Yıldıray Oğur

Yıldıray Oğur

Yazarın Tüm Yazıları >

1993

27 Ocak 2011 Perşembe 01:14A+A-

BBC Türkçe radyosu kapanıyor. Türkiye’nin bu radyoya ne kadar teşekkür borçlu olduğunu en iyi BBC Türkçe servisinin 70. yıldönümü için hazırlanan yayında Koray Düzgören’in sözleri anlatıyor.

Düzgören kimsenin konuşamadığı günlerde Kürtlerin başlarına gelen felaketleri BBC Türkçe servisinden öğrendiklerini, gittikleri en sapa köylerde bile bir anda birkaç kişinin ceplerinden uzun telsizli radyolar çıkarıp BBC Türkçe haberleri dinlediklerini görmüş. Hatta bölgede bu radyolar “BBC Radyo” olarak satılıyormuş.

Mutki’de topraktan fışkıran cesetler karşısında yaşanan şaşkınlığın nedeni herhalde bir zamanlar bu haberleri sadece “BBC Radyo”larının çekiyor olması...

O tarihlerde bizim Telefunken, Saba, Sony, ITT Schaub Lorenz televizyonlarımız ise Esteban’dan, Voltran’dan, He-Man’den ve Clemantine’den sonra ve haberlerden önce Anadolu’dan Görünüm programını çekiyordu sadece...

Bize devletin şefkatli kollarına sığınmış çok pişman teröristler, bayrağına, devletine âşık Türk’ten çok Türk Kürtler ve “inlerinde vurulan sünnetsiz ermeni PKK’lı” cesetleri izletilirken olan bitenlerle ilgili haberler 18 yıllık bir gecikmeyle hak ettikleri manşetlere geri dönmeye çalışıyor bugün..

O cesetlerin dozerlerle gömüldüğü, o avukatların başlarına silahların dayandığı 1993-1997 yılları arasında yaşanan ve medyanın üzerinden atladığı haberlerden bahsediyoruz...

Önce 1993 yılını anlamamız gerekecek... Aylardır Turgut Özal, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu üzerinden konuştuğumuz, Aksiyon dergisinin aylar önce yaptığı bir dosyayla adını koyduğu 1993 darbesini...

***

1991 yılında kurulduktan hemen sonra Kürt realitesini tanıyarak işe başlayan, MGK’dan Kürt sorununda af ve çözüm kararı çıkartan Erdal İnönülü DYP-SHP hükümeti 1993 yılında bir darbeyle devrildi aslında...1993’te olan bitenlerle hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan hem de Başbakan Yardımcısı değiştirildi.

16 Mayıs 1993’te Süleyman Demirel Cumhurbaşkanlığı’na seçildi. 25 haziranda Çiller Başbakan oldu. Temmuz ayında Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürlüğü’ne getirildi. Ağustos Şûrası bile beklenmeden Doğan Güreş’in Genelkurmay Başkanlığı bir yıl uzatıldı. Eylül ayında Erdal İnönü kabineden ayrıldı.

Ekip hazırdı. Neler yaptıklarını en iyi rakamlar anlatıyor. O rakamlar artık bir şehir efsanesine dönen 17 bin faili meçhulün nereden çıktığını da anlamamıza yardım ediyor. 1993’te neyin değiştiğini de.

Aslında cevap hep önümüzdeydi. Baktığımız ama göremediğimiz bir yerde. Görmek için asker ve polis tarafından açıklanan terör bilançosu rakamlarında öldürülen PKK’lı sayısı hanesine biraz daha dikkatlice bakmak yeterli.

Rakamların en düşük olduğu bir bilançoyu esas alıyorum.

1991 yılında öldürülen PKK’lı sayısı: 375, 1992’de: 1129.

Ve 1993: 3050, 1994: 2510, 1995: 4163 ve 1996: 3789 ve 1997: 7558.

Rakamları kullanarak bize en baştan itibaren yalan söylediler. Rakamlar şunu söylüyor: Karşımızda her yıl 4000 militanını kaybedip yerine 4000 militan yetiştirebilen bir örgüt var. Konuştuğum uzmanların hepsi ise aynı şeyi söylüyor. Dağlarda en fazla 5000 gerillası olan daha fazlasına hem ihtiyacı hem de imkânı olmayan bir örgütün her yıl kendisi kadar kayıp verip sonra tekrar aynı sayıya ulaşması imkânsız...

Yani çıplak haliyle resmî rakamlar gerçeği söylüyor bu kez. 1993-1997 yılı arasında öldürülen 21070 PKK’lı arasında, sayısı 17 bin olarak ifade edilen fail-i meçhul siviller de var. Zaten onları da sokak ortalarında, karakollarda PKK’lı diye öldürmüşlerdi. İstatistiklerde o kutucuğa eklenmelerinde bir beis görmediler.

Belki de araştırmacı bir gazeteci olan Uğur Mumcu’nun herşeyin değişeceği 1993 yılının hemen başında ortadan kaldırılmasının ardında bu rakamlar vardı. Ortadaki binlerce komplo teorisine bir tane de benden: Uğur Mumcu’yu öldürenler onun 1993’ten sonra açılacak bu kanlı bilançodaki rakamlar hakkında bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayacağından çekindiler. Ankara’nın ortasında cızırtılı yayın yapan bir BBC Türkçe servisi yayını sorun çıkarırdı, yayını kestiler...

***

Davutoğlu’na üç Lozan sorusu

Geçen hafta Meclis’e sessiz sedasız çok önemli bir soru önergesi verildi. Önergenin sahibi BDP Van Milletvekili Fatma Kurtulan. Sorunun muhatabı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu. Kurtulan üç soru sordu Davutoğlu’na:

Lozan Barış Antlaşması’nın 39/5 Madde hükmü devletin resmî dili olan Türkçeden başka bir dil olan Kürtçeyi anadil olarak konuşan Kürt vatandaşlarımıza kendi dillerini mahkemeler önünde sözlü olarak kullanma imkânı vermekte midir?

Lozan Barış Antlaşması’nın sözü edilen hükmü, Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası hükmü uyarınca, temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler içermesi nedeniyle iç hukuk düzenlemelerine üstün gelen ve uygulanması gereken bir üst hukuk kuralı mıdır?

Lozan Barış Antlaşması’nın 39/5 Madde hükmü uyarınca anadili Kürtçe olan vatandaşların dillerini mahkemeler önünde sözlü olarak kullanabilmeleri amacıyla uygun düşen kolaylıkların sağlanması için bir girişimde bulunulması düşünülmekte midir?

Bu üç sorunun cevabı KCK davasını kilitleyen Kürtçe savunma meselesindeki kilidi çözebilir. İç tüzük gereği sorulara cevap vermek zorunlu. Cevap, Türkiye’nin Lozan hakkındaki resmî içtihadı da olacak. Merakla bekliyoruz.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT