1980’de İran’da “Suriye Şahı”nın Adamlarını Kim Protesto Etti?
Henüz 1980’de Suriye-Baas sözcülerinin İran’da konuşturulmasına tepki verenler kimlerdi?
HAKSÖZ-HABER / Özel
TARİHÎ BİR VESİKA: “EL MEVTUL AL’EL ESED!”
Yıl 1980… Henüz Türkiye’de 12 Eylül darbesi olmamış; İran-Irak Savaşı başlamamış ve Hama’da büyük katliam yaşanmamış.
1980’in 4-12 Şubat tarihleri arasında İran’da Devrimin 1. Yıldönümü kutlanıyor, Hicretin 1400. Yıldönümü etkinlikleri yapılıyor. Bu çerçevede dünyanın çeşitli yerlerinden 500’e yakın davetli İran’da bulunuyor. Türkiye’den Hasan Aksay, Hüseyin Hatemi, Ahmet Suphi Fırat, Salih Tuğ, Salih Özcan’ın da aralarında bulunduğu heyette Hicret gazetesi adına SELAHADDİN EŞ ve ALİ BULAÇ da var.
Hama katliamından 2 yıl öncesine tekabül eden ve İran-Irak Savaşının da başlamadığı bu süreçte Suriye’de ise Müslümanlar İhvan önderliğinde kıyam hareketliliği yaşıyorlar. Bundan dolayı Baas yönetiminin şiddetli baskısı, zulmü ve katliamlarına maruz kalıyorlar.
Devrim kutlaması etkinliklerine Türkiye’den katılan grup, böyle bir süreçte Hafız Esed yönetiminin de davetli olduğunu görünce şaşırıyor. Ve hemen bir şeyler yapma gayreti içerisine giriyorlar…
Devamını 25 Şubat 1980 tarihli Hicret gazetesinden okuyalım. (Yazı, olduğu gibi iktibas edilmiştir.)
***
‘EL MEVTUL AL’EL ESED!’
SURİYE ŞAHI’NIN ADAMLARINI PROTESTO EDİYORUZ.
Mehrabad hava alanına iner inmez bir menfi durumla karşılaşmıştık. İhvan’ı Müslimiyn’nin Hama, Humus ve Halep’te hergün yüzlerce mensubunu katleden Suriye Şahı Hafız Esad’ın Evkaf Nazırı ile Suriye Umumi müftüsü Keftarü başkanlığında bir heyet bizden az sonra Tahran’a inmişler ve bizim pasaport işlemlerini yapılıncaya kadar misafir edildiğimiz salona onlar da alınmışlardı ve yüksek sesle, Suriye adına resmi beyannameyi okuyorlar, Hafız Esad kaatilini övüyorlardı. Buna engel olmak istediğimizde Türkiye’den giden topluluk içindekilerden bazıları “Biz burada misafiriz, müşuhitiz, bizim meselemiz değil o..” dediyseler de Ali Bulaç’la (ki Ali’nin Arapçasının olması işimize hayli yaradı) birlikte bu heyeti sıkıştırdık Hafız Esad’ın resmi temsilcileri oldukları müddetçe kendilerini kaatillerin temsilcileri olarak değerlendireceğimizi söyledik. Evkaf Nazırı olan zat “Kanunlar çiğnenirse elbette ceza verilir, Türkiye’de de böyle değil mi?” gibi suallerle bizi Türkiye’de mevcud düzenin müdafii durumuna getirmeye çalıştıysa da bizim bütün tağuti düzenlere tavrımız karşısında sustular Ancak İran resmi kişilerine “Türkiye ile Suriye arasında diplomatik sürtüşme zuhur edebilir. Türkiye’nin dikkatini çekiniz” gibilerden laflar etmişler, bize bu durum bildirildiğinde,
Hem katil Esad düzeninin davetli olmasına teessüflerimizi belirttik, hem de bizim Türkiye’yi resmen temsil eden kimseler olmadığımızı kendilerinin Hafız Esad kaatilinin uşağı olması gibi bizi de başkalarını uşağı zannetmesinler” diye tersledik.
Ancak 3 Şubat pazartesi günü, Suriye Evkaf Nazırı, Tağut’un eski senatosundaki celsede konuşmaya başlayınca şoke olduk. Çünkü Behişti’den sonraki ilk söz Nazır olması hasebiyle işbu Suriye heyetinin başındaki zata verilmişti. Bu zatın konuşması kesinlikle protesto edilmeliydi, ama nasıl? Kendileriyle görüştüğümüz bazı arkadaşlara “el mevt u al’el Esed” diye tempo tutmayı teklif ettiğimizde pek yaklaşmadılar ve Türkiye’den gidenlerden bazıları, ancak protesto babında salonu terketmeyi teklif etti ve bunu yaptılar da. Halbuki, salondan üç-beş kişinin çıkması hiçbir mana ifade etmiyecekti, çünkü zaten devamlı giren-çıkan oluyordu. Ve baktık ki Nazır, Hafız Esad kaatilinin İslam Kahramanı olarak methiyesini yapıyor ve ani bir çıkışlar “el mevt u al’el Esed” diye haykırdık Bu ses bir anda salonda yankılandı. Bahreyn’den, Umman’dan, Tunus’tan, gelen kardeşlerimiz “el mevt u al’el Esed” diye tempo tutunca Nazır fena bozuldu, bizi de susturdular. Konuşmasına devam eden Nazır, baktık ki Esad’ın gözüne girebilmek için, onun methine devam ediyor, bir anda aynı nakaratla protestoyu bütün salondan yiyince, susmak zorunda kaldı. Böylece eylemimiz hedefine vardı.. Suriye müslümanlarının durumunu dünyanın her yanından gelenlere duyurmuş olduğumuz gibi, İran’ın yüksek mevkilerdeki idarecilerine de duyurmuş olduk. Cumhuri-i İslami Radyo ve Televizyonu da bu protestolardan bahsedince, Suriye’deki mücadele bütün İran’a duyurulabilmiş oldu. Celse sonunda konuştuğumuz Bazergan’a da bu meseleyi açtığımız gibi, müteakip günlerde de Halkhali ve diğer yüksek mevki sahibi zevata da aynı meseleyi açtık onlar da Esad’ın rejimiyle birlikte gözükmenin ezikliğini hissettiler. Suriye Umumi Müftüsü Keftarü ise (Keftar farsçada sırtlan manasına geliyor) bizimle karşılaşınca kaçmaya, hatta can emniyetlerinin sağlanması için, İran’lı ilgililere müracaat etmeğe kadar vardırdı işi. Türkçe bilen yardımcısı ise, çaktırmadan gizli-gizli ve korkarak gülüyordu… “Müslüman Allah’tan korkar” dedim… “Evet dedi, pekiy sırtlar’dan da, keftar’dan da korkar mı? dediğimde yine gizlice gülüyor, “Aman n’olursun, yapma!..” dercesine işaret ediyordu…
Hicret Gazetresi, Sayı: 16, 25 Şubat 1980
HABERE YORUM KAT