17 Şubat
Bu halkın efendilerinin halkı korkutmak ve taraftar toplamak için yandaşlarıyla birlikte kullandığı en “ürkütücü” cümle “Cumhuriyet temellerinden sallanıyor” cümlesidir.
Cumhuriyet’in “temellerinin” en doğru temel olduğunu ve asla sarsılmaması gerektiğini hiç sorgulanmayacak bir “önkabul” olarak zihnimize nakşederiz böylece.
Bugün, “efendiler” için en korkutucu, halk içinse en sevindirici gerçek yaşanıyor ve “Cumhuriyet’in temelleri” sarsılıyor.
Sarsılması da gerekiyor.
Çünkü bu cumhuriyet yanlış temeller üzerine bina edildi.
Atatürk, “Cumhuriyet’in” kuruluşunda “tek adam” olmaya karar verdiğinde bu “tek adamlığa” karşı çıkanların tümü siyaset dışı bırakıldı.
“Demokratik” tartışmaların yapıldığı, demokrasiyi savunan Hüseyin Avni Ulaş gibi insanların üyeleri arasında bulunduğu Birinci Meclis siyaset sahnesinden çıkarıldı.
Cumhuriyet, “tek adam ve tek parti” sistemine göre biçimlendi, temelleri bu anlayış üzerine atıldı.
“Tek adam” rejimi ancak ordunun desteğiyle mümkündür.
Onun için temelin ortasına “ordu” yerleştirildi.
Yeni cumhuriyet, Atatürk ve ordu çevresinde kuruldu.
Bu yapıyı koruyabilmek için “temel” de “yargı” zırhının içine alındı.
Bu “temeli”, bu “yapıyı” eleştirmek imkânsızdı.
Atatürk, hiçbir sözü “yanlış” olamayacak “ulu önderdi” ve eleştiri dışıydı.
Bugün bile devlet görevlilerinin her söze “yüce Atatürk’ün dediği gibi” diyerek başlamaları, o temeli muhafaza edebilmek ve sistemi tümüyle “eleştiri dışı” bırakabilmek içindir.
Sonra Atatürk vefat etti.
Daha sonra “çok partili” düzene geçtik.
Ama “tek adam ve tek parti” için atılan temel, olduğu gibi muhafaza edildi.
Atatürk artık yoktu ama onun isminin ardına yerleştirilen ordu ile yargı “kutsaldı” ve eleştirilemezdi.
Eleştirilmeyen, sorgulanmayan, dokunulmayan ordu ve yargı, toplumun “efendileri” konumunu sürdürdüler, eleştirilmezlik onlara “hukuk dışına” rahatça çıkabilme olanağı sağladı.
Kürt savaşıyla birlikte iş iyice çığırından çıktı.
JİTEM gibi örgütler kuruldu, sokaklarda insanlar vuruldu ve yargı bunların hesabını sormadı, yargıçlarımız açıkça “hukuku değil devleti savunmak” amacıyla hareket ettiklerini söylediler.
Devlet, o “tek parti” devletiydi.
Aradan geçen onca zamanda aynı rejim, aynı düzen sürdürüldü.
Dünya değişti, Türkiye değişti, nüfus arttı, ticaret arttı, yeryüzüyle kurulan bağlar arttı, televizyonlar, telefonlar, uçaklar gelişti ama “Cumhuriyet’in temelleri” hiç değişmedi.
On beş milyonluk baskı altındaki bir köylü toplumuna kabul ettirilebilecek olan bu “temel”, yetmiş milyonluk, sanayileşmiş, dünyayı keşfetmiş, haklarını fark etmiş bir topluma kabul ettirilemiyordu.
Bu temeli koruyabilmek için icat edilen “komünistlik gibi, irtica gibi, bölücülük gibi” mazeretler yavaş yavaş anlamsızlaştı.
Ve toplum, “temel”i patlatan büyük hareketi başlattı.
22 Temmuz seçimleri bu “temel”in yediği en büyük darbeydi ve temel gerçekten de çatırdadı.
Ordu, halkın iradesine pervasızca müdahale etmiş ve seçimlerde çok sert bir cevapla karşılaşmıştı.
Ne yazık ki ordunun büyük bir bölümü bu çok açık mesajı görmemekte, kendi halkıyla inatlaşmakta direndi.
Taraf’ın da yardımıyla ardı ardına çıkan belgeler, bilgiler, darbe planları, halka bu “temelin yapısını” daha iyi gösterdi, ordu sistemin tam “ortasındaki” yerinden geri çekilmek zorunda kaldı.
Ama eleştiri dışı oldukları dönemde çok suçlar işlenmişti ve bazıları hâlâ o suçları işlemek için çabalıyordu.
Ordunun içinde bu duruma karşı çıkanlar olduğu gibi yargının içinde de bu duruma karşı çıkanlar, bu “temelin” Türkiye’nin yeni, kalabalık ve karmaşık yapısını artık taşımadığını görenler vardı; onlar “suçlulara” dokunmaya karar verince yargının “temele” sadık kalan ve onu korumak için çabalayan kanadı harekete geçti.
Bugün “kutsal” yargının karpuz gibi ortasından yarılmasının nedeni bu.
Yüksek yargının bir bölümü, “orduya dokunulacağını” görünce “yetkilerine, hukuka, yasaya” pek aldırmadan telaşla harekete geçti.
Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında telaşa kapılan ordunun verdiği “27 Nisan” muhtırası ordu için nasıl sonuç verdiyse, telaşa kapılan yüksek yargının “17 Şubat’ta” yaptığı bu çıkış da aynı sonucu verecek, yargının açıkça sorgulanmasına ve yerinin yeniden belirlenmesine yol açacak.
Cumhuriyet’in “temelleri” yıkılacak.
Ve, çağdaş, modern, demokratik, yeni bir “cumhuriyetin” temelleri atılacak.
27 Nisan’ı unutmadınız, 17 Şubat’ı da hiç unutmayın.
“Cumhurun söz sahibi” olduğu yeni bir cumhuriyetin “başlangıç” tarihlerinden biri olarak kayıtlara geçecek çünkü.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT