1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. 15 Temmuz’un anlamı salt bir darbe teşebbüsünden ibaret değildir
15 Temmuz’un anlamı salt bir darbe teşebbüsünden ibaret değildir

15 Temmuz’un anlamı salt bir darbe teşebbüsünden ibaret değildir

15 Temmuz’un yıl dönümü vesilesiyle bir yazı kaleme alan Yasin Aktay, darbe teşebbüsünden daha önemli olanın, halkın ortaya koyduğu destansı duruş ve direnişiyle darbecileri püskürtmesi olduğuna dikkati çekiyor.

16 Temmuz 2023 Pazar 13:03A+A-

Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı yazısı şöyle:


7 yıl sonra geldiğimiz yer ve konum

Bugün 15 Temmuz. Bir darbe teşebbüsünün yıldönümü olduğu kadar, bence ondan da daha önemlisi böyle bir darbe teşebbüsüne karşı bir halkın dünya tarihinde benzerine az rastlanacak destansı bir duruşunun, direnişinin ve püskürtüşünün 7. yıldönümü.

Allah muhafaza, daha öncekiler gibi olabilirdi. Önceki darbeler karşısında olduğu gibi halk korkmuş, çekinmiş, neme lazım, mevzu yönetenler arasında dönüyor, bizi ilgilendirmez deyip aradan çekilmiş olabilirdi. Nihayetinde 1980 yılında halkın büyük çoğunluğu bırakınız karşı durmayı, büyük çoğunluğuyla süregiden istikrarsızlığa bir çözüm olarak 12 Eylül darbecilerini bir kurtarıcı gibi görüp selamlamıştı bile.

Halkın darbecileri bu şekilde ister hale getirilmesi zaten darbenin çok önceden başlayan planının bir parçasıydı. Halk ilk darbeyi gerçeklik algılarına, düşüncelerine ve hatta duygularına karşı yer. Darbeciler ilk aşamada kendi yollarını açar, meşruiyet temellerini oluşturur, gerekçelerini hazırlar. 27 Mayıs’ta denenen bu yol 12 Eylül’de daha başarılı bir biçimde denendi. 28 Şubat’ta ise çok daha karmaşık, o günün tabiriyle “postmodern yollar” denenerek gerçekleştirildi darbe. Toplum eskisine nazaran nispeten daha şehirleşmiş, dünya birbirine daha fazla eklemlenmiş, ikna edilmesi gereken insanların sayısı daha fazlalaşmıştı çünkü. 1960 yılında halkın yüzde 66’sı hala köylerde yaşıyordu ve ülkede toplamda sadece 5 üniversite vardı. Darbeci hevesler hiçbir zaman tam bitmiyor ama ülkenin gelişmişlik şartları darbecileri de daha karmaşık teknikler uygulamaya mecbur ediyor.

15 Temmuz münasebetiyle SETA Vakfının Ankara merkezinde düzenlenen panelde Prof. Cemil Koçak, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü öncekilerle karşılaştırırken tam da bu bağlamda ilginç bir noktanın altını çizdi. Ordu içinde darbeye katılım konusunda önceki darbelerin dayandığı cuntaların çok ötesinde bir sayıya sahipti 15 Temmuz girişimi. 27 Mayıs darbesi çok az küçük rütbeli subayın başarılı bir operasyonuydu, ama siyasete karşı olduğu kadar ordunun büyük çoğunluğuna da karşıydı. 12 Mart muhtırası zaten ordu içindeki bir kargaşanın içinden çıkmıştı. 12 Eylül çok organize, askeri hiyerarşik disiplin içinde kotarılmıştı ama bu askeri disiplinde kimin rıza ile kimin kerhen destek verdiğini tespit etmenin yolu olmazdı. 15 Temmuz’da darbeye kalkışan FETÖ ordu içinde önceki darbeci cuntaların hiçbirinin ulaşamadığı bir güce, yaygınlığa ve sayıya sahipti.

Ancak belki en büyük hatalarından biri orduda bu sayıya da sahip olduğunda darbe için hiçbir engelin kalmayacağını zannetmiş olmasıydı. Oysa geride artık eski davranışları ve refleksleri olmayan bir toplum vardı. Mizacı da davranışları da, kültürü de, siyasi tavrı da onların hayal ettiği gibi bir toplum değildi. O darbeyi kotarabilmek için belki çok daha fazlası gerekirdi, o kadarını akıl edecek halleri yoktu.

O kadar asker sayısına ulaşmış bir cuntanın belki en büyük zaafı bütün tafsilatın Pennsylvania merkezinden yönetilmesiydi. Sonradan itiraflarla ve soruşturmalarla ortaya çıkan tabloya göre harekât planının bütün detayları elebaşı tarafından onaylanmadan harekete geçilemiyordu. Kurmay generallerine bile hiçbir inisiyatif bırakmamış bir örgüt yapısı bu. Erdoğan’ın diktatörlüğü iddiasını satarak kendine alan açmaya çalışan örgüt dünya tarihinde görülebilecek en despot, en kesin tek adam yönetimiyle hareket ediyordu. Çok şükür çuvallamalarının bir sebebi de bu olmuştur.

Bu kafanın ezberlettiği toplum algısına göre toplum karşısında mermiyi görünce kaçacak delik arardı. O gece halkı direnmemeye ve teslim olmaya davet ederken bir yandan da darbenin başarılmış olduğunu dostlarına müjdeleyen aklı evvellerinden birinin sözüydü bu. Bırakınız mermiden kaçacak delik aramayı, o gece halk F 16’lara kafa atma mizahı yapmaktan bile geri durmadı.

Yedi yıl önce yaşanan bir darbeden ziyade bir halkın devletine sahip çıkması, ama aynı zamanda devletini de yere indirmesi, onu aşkın, tanrısal bir güç olmaktan çıkarıp sahibi olduğu bir ortaklık olarak tanımlamasıydı. Devlet artık bu millete diktatörlük yapacak, milleti millete rağmen yönetecek, millete yabancı bir güç değildi, bundan sonra da böyle olamayacaktı.

15 Temmuz bütün dünyaya demokrasi hakkında iddia edilen ama bir türlü ispatlanamayan bir boyutu, bir şartı sağladı, hatırlattı, hatta öğretti. Tabi kim ne kadar öğrenebildiyse.

Türkiye’nin demokrasisinin ulaştığı gerçek seviyenin işaretiydi bu duruş, bu direniş. Uğruna şehitler verildi bu devlet-millet kaynaşmasının.

Aslında bu aşama bir yeniden yapılanma için mükemmel bir kurucu başlangıç fırsatı da sağladı. Bu fırsatın birçok alanda değerlendirildiğini söyleyebilsek de birçok başka alanda değerlendirilebildiğini söylemek çok zor.

Ne yazık ki, 15 Temmuz sonrası oluşan ve Cumhurbaşkanının ifadesiyle “at izinin it izine karıştığı” ortamda FETÖ’yle mücadelenin simsarları, savaş ağaları, kraldan fazla kralcıları durumdan kendilerine epey kazanç sağladılar. 15 Temmuz gecesi TBMM’nde bombaların altında beraber durduğumuz değerli kardeşim Aydın Ünal’ın serzenişlerine hak vermemek mümkün değil: “Suç-ceza dengesi kurulamadı. Örgütün alt tabakası ceza çekerken kaymak tabakası kaçtı ve yurt dışında lüks içinde yaşamaya başladı. “FETÖ Borsası” iddiaları canımızı sıktı. Örgütle mücadele edilirken zihniyetle mücadele edilmedi ve Fetullahçı kafa hükmünü sürdürdü. FETÖ ile mücadeleyi kendi meselesi olarak görmeyenler etkili makamlarda ihmalkâr davrandı. Fetullah’a övgüler düzenler, kendi kusurlarını örtmek için sağa sola FETÖ’cü yakıştırması yaptılar, mücadeleyi sulandırdılar…”

Daha bugün bile hiçbir dönemeçte hiçbir net duruşunu görmediğimiz, her dönemin uyanıklarının 15 Temmuz gecesi oluşan dost-düşman kategorilerini kendi harici şehvetleri için hoyratça kullandıklarına şahit oluyoruz.

Bir özensizlik, bir lakaytlık, bir dikkatsizlik: bedeli adalet oluyor. Adaletse, her şey yitse de bizi ihya edecek tek şey ve her zaman birbirimize karşı değil, bilhassa düşman bildiklerimize karşı tutumlarımızda tezahür edecek en büyük erdem.

7. yılında, tabii ki asla ihmal etmememiz gereken, 15 Temmuz direnişine ve zaferine methiyelerimizin, şehitlerimize şükran ve mersiyelerin, düşmanlarımıza da kahretmenin ötesine geçip bu erdemi ihya etmenin yollarına bakmak lazım.

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum