1. YAZARLAR

  2. RIDVAN KAYA

  3. 15 Temmuz Süreci: Kazanımlar, Riskler ve Öncelikler
RIDVAN KAYA

RIDVAN KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

15 Temmuz Süreci: Kazanımlar, Riskler ve Öncelikler

13 Ağustos 2016 Cumartesi 14:55A+A-

15 Temmuz gündemde konuşulmaya, tartışılmaya devam ediyor. Olayın çapı ve büyüklüğü daha uzun süre konuşulmayı, üzerinde durulmayı gerektirmekte. 15 Temmuz’da atlatılmış olan askeri kalkışmanın ne kadar büyük bir tehdit olduğu her geçen gün ortaya çıkan bilgi ve bulgulardan anlaşılmakta. Bizleri ve tüm Ümmeti bu badireden kurtaran Rabbimize hamdu senalar olsun. Bu vesileyle bu tuğyana, zulme karşı sadece Allah için, ondan başkasına boyun eğmemek için ayağa kalkıp canlarını veren aziz şehitlerimize Rabbimiz rahmet etsin, yaralılara acil şifalar versin!

Paha Biçilmez Kazanımlar

15 Temmuz bağlamında en önemli, somut sonuç olarak kazanımlarımızı koruduğumuzu söyleyebiliriz. Önceki darbelerde yaşanan geri çekilmeler, sinmeler, kayıplardan farklı olarak burada daha atak ve avantajlı bir pozisyon elde edebileceğimiz bir vasat oluştu, Allahu Teala layıkıyla değerlendirebilmeyi bizlere nasip etsin. Nitekim bu süreçte Kemalist statükonun en önemli dayanağını oluşturan ordunun yapısına ilişkin yapılan düzenlemelerin adeta devrim niteliğinde gelişmeler olduğu, hayallerimizin gerçekleşmesi anlamına geldiğini söyleyebiliriz.   

15 Temmuz’da gerçekten hepimizi çok sevindiren, beklemediğimiz, ummadığımız boyutta bir direniş olgusuna şahitlik ettik. Utanmadık, yeise düşmedik, bilakis onur duyduk, geleceğe dair umudumuz arttı. Rabbimize hamd olsun!

Bu manzaradan yola çıkarak insanlara, halka, içinde yaşadığımız topluma dair zaman zaman karamsar, bazen de haksız, ölçüsüz değerlendirme ve yargılarda bulunmanın yanlışlığını görmek durumundayız. Ve bu özeleştiriyi mecburen, yüksünerek değil, bilakis sevinerek, hamd ederek yapmalıyız. Değişik olaylardan kalkarak genelde sinik, korkak, menfaatçi olmakla suçladığımız insanların cuntacılara karşı nasıl fedakârlık ve şecaat gösterdiklerini, zulme kahramanca bir tavır koyduğunu tespit etmek ve değerlendirmelerimizi adalet ve hakkaniyet ekseninde gözden geçirmek durumundayız. Hakşinaslık bunu gerektirir, Müslümanlara da bu yakışır.

Yine 15 Temmuz ile birlikte kamuoyunda ABD’ye ve Batı’ya ilişkin şüphelerin artması, NATO üyeliğinin sorgulanmaya başlanması önemli gelişmelerdir. Bu sürecin emperyalist kuşatma ve dayatmalar karşısında onurlu bir tavrın geliştirilmesine yönelik çabaları güçlendirmesi, teşvik etmesi arzumuzdur, ümidimizdir.

15 Temmuz’un olumlu yansımalarına, bu ülkede yaşayan Müslümanlar olarak geleceğe dair umudumuzu artıran yönlerine bu şekilde değindikten sonra, gözden kaçmaması gerektiğini düşündüğümüz bazı hususlara, darbenin püskürtülmesi sonrasında ortaya çıkan bazı gelişmelere de dikkat çekmekte yarar var. Çünkü müminler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eder, birr ve takva yolunda yardımlaşırlar.

Gözardı Edilmemesi Gereken Riskler

Öncelikle, darbe girişimiyle beraber laik-Kemalist çevrelerin haklı çıktıklarına, geçmişte mağdur edildiklerine, Kemalizmin birleştirici bir üst kimlik olduğuna dair tezlerinin güçlendiğine dair söylemler dikkat çekicidir. İktidar çevreleri de birlik-bütünlük, FETÖ tehdidine karşı dayanışma vb. saiklerle bu söylemleri görmezden gelen, hatta zaman zaman eşlik dahi eden bir tutum içinde gözükmektedir. 

Bu çok büyük bir yanlış, açık bir zulümdür. Kemalistler yakın dönemde Gülenci yapılanmanın kumpaslarıyla bireysel olarak mağdur olmuş, haksızlığa uğramış olabilirler ama darbecilik suçundan ötürü şikayet etmeleri manasızdır. Bilakis bu ülkede Kemalist ideoloji darbeciliğin menbaı olarak lanetlenmeyi hak etmekte ve sürekli olarak kendisine karşı tedbir alınmayı gerektiren bir zihniyet ve pratiktir.

İktidarın politik hesaplarla bu adamlara yakın durması geçmişte Gülen yapılanmasına yol vermesi kadar yanlış ve tehlikeli bir tutumdur. Bizler bu yanlışa her vesileyle dikkat çekmeli, ilgilileri uyarmalı, kamuoyuna yönelik çağrılarımızda bu hususu vurgulamalıyız. Aksi durum yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak demektir!

Yine Gülenci darbe kalkışmasının ardından ABD ve Batı karşıtı tavırlar gelişirken, bir başka emperyalist odak olan Rusya’ya yaklaşımın, bakışın neredeyse tümüyle olumlu bir zemine doğru evrilmesinin adaletsizliği ve tutarsızlığı da görülmek durumundadır. Geçici ittifak arayışları ilkeleri gölgede bırakmamalıdır. İslam beldelerini işgal eden, katliamcı bir güçle taktik nedenlerle mecbur kalınıp iyi ilişkiler de geliştirilebilir elbette ama dost, müttefik, ortak konumuna oturtulması olacak şey değildir.

Dikkatli olunması gereken bir husus da şudur ki, Gülenci darbe açık bir cürümdür, zulümdür; darbeci zihniyet ve örgütlenme her noktada geriletilmeli, tasfiye edilmelidir. Mamafih bunu yaparken haksızlığa, adaletsizliğe düşülmemelidir. Masum insanların mağduriyetine yol açacak düzenlemeler, “kurunun yanında yaş da yanar” mantığıyla normal görülemez, müsamahayla karşılanamaz.

Manzaraya bakıldığında tedbir mantığıyla yer yer aşırı önlem ve eylemlere girişildiği ve bunun da pek çok mağdur ürettiği görülmektedir. Bu noktada ortamın kritik oluşu nedeniyle bu tür uygulamalara ilişkin itiraz, uyarı yapmanın da zorlaştığı açıktır. Genel maslahat göz önünde bulundurularak detay kabilinden algılanan bazı yanlışlara göz yumma mantığı ile hareket edildiği görülmektedir.

Oysa bu doğru bir tutum değildir. Adil tutum eğer masumlar mağdur olacaksa, gerekirse suçluların cezasız kalmasını dahi göze almayı gerektirir. Ayrıca bu bağlamda artan şikayetlerin ciddi bir sosyal tepki ve yaraya yol açmasından da endişe duymak gerekir. Yapılan bir iş ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle eğer makul ve anlamlı görülmüyorsa bunu şartları ileri sürerek ve konjonktürel gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışmak vicdanen bizi rahatlatmaz, bilakis sıkar.

Bu ve benzeri gelişmelerde nasıl davranılması gerektiğine ilişkin olarak şu hadisi şerifi ölçü alabiliriz: Ahmed İbni Hanbel’in Müsned’inde yer verdiği bir hadiste Resulullah’ın (s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “…Fetvayı kalbine sor! İyilik, vicdanın tasvip edip kalbin mutmain olduğu şeydir. Günah ise vicdanda sıkıntı ve tereddüt hasıl eden şeydir. Her ne kadar insanlar sana fetva verseler ve tasvip etseler bile bu böyledir.”

Dikkatli olunması gereken üçüncü bir husus da İslami camia içindeki tartışma biçimi ve üslubuna ilişkindir. Maalesef yine bu süreçte kısır çekişmeler, gereksiz cepheleşmelerin yaşandığına şahitlik ediyoruz. Bilhassa sosyal medya üzerinden kul hakkı, kardeşlik hukuku, zandan kaçınma, iftiraya alet olmama vb. ilkelerin berhava olduğu bir süreç yaşanmakta. Birileri başka birilerine fırsattan istifade içlerindeki kini kusuyorlar adeta. Gün bugündür mantığıyla bel altı vurmalar, delilsiz mahkumiyetler artıyor. İslami kimlik ve gayretleri ortada olan çeşitli şahıs ve kuruluşlar basit gerekçelerle ya da kin saikiyle karalanmaya, kolayca harcanmaya çalışılabiliyor; ‘büyük tehdit kaynağı’, ‘potansiyel FETÖ’ vb. karalamaların hedefi haline getirilebiliyor. Ölçüsüz, hayırsız ve tüketici bir tartışma adeta başını alıp gidiyor. Bu noktada çok dikkatli ve adil olmak zorundayız!

Rabbimiz Müslümanların birbirlerine karşı merhametli olmalarını buyurmuştur. Zandan kaçınmayı, hüsnü niyet beslemeyi, günahları örtmeyi emretmiştir. Kötülükleri iyilikle savmanın daha güzel olduğunu, ancak bu şekilde hayırlı ortamlar tesis edilebileceğini, kalplerin bu şekilde yakınlaşacağını hatırlatmıştır.

Elbette bunları hepimiz biliyoruz, herkes biliyor. Ama bu tür kargaşa, gürültü ortamlarında bilinenler de gölgede kalabiliyor. İşte bu yüzden başta kendi nefsimize karşı olmak üzere teyakkuzda olmanın; Müslümanlara karşı daha dikkatli, özenli, acaba sorusunu mutlaka önplanda tutan tavırlar geliştirmenin gerekliliği ortadadır.

Gözetmemiz Gereken Öncelikler

Tüm Ümmet adına çok değerli bir kazanım, büyük bir onur olarak gördüğümüz 15 Temmuz sürecinin bazı açılardan riskli gördüğümüz, kaygan gördüğümüz zeminleri de beraberinde getirdiği bir vakıadır. Bu hususlarla ilgili olarak kimliğimizi ve ilkelerimizi öne çıkartarak sürece müdahil olma sorumluluğuyla hareket etmek durumundayız.

Şüphesiz Allah’ın kullarının hayırlı amellerde buluşması, adil ve erdemli bir tavra yönelmesi, fevc fevc  Ümmet çizgisine koşması biz Müminleri sevindirir, hamd etmemizi gerektirir. Bununla birlikte sırat-ı müstakimi kalabalıklara bakarak tespit edemeyiz. Velev ki bu kalabalıklar samimi ve hasbi olsalar da! Mutlaka söz ve amel uyumu; tevhidi bütünlük ve kavramsal tutarlılık aramak durumundayız. Aksi halde kalabalıklar sürükleyici de olabilirler.

Dün eksi dediğimize bugün artı diyebilir miyiz? Evet, yanıldığımız ortaya çıkmışsa deriz, demeliyiz ama bu değişiklik sadece konjonktürün değişmesine bağlı olmamalı; olgusal temellere dayanmalı ve ilkesel bir zemine oturmalıdır. Aksi durum politik davranma ve savrulma tehlikesine yol açar.

Bu bağlamda sistemin mevcut haliyle elbette Kemalist tek parti diktatörlüğü ya da 28 Şubat Türkiyesi olmadığı açıktır ama İslam’ı temel referans alan bir sistem olmadığı da açıktır. Öyleyse kavramlar ve semboller hususunda dikkatimizi sürdürmeli, mesafemizi korumalıyız.

Vatan, bayrak, millet vb. kavram ve sembollere karşı tavrımız bazılarının zannettiği gibi asla bir aykırılık hazzının ya da körü körüne bir inadın ifadesi değildir. İnancımıza, kimliğimize bağlılığımızın bir gereğidir. Bu kavramlara yüklenen anlamın olumlu manada kısmen ya da epeyce değiştiğini görüyor ve elbette bundan memnuniyet duyuyoruz ama temel zeminimiz olan tevhidi ölçüler noktasında bağdaştırılmazlık durumu hala çok nettir. Öyleyse bu hususlardaki hassasiyetimizi korumak, gözetmek durumundayız.

‘Demokrasi şehidi’, ‘demokrasi nöbeti’ ve benzeri kavramsallaştırmalar bizim benