15 Temmuz’dan Cerablus’a Terörizm ve PKK
15 Temmuz FETÖ ihaneti sonrasında zirve yapan PKK terörüne, Gaziantep saldırısıyla DAEŞ terörü de katıldı. Önce şunu ortaya koyalım: Her üç örgüt de küresel oyunda bir enstrüman. Birbirlerini besliyorlar. Nitekim DAEŞ, PKK için adeta can suyu olarak ortaya çıktı. DAEŞ’siz bir PKK sahte meşruiyet zeminini sağlama ve bu kadar açık destek alma şansına sahip değil.
Yapılan saldırıların gerek zamanlaması gerekse seçilen yerler ve ardından verilen tepkiler; bir çeşit “pas - gol” ilişkisini ima ediyor. Antep’teki DAEŞ saldırısını PKK’nın “pas” olarak görüp “gol”e çevirme çabalarını, HDP’nin alelacele “saldırı üyelerimize yapılmıştır” açıklamasından anlıyoruz. HDP’li olmadıkları halde mağdurların telaşla sahiplenilmesi, Roboski’de olduğu gibi bir fırsatçılık mı yoksa önceden ayarlanmış bir tavır mı bilemiyoruz. İkisi de sonuç itibariyle aynı kapıya çıkıyor.
İki örgütün eylemlerinin mercek altına alalım. Öncelikle toplumsal sinir uçlarına dokunan, fay hatlarına oynayan eylemler yapılıyor. PKK’nın Elazığ ve DAEŞ’in Antep eylemleri tam da bu özellikleri ile diğer eylemlerden ayrılıyor. DAEŞ’in eyleminin PKK’ya bir pas olduğunu ifade etmiştik. PKK ise, Elazığ gibi milliyetçi kitlenin yoğun olduğu bir yerde yapılan o büyüklükte bir eylemle, doğrudan milliyetçilerin Sünni Türk- Alevi Kürt dengesi üzerinden bir iç çatışma yaratmayı amaçlıyor. PKK’nın Elazığ dışındaki eylemleri de Türkiye kamuoyunda darbe sürecinde biriken enerjiyi saptırarak bir Kürt-Türk çatışması yaratmaya matuf eylemler olarak okunabilir. Hatta, bugünden bakarsak, çukur terörünün de toplumsal çatışma ve kaos yaratarak 15 Temmuza ortam hazırlamayı amaçladığını söyleyebiliriz.
Bu örnekler, son dönem PKK eylemlerinin özellikle kaos çıkarmaya yöneldiğini gösteriyor. PKK’nın Karadeniz’deki eylemleri de aynı minvalde değerlendirilmelidir. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun konvoyuna yönelik Artvin’deki saldırı, örgütün bundan sonraki eylemlerinin konseptini ortaya koyması açısından ayrıca ele alınması gereken bir saldırı.
Bunun yanında örgütün bu eylemlerle, giderek yitirdiği psikolojik üstünlüğü geri kazanmayı, böylece tabanını oluşturan Kürtlerin 15 Temmuz ruhundan olumsuz etkilenmesini engellemeye çalıştığını düşünebiliriz.
Örgütün eylemlerinin mantığı ile ilgili diğer bir husus da PKK’nın sıkışmışlığı ile ilgili. Örgütün sıkışmışlığı sadece Türkiye’de değil, Suriye’de de söz konusu. Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması, PYD’nin hesaplarını bozmuşa benziyor. Belli ki şiddeti artırarak kendisini formülün içinde tutmaya, küresel oyunda efendilerden daha iyi bir rol kapmaya çalışıyor. Nitekim Gülen’in geriye düştüğü küresel oyunda PKK’nın bir adım öne çıktığı kesin. Bu rolün gereğini bu saldırılarla yaptığını görüyoruz. PKK’nın, adeta taşeronlaşmanın dibini yaşadığını düşünürsek bu tespit pek de haksız sayılmayacaktır.
15 Temmuz ruhunun etkisi
PKK’nın eylemlerinin diğer bir hedefi de nasırına basarak devleti hataya zorlamak. Devletin HDP’li seçilmişlere ve siyasilere yönelik baskıyı artırmasıyla bir mağduriyet süreci yaratılmak isteniyor. Bunun için de Kürtler arasında ciddi bir karşılığı olan “PKK eşittir Kürtler” özdeşliğini kullanıyor. Böylece Kürtler arasında “Kürtlere yaşam hakkı tanınmıyor” propagandasının başarılı olmasını umuyorlar. Kürtlerde bir yalnızlık psikolojisi oluşturdukça Kürtler Türkiye toplumunun geri kalanından kopuyor. Kürtlerin yalnızlaşması o oranda Kürtleri irrasyonalize ediyor, makulden uzaklaştırıyor ve PKK’ya yakınlaştırıyor. Bu bağlamda, PKK ve DAEŞ’in eş zamanlı saldırılarını birlikte düşündüğümüzde rahatlıkla, 15 Temmuz darbe girişiminin taşeron örgütler eliyle sürdürüldüğünü söyleyebiliriz. Süreç bir iç savaşla sonuçlanmasa bile, en azından Erdoğan’ın bu yolla terbiye edileceği, yola getirileceği hesap edilmekte. 15 Temmuz ruhu, doğal olarak PKK tabanı da dâhil bütün Kürtleri etkiliyor. Türkiye’yi çevreleme hareketinin bileşeni olması PKK’nın tabanında sorgulamalara neden oluyor. Yeni paradigmanın inşasına Kürtler de katılmak istiyor. PKK’nın Kürtleri sürecin dışında tutma çabası Kürtleri rahatsız ediyor. Kürtler, darbe sonrasında Erdoğan liderliğinde oluşan yeni durumun Kürt sorununun ve PKK terörünün sona erdirilmesi için de uygun bir atmosfer sunduğunu düşünüyor. Haklılar da. Peki bu atmosferde neler yapılabilir?
Öncelikle Kürt meselesini bitirecek ve toplumsal barışı sağlayacak yeni bir paradigma kurulabilir. Ancak bu paradigma milliyetçi saiklerle değil “ümmet/millet” yaklaşımıyla kurulmalıdır. Paradigma için tarihsel bir referans aranacaksa o referans 1920 Birinci Meclisinin ruhudur. Yenikapı ruhu o ruhun aktüel biçimi olarak görülmelidir. 15 Temmuz atmosferi göstermiştir ki, bu halka ve ülkeye kasteden hiçbir yapı meşru kabul edilmemektedir. Bu atmosfer, tıpkı FETÖ’de olduğu gibi PKK ile her alanda daha etkili bir mücadeleye imkân vermektedir. Ama bu yapılırken Kürtlerin incitilmemesine özen gösterilmeli. PKK ile mücadele edilirken “Kürtleri kazan” politikası izlenmeli. Kürtler üzerindeki PKK baskısı kalktıkça Kürtler PKK’nın yönlendirmesinden ve yarattığı irrasyonel havadan kurtulacaklar, kurtuluyorlar.
Kürtler vesayetten rahatsız
Kürtlerin çok önemli bir kısmı PKK/HDP’nin Kürtler üzerindeki temsiliyet vesayetinden rahatsız. PKK’nın Kürtleri savaşın nesnesi kıldığını, geleceğini kararttığını düşünüyor. 15 Temmuz’dan sonra ise örgütün Kürtleri sürecin dışında tutma gayretlerinin kendilerine her zamankinden daha fazla kayıp getireceğinin farkındalar. O nedenle PKK vesayetine karşı olan Kürtler 15 Temmuz’dan sonra seslerini daha fazla çıkarmaya başladı. Van’da 10 binlerce kişinin, Van caddelerinde adeta bir insan seli olarak PKK’nın vesayet bentlerini yıkan o tarihi yürüyüşünü son yılların en önemli gelişmesi olarak kaydetmek gerekiyor. Bu durum örgütün psikolojik üstünlüğü tamamen kaybettiğini gösteriyor.
HDP’nin hal-i pür melali
Diyarbakır’da Ulu Cami imamının çıkışıyla başlayan PKK karşıtı eylemleri bu bağlamda anmak gerek. Benzer eylemler bölgenin farklı kentlerinde de görülüyor. Elazığ, Batman ve Mardin’deki eylemlerle birlikte en son Van’da binden fazla STK’nın PKK terörüne karşı ortak bildiri yayınlamasını da bu örneklere eklemek gerekiyor. Bölgede örgüt vesayeti, kesafetini yitirdikçe Kürtlerin tepkileri de artıyor.
Bütün bu eylemlerin en önemli mesajı; Kürtlerin 15 Temmuz sonrası gelişen süreçte Yeni Türkiye’nin kurucu unsurlarından birisi olma iradesinin ortaya çıkması. Kürtler yeni paradigmanın inşasında rol almak istiyor. Bu irade önündeki tek engel olarak PKK görülüyor. Kürtler, PKK yüzünden ve/veya PKK’nın temsil vesayeti nedeniyle dışarıda kalmak istemiyor. Elbette örgütün propaganda atmosferinden çıkamayan belli bir kitle bu tablonun dışında kalıyor ancak doğru politikalarla makul zemine çekilebilecekleri muhakkaktır.
15 Temmuz ruhunun, PKK’nın darbe girişimi sürecinde “fırsatçılık yapmadığını” söyleyecek kadar makulden uzaklaşan HDP’nin yanından yöresinden geçmediği çok belli. HDP bu dönemde de irrasyonel pozisyonunu sürdürmekte kararlı.
Yükseltilen PKK terörü karşısında “kınama özgürlüğü”nü kullanırken eylemlerin “sivillere değil güvenlik güçlerine yapılması” iması bile HDP cenahında değişen hiçbir şeyin olmadığını gösteriyor.
Örgüt çukur terörü sonrasında tabanında ciddi bir daralma yaşıyor. Tabanını harekete geçirmekte zorlanıyor. Eylemleri bölgede tasvip görmüyor ve tabanını mobilize etmek için yaptığı eylem çağrıları fiyaskoyla sonuçlanıyor. 300-400 kişiyle eylem, 2 bin - 3 bin kişiyle miting yapıyor. Kuyruğu dik tutmak için kan siyasetini güderken bu daralmayı aşmak için sık sık ve gayri samimi bir şekilde müzakerelere geri dönüş mesajları veriyor. Bugüne kadar sürdüregeldiği tutumun dışına çıkmayan ve böylece 15 Temmuz’un dışında kalan PKK/HDP kesin olarak yeni Türkiye’nin inşasında yer alamayacak. 15 Temmuz direnişi yeni bir toplumsal aktör ve siyasal söylem üretirken, bunun dışında durma tercihi PKK/HDP hareketinin tarihin dışına itilmesiyle sonuçlanacak. Bunun işaretlerini artık görüyoruz.
Dengeler değişti mi?
Türkiye’nin Cerablus’a girmesi tam da bu süreçte PKK/PYD için dengelerin tersine döndüğünü mü gösteriyor? Doğrusu bu sorunun cevabını vermek için çok erken. Bu bağlamda öncelikle PKK cenahının tepkilerine kısaca bakmakta fayda var. HDP operasyonla ilgili açıklamasında, Türkiye’nin girişini “işgal” olarak nitelerken, ÖSO’ya da “çete” diyor. Aynı açıklamada “Cerablus’un DAEŞ’ten temizlenerek halkın yönetimine verilmesi görevi Türkiye’nin değil Suriye halklarınındır.” diye ekliyor. ÖSO çete ise bu durumda halk belli ki PYD oluyor.
Bu tepkilerden çıkaracağımız en açık sonuç PKK’nın Suriye konusunda artık istediği kadar rahat hareket edemeyeceği ve hedeflerini revize etmek zorunda kalacağı. Belli ki Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması ve FETÖ darbe girişimi ABD’yi de Türkiye karısında sıkıştırdı ve Türkiye’nin Suriye konusundaki taleplerini karşılamak zorunda bıraktı. Bu PKK/PYD için sadece Cerablus ile sınırlı kalmayabilir, Azez, Afrin, Rakka gibi yerler için de benzer bir sonla karşılaşabilir.
Bütün bunlar 15 Temmuz sonrası süreçte Türkiye’nin Ortadoğu’ya daha fazla ağırlığını koyacağı anlamına geliyor. Böyle bir durumda PKK’nın yaşadığı yalancı baharın hazanla sonuçlanma ihtimali oldukça yüksek. Bekleyip göreceğiz.
Star
YAZIYA YORUM KAT