsiz olan evimi geride bırakacaktım.

Dışarıdan bakanlar için bu basit bir seçim gibi görünebilir: hayallerinin peşinden git, şansını dene ve ayrıl! Ama benim için hiç de kolay değildi.

Bir öğleden sonra, kız kardeşim Aya ile çatı katımızda, casus uçaklarla dolu gökyüzünün altında otururken kararımın gerçek ağırlığını fark ettim. Henüz 15 yaşında olan Aya enerji ve umut doluydu, açık kahverengi gözleri hırsla parlıyordu. “Ben de senin gibi programlama öğrenmek istiyorum,” dedi heyecanla. “Ben de senin gibi kendi işimi kurmak istiyorum. Ben de senin gibi İngilizcemi geliştirmek istiyorum.”

Onu ve ailemi savaşın ortasında nasıl bırakabilirdim? Aya geride kalıp yemek yemek, uyumak ve hayal kurmak için mücadele ederken ben daha iyi bir hayatı hak ediyor muydum? Kız kardeşimin kabuslarla tek başına yüzleştiğini bile bile başka bir yerde nasıl yaşayabilirdim? Beni ben yapan toprakları nasıl terk edebilirdim?

O anda, Gazze'yi şimdi terk edersem, onu moloz ve harabe bir yer olarak görmezden gelirsem ruhumun asla özgür olamayacağını fark ettim. Kimliğimin bu yere, bu mücadeleye bağlı olduğunu fark ettim.

Aileme kalmak istediğimi ilk söylediğimde, bunu kabul etmeyi reddettiler. Güvenliğimden endişe ederek hayatta kalmak için gitmemde ısrar ettiler. Uzun bir gidip gelmeden sonra sonunda kararıma saygı duydular ama korkuları hiçbir zaman tam olarak geçmedi.

Birkaç gün sonra İsrail ordusu Refah sınır kapısını işgal ederek, dış dünyaya erişimi kesti. Kararımdan asla pişman olmadım.

İsrail ordusu Gazze'nin dört bir yanındaki sivil bölgelere saldırmaya ve yüz binlerce insanı yerinden etmeye devam ederken, akrabalarımızı ağırlama sırası bize geldi. Onları yerinden edilmiş insanlar olarak değil, ailemiz olarak karşıladık. Paylaşmak ve ihtiyaç anında birbirimizin yanında olmak bizim asli görevimiz. Sonbaharda evimizde 30 kişi kalıyorduk.

Yaz boyunca, sadece insani yardıma değil, tüm ücretli mallara getirilen kısıtlamaların artan etkisini hissetmeye başladık. Temel gıda maddeleri marketlerden kayboldu. Yardım kuruluşları yiyecek dağıtmakta zorlanıyordu.

Bombardımanlardan sağ kurtulanların açlık nedeniyle farklı ve daha yavaş bir ölümle karşı karşıya kalacağı giderek daha açık hale geliyordu. Gıda karnesi o kadar ağırlaştı ki hayatta kalmak acımasız bir rekabete dönüştü. Hayat, sadece en güçlülerin hayatta kalabildiği bir ‘ormana’ benziyordu.

Sonbaharda, açlık, yağmur ve fırtınayla hayat daha da kötüleşti. Çadırlarda yaşamaya zorlanan insanların sefaletin üstesinden geldiğini gördük.

Kasım ayında bir aile trajedisi yaşandı. Benim için küçük bir kardeş gibi olan sekiz yaşındaki kuzenim Ahmed, binamızın üçüncü katından düştü ve beyin kanaması geçirdi. Onu kaybetme düşüncesi çok ağır geldi.

Onu acilen El Aksa Şehitleri Hastanesi'ne götürdük; hastane hava saldırıları nedeniyle yaralananlarla dolup taşıyordu ve beyin taraması yapmak için gerekli ekipmana sahip değildi. Yakındaki iki hastaneye gitmeye çalıştık, ancak onlar da Ahmed için hiç bir şey yapamayacaklarını söylediler. Akşam karanlığında ona yardım edebilecek bir tıp merkezi bulmayı başardık ama çok uzaktaydı. Hava karardıktan sonra onu bir ambulansla göndermek büyük bir riskti - araç, daha önce pek çok kişinin başına geldiği gibi bir insansız hava araçları tarafından hedef alınabilirdi. Bu iki ölüm arasında bir seçimdi.

Umudumuzu kaybetmedik ve Ahmed'i ambulansla gönderdik. En karanlık günlerde bile mucizeler gerçekleşir. Ahmed sağ salim hastaneye ulaştı, gerekli ameliyatı oldu ve hayatta kaldı. Hala Gazze'de alamadığı fizik tedaviye ihtiyacı olmasına rağmen iyileşmeye başladı.

Biz Ahmed için endişelenip onunla ilgilenirken aralık ayı geldi. Çok geçmeden Suriye'den beklenmedik haberler aldık: Oradaki zalim rejim çökmüştü. Kendimi son derece mutlu hissettim.

Gazze'de uzun zamandır Suriye halkıyla dayanışma içindeyiz. Savaşın ve baskının acılarını biliyoruz ve Suriye halkının nihayet özgür olduğunu görmek bizi gerçekten çok mutlu etti. Özgürlüklerine kavuşmaları, adaletin galip geldiğine ilk kez şahit olmamızdı ve bu da bize umut verdi. Bu bizlere bir gün bizim de artık hayatlarımızdan endişe duymadığımız özgür bir vatanda, bu tür bir rahatlama yaşayabileceğimizi hatırlattı.

Yılın sonuna yaklaşırken ateşkes görüşmelerine ilişkin haberleri dikkatle takip ettik ancak 2024 yılı biz Filistinliler için bir an bile rahatlamadan sona eriyor.

Bir yıl süren bu yolculuk bende belirgin izler bıraktı: siyah saçlarımda beyaz çizgiler, zayıf bir beden, üzerime tam oturmayan kıyafetler, gözlerimin altında koyu gölgeler ve parlaklığını yitirmiş yorgun bakışlar. Ancak değişen sadece fiziksel görünüşüm değil. 2024 ruhumu orman yangını gibi yaktı.

Ama küller bile tohum taşır. İçimde yeni bir şeyin ortaya çıktığını hissediyorum - geride kalma, sebat etme, değişme, anılarımı, kimliğimi, halkımı silmeye yönelik tüm girişimlere karşı koyma kararlılığı.

Ölüm ve yıkım bunaltıcıydı ama beni yıkmayı başaramadılar. Aksine, Gazze'de, Filistin'de daha uzun yıllar yaşamak için derin bir arzu duyuyorum. Direnmek, bu topraklarda kalmak, yeniden inşa etmek ve yaşamak için şehitlere borçlu olduğumuzu hissediyorum. Ülkemizi yeniden inşa etme sorumluluğu bizim omuzlarımızda.

Artık bir zamanlar olduğum, Gazze'den ayrılma ve uzaklarda kolay bir hayat yaşama hayalleriyle dolu bir insan değilim. Anavatanımda kalacağım ve ne kadar kırılgan olursa olsun barışın bir gün Gazze'ye dönebileceğine olan inancımı sürdüreceğim. İnsanlarının özgür olabileceği bir Filistin'in hayalini kurmaya devam edeceğim.

 

*Hassan Abo Qamar Gazze'de yaşayan bir yazar.

HABERE YORUM KAT

5 Yorum