20 heykel ve üç anıtın makûs talihi
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın gelişmiş demokrasilerde rastlanmayan bir tavırla, “ucube” diyerek imhası için talimat verdiği Kars’taki İnsanlık Abidesi’nin akıbetini merakla beklerken Osmanlı’nın sonundan bugüne dek uzanan anıt ve heykel serüvenimize tekrar göz atalım dedim. 18 Ekim 2009 tarihli “Bir millet ki heykel yapmaz...” başlıklı yazımda anlattığım gibi Osmanlı döneminde heykel, İslamiyet’in heykeli ‘put’ sayarak yasaklaması yüzünden sevilmemişti. Laik Cumhuriyet’in heykellerinin büyük çoğunluğu ise başta Atatürk olmak üzere siyasi şahsiyetlere ve devlet adamlarına aitti. Bu heykellerin çoğu ise kişiye yukarıdan bakan, otoriter bir tavrı yansıtan yapıtlar olarak halka uzak kalmıştı.
Resmî anıt estetiğinden çağdaş sivil estetiğe dönüşüm ilk kez 1973’te Cumhuriyet’in 50. yılını kutlama etkinlikleri kapsamında İstanbul’a 20 adet heykelin dikilmesiyle başlamıştı. Bu heykeller devletin siparişi olmasına ve işin içinde devlet bürokrasisinin bulunmasına rağmen propaganda amaçlı ele alınmamış ve anıt heykel olarak sınırlandırılmamıştı. Sonuçta ortaya ilginç heykeller çıkmıştı. Bu önemli gelişmeye rağmen bakın daha sonra bu 20 heykelin başına neler geldi?
***
Çıplak İstanbul olur mu?
Bunlardan hikâyesi en iyi bilinen Gürdal Duyar’ın denizden yeni çıkmış, saçlarını geriye doğru savurarak oturmuş çıplak bir kadını tasvir eden Güzel İstanbul adlı eseri. Karaköy’de Yüksek Kaldırım Caddesi’nin bittiği noktadaki küçük alana yerleştirilen heykel, bir süre sonra ‘müstehcen’ olduğu gerekçesiyle hükümet ortağı Milli Selamet Partisi’nin (MSP) Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın tepkisini çekti. Çünkü heykel yakındaki genelevlerle ilişkilendirilmişti. Erbakan heykele karşı antipatisinde yalnız değildi. Belediye Başkanı Ahmet İsvan da heykeli beğenmediğini söylemişti. Ancak onun gerekçesi ‘çıplaklık’ değil, ‘zevksizlik’ idi. Vali Namık Kemal Şentürk’e göre ise heykelin yeri uygun değildi. Bu kadar mühim şahsiyetin memnuniyetsizliğinden sonra heykelin kurtuluşu yoktu. Sonuçta 18 Mart 1973’te yerinden kaldırıldı. Ancak iş bununla bitmedi. Basında çıkan yazıları ihbar kabul eden savcılık, heykeli diken komite üyeleri hakkında soruşturma açtı. Sonunda, sanatçıların, aydınların tepkisi etkisini gösterdi ve heykel, bugünkü yerine, Yıldız Parkı’nın ücra bir köşesine atılarak, şehrin namusu azıcık da olsa kurtarıldı.
Halk ve yöneticiler el ele
Diğerlerinin kaderi ise, ‘bilinmeyen’ güçler tarafından çizildi. Muzaffer Ertoran’ın, 1960’lı yılların ‘Alamancı işçiler’inin acılı göç hikâyelerini temsil eden Tophane’deki İşçi adlı heykelinin önce elleri kırıldı, sonra yüzü ziftlendi. Nusret Suman’ın Saraçhane’de Belediye Sarayı’nın yanına yerleştirilen Mimar Sinan adlı beton heykeli 1980’de kayboldu. Namık Denizhan’ın Divan Oteli’nin karşısındaki yeşil alana diktiği İkimiz adlı heykel 12 Eylül’den sonra, sahibi tarafından tahrip olduğu gerekçesiyle kaldırıldı. Mehmet Uyanık’ın Beşiktaş’a dikilen Birlik isimli beton heykeli 1986’da dönemin ANAP’lı Belediye Başkanı Mümtaz Kola’nın “Gereksiz, hiçbir anlamı yok, yıkın” emri sonucu kompresör tabancasıyla yıktırıldı. Bihrat Mavitan’ın Hilton Oteli’nin Harbiye’deki giriş kapısı önündeki alana yerleştirilen Yükseliş adlı alüminyum soyut çalışması 1984’te belediyenin tercihli yol yapımı sırasında kayboldu. Ferit Özşen’in Yağmur isimli metal heykeli Arnavutköy’de Akıntı Burnu’na yerleştirildi. Heykel, yol çalışmaları sırasında –sanatçının isteği üzerine- belediye tarafından söküldü. Füsun Onur’un Fındıklı Parkı’ndaki soyut alüminyum kompozisyonu da 1985’te, Bedrettin Dalan döneminde parkın düzenlenmesi sırasında kaldırıldı.
Bronz yapma göz alır!
Kamil Sonad’ın Gülhane Parkı’na yerleştirilen Çıplak adlı heykeli, 1984’te parkın yeniden düzenlenmesi sırasında yerinden söküldü. Seyhun Topuz’un 4. Levent girişindeki adsız heykeli 1984’te yol geçtiği gerekçesiyle yıkıldı. Tamer Başoğlu’nun tiyatro sanatçısı Bedia Muvahhit anısına Ahırkapı’da bir zamanlar park olan alana yerleştirdiği soyut heykel, çevredeki gazinolardan birinin bahçesinin içinde kaldı ve 1986’da ortadan kayboldu. Yavuz Görey’in Maçka Taşlık Parkı’na yerleştirilen soyut heykeli, muhtemelen bronz malzemenin kurbanı oldu ve 1984 yılı ortasında yok oldu. Metin Haseki’nin Gümüşsuyu Parkı’ndaki Negatif Form adlı küresi yerine konduktan birkaç gün sonra yine bronz malzemesine göz dikenler tarafından çalındı. Kuzgun Acar’ın Gülhane Parkı’ndaki Tavus adlı metal heykeli, 1984’te Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nce kaldırıldı.
İnatçı heykeller de var
Şaşıracaksınız belki ama bu yıkıcılığa inatla direnenler de var. Zerrin Bölükbaşı’nın Harbiye Orduevi’nin bahçesi içinde kalan Figür adlı heykeli, Haluk Tezoran’ın Maçka’da yol kenarındaki Soyut heykeli, Hüseyin Anka Özkan’ın İnönü Stadyumu karşısındaki Dolmabahçe Parkı’na yerleştirdiği ‘ilk ve son soyut heykeli’, Zühtü Müridoğlu’nun Fındıklı Parkı’ndaki Dayanışma adlı betonarme heykeli, Ali Teoman Germaner’in Bebek Parkı’ndaki bakır-ahşap karışımı Soyut Heykel’i de ile Hakkı Karayiğitoğlu’nun Bahar adlı heykeli Emirgân Korusu’ndaki Sarı Köşk’ün önünde yaşamaya devam ediyor. Ama ne pahasına, gidip görmenizi tavsiye ederim.
Iğdır’daki ‘soykırım anıtı’
Doğrusu inatçı heykeller umutlu olmama yetiyor. Ama bir de umutsuzluğumu arttıran anıtlar var. Bunlardan biri resmî adıyla Iğdır Şehitler Anıtı, milliyetçi çevrelerdeki adıyla ‘Iğdır Soykırım Anıtı’. Son tartışmalarda pek çok yazar Mehmet Aksoy’un anıtı ile bu heykeli karıştırdı ve Başbakan’ın tavrını “Ermeni Meselesi’ne ilişkin duyarlılık” olarak nitelerken, Aksoy’un İnsanlık Abidesi’ne “faşist” damgasını vurdu.
24 Nisan 1965’te soykırımın 50. yılı anısına dikilen Erivan’daki Medz Yeğern anıtına, ‘mimari bir cevap’ verme fikri ancak 1995’te, dönemin Iğdır Valisi Şemsettin Uzun’un düzenlediği “Tarihi Gerçekler ve Ermeniler” adlı uluslararası sempozyumda ortaya çıkmıştı. Iğdır’ın doğu girişinde, İran, Nahçivan ve Ermenistan’a giden yolların kavşağında, Ermeniler için kutsal olan Ağrı Dağı’nın eteğindeki Oba Köyü’nde dikilen anıtın temeli 1 Ağustos 1997’de atılmıştı.
Kılıçlarla gözdağı
Iğdır Anıtı, eski Türk geleneğinde hükümdarların anısına dikilen, içinde mezar odası bulunan ‘kurgan’ denen suni tepeden esinlenen bir yükselti üzerinde yükseliyor. Tepenin içindeki daire planlı salonda, anıtı tasarlayanların diliyle söylersek, “Ermenilerin katlettiği kişilerin sembolik mezarı”, salondan dışarıya uzanan koridorun sağ tarafındaki odada “Ermenilerin yaptıkları katliamlara ait fotoğraflar”, sol tarafında ise “soykırım araştırmaları için” bir kütüphane bulunuyor.
Iğdır Anıtı’nda, suni tepenin ortasında yine anıtı tasarlayanların diliyle “masum Müslüman halkı soykırımdan kurtarmış Türk ordusunun şerefine, onun şehit ve gazilerinin aziz hatırasına” dikilen 36 metrelik beşli kılıç grubu yükseliyor. Bu kılıçlar, “Ararat dedikleri Ağrı Dağı’nı ele geçirme hayali kuran Ermenilere gözdağı vermeyi” amaçlıyor.
13 yıldır kalitesiz malzeme, kötü tasarım ve kötü işçilik, kötü muamele gibi değişik nedenlerle basının gündemine defalarca giren bu sevimsiz anıtın Başbakan Tayyip Erdoğan’ın göz zevkini bozmaması ilginç. Aynı şekilde, cuma günü Kars Anıtı ile ilgili bir açıklama yapan Ermenistan yetkililerinin de, Iğdır Anıtı’na ilişkin sitemde bulunmamaları anlaşılır gibi değil.
Başbakan’ın otoriter müdahalesinin ikinci bir Bamyan Krizi’yle (bkz. Afganistan’da Taliban tarafından yıkılan dev Buda heykeli) sonuçlanması çok kötü olur. Umalım aklıselim galip gelsin.
Ayastefanos Rus Abidesi
Kars’taki İnsanlık Abidesi eğer devlet eliyle yıkılırsa, bu topraklardaki ilk devlet yıkımı olmayacak. Osmanlı Dönemi’nde inşa edilen ilk anıt, halkın “93 Harbi” dediği 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nı kazanan Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin izniyle Florya Şenlikköy’de (eski Kalkıratya Köyü) yaptırdığı Ayastefanos Rus Abidesi de devlet büyüklerimiz tarafından hem de törenle yıkılmıştı.
Bu anıtın yapılış nedeni savaş sırasında yaşamını yitiren beş bin civarında Rus askerinin çok dağınık biçimde bulunan kemiklerinin sembolik olarak biraraya getirilmesiydi. Babıâli’ye bu öneri getirildiğinde savaşın sonunda çok ağır şartlarda bir antlaşma imzalamış olan hükümet itiraz etmeyi aklına bile getirmemiş, aksine antlaşmanın yapıldığı ve Rus ordularının konakladığı Yeşilköy (o zamanki adıyla Ayastefanos) bölgesindeki Barutçubaşı ailesine ait bir araziyi kamulaştırarak anıt için Ruslara tahsis etmişti.
Milli amaçlarla yıkım
Başlangıçta Rusya’nın isteği, zaferlerini anlatan bir anıt yapmaktı. Ancak II. Abdülhamit’in itirazı üzerine başka bir anıt üzerinde uzlaşıldı. Anıtın tasarımını Rusya’nın İstanbul’daki askerî ataşesi Peçkov yapmış ve üç yıldır İstanbul’da yaşayan Rus Mimar Bozarov inşaatı yürütmüştü. Günümüze ulaşan nadir fotoğraflarından anlaşıldığına göre son derece görkemli bir yapı olan anıtın duvarlarında savaşta ölen Rus askerlerin isimleri yazılıydı, içerde ise ölülerin kemiklerinin saklandığı bölümler vardı.
Ancak anıtın ömrü uzun olmadı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesini takiben halkın milli hislerini galeyana getirerek savaşa hazırlamayı amaçlayan İttihatçıların organize ettiği halk tarafından 14 Kasım 1914’te içine yerleştirilen tahrip kalıpları ile yıkıldı. Yıkımı filme çektiği ileri sürülen asker Fuat (Uzkınay) Bey ‘ilk Türk sinemacısı’; çektiği 150 metrelik belgesel film ‘ilk Türk filmi’ olarak kabul edilirse de, bugüne dek bu filmi gören olmadığı için bu iddialara hep kuşkuyla bakıldı.
İttihatçıların Anıtkabir’i: Abide-i Hürriyet
31 Mart (1909) Olayı’ndan sonra çatışmalarda hayatını kaybeden üçü subay 74 askerin cenazeleri törenlerle gömüldükten sonra şehitlerin anısına bir anıt yapılmasına karar verilmişti. Anıt için açılan yarışmaya katılanlar arasında Vedat (Tek), Kemaleddin Bey, Alexandre Vallury, Konstantin Kiryadiki Efendi gibi dönemin ünlü mimarları vardı. Yarışmayı Mimar Muzaffer Bey’in projesi kazandı.
Şişli’de Hürriyet-i Ebediye Tepesi’nde iki yılda inşa edilen anıt, Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edildiği 23 Temmuz 1908’in üçüncü yıldönümü olan 23 Temmuz 1911 tarihinde halkın katılımıyla açıldı.
İttihatçılar buluşuyor
Altıgen kaidenin üzerinde yükselen anıtın kaidesinin üzerinde “Hürriyet Şehitleri” olarak anılan 70 askerin adları, padişahın tuğrası ve 1908 ile ilgili ifadeler yazılı. Kaidenin üzerinde örme taştan bir top namlusu, namlunun ucunda bronzdan Osmanlı sancağı, can simidi, çapa ve süngülü tüfekler yer alıyor. Taç kapısının üzerinde “Makber-i Şüheda-i Hürriyet” yazılı bir kitabe var. Birinci Ulusal Mimari tarzında olmasına rağmen Batı’da kripta (crypta) denen yeraltı mezar odasıyla ‘modern’ bir anıt olan Abide-i Hürriyet’in asıl modern olan yanı, şehitlik kavramının “din uğruna” değil “vatan uğruna ölüm” anlamına gelmeye başladığı yeni bir dönemin sembolik ifadesi olması.
Açılışından itibaren vatanı tehlikede gören aydınların ve subayların, kamuoyuna siyasi mesajlarını ulaştırmak için toplandıkları yer olan anıta 11 Temmuz 1913’te siyasi bir suikasta kurban giden Sadrazam Mahmut Şevket Paşa ve iki korumasının gömülmesi anıtın İttihatçıların “Anıtkabir”i olarak görüldüğüne işaret ediyordu.
Hitler’in jesti
15 Mart 1921’de Berlin’de, ailesini 1915 Ermeni Tehciri’nde kaybeden Solomon Tehliryan tarafından öldürülen Talat Paşa’nın bir kilise mezarlığına defnedilen cenazesi, 25 Şubat 1943’te Türk-Alman ilişkilerini güçlendirmek isteyen Adolf Hitler tarafından üzerinde Nazilerin sembolü gamalı haç bulunan bir trenle Türkiye’ye gönderildi. Talat Paşa’nın cenazesi, Ermeni Meselesi’ne devletin nasıl baktığının sembolik bir ifadesiydi, çünkü cenaze askerî törenle, Abide-i Hürriyet Anıtı’nın 50 metre yakınına defnedildi.
1908’de Meşrutiyet’in ikinci kez ilanı sırasında ihtilalcı subayları cezalandırmak için Manastır’a gönderilen Müşir Şemsi Paşa’yı üç kurşunla öldüren Silahşor Mülazım Atıf Kamçıl (ki Cumhuriyet döneminde Çanakkale Milletvekili idi) 1947’de anıtın arkasına defnedildi.
24 Haziran 1951’de, II. Abdülhamit döneminde, Taif’te boğularak öldürülen Mithat Paşa’nın kemikleri Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın katıldığı bir törenle Abide-i Hürriyet’in karşısına defnedildi. (Mithat Paşa İttihatçı değildi ama İttihatçıların düşman olduğu Abdülhamit’in düşmanıydı.)
1908’de Ohri Milli Taburu adlı çetenin başında bulunan Binbaşı Eyüp Sabri Akgöl (Birinci Meclis’e Eskişehir Milletvekili olarak katılmıştı) 1953’te vefat ettiğinde Atıf Kamçıl’ın yanına defnedildi.
İttihat ve Terakki’nin Kâtib-i Umumisi, Cumhuriyet Dönemi’nin Burdur ve Sivas Milletvekili Mithat Şükrü Bleda da 1956’da Abide-i Hürriyet’e defnedildi.
Enver’e devlet töreni
4 Ağustos 1922’de Orta Asya'da Pamir Dağları eteklerinde, Balcuvan’ın Çeğen mevkiinde Kızıl Ordu birlikleri ile çarpışarak ölen 1914 Sarıkamış Faciası’nın mimarı Enver Paşa’nın kemikleri 4 Ağustos 1996’da İstanbul’a getirildi ve yine devlet töreniyle Abide-i Hürriyet’in yakınında bir mezara defnedildi.
Aralık 2009’da İttihatçıların ünlü İzmir Valisi Rahmi (Aslan) Bey’in kemikleri, Feriköy Mezarlığı’ndan sessiz sedasız Mithat Şükrü Bleda’nın yanına nakledildi. İlginçtir, Rahmi Bey’in İttihatçı yoldaşı Celal Bayar döneminde bile cesaret edilemeyen 62 yıllık vasiyeti yerine getirmek, İttihatçı geleneği güya reddeden AKP’nin belediye başkanı Kadir Topbaş’a nasip olmuştu! Bakalım, Erzurum'da gömülü bulunan Cemal Paşa’nın mezarını getirmek hangi gizli İttihatçıya kime nasip olacak?
Abide-i rezalet
Ancak ilginçtir, İttihatçı gelenek açısından kutsal olduğu ima edilen anıt, uzun yıllar kelimenin tam anlamıyla ‘mezbelelik’ idi. Anıtın çevresindeki kolonlar yıkılıp kırılmış, anıtın oymaları parçalanmış, mermerlerin üzerine yazılar kazılmış, anıtın sembolik vitray kubbesi yağmalanmıştı. Anıtın etrafı çöplerle doluydu. Aynı durum Mahmut Şevket Paşa Türbesi için de geçerliydi. Bu durum o kutsallık halesinin aslında göstermelik olduğunu düşündürüyor. Görüldüğü üzere bu topraklarda ne modernlerin, ne muhafazakârların anıtlarla ve heykellerle arası iyi.
Özet Kaynakça: M. Aslıer, “İstanbul’da 20 Heykel”, Kültür ve Sanat, Sayı:3, 1974; A. T. Germaner, “Cumhuriyetimizin 75. Yılında Ülkemizde Heykel Olgusuna Genel Bir Bakış”, Cumhuriyet’in Renkleri, Biçimleri, Tarih Vakfı Yayınları, 1999; Cafer A. Giyasi, “Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi”, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2000; Hossein Sadri, “Soykırımın Mimari Boyutları”, Radikal İki, 21 Nisan 2009; Afife Batur, “Ayastefanos Rus Anıtı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 1994, 1. Cilt, s. 467-468; İstanbul’da Ölüm, (Yay. Haz. Edhem Eldem), Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, 2005, s. 276-278.
[email protected]
TARAF
YAZIYA YORUM KAT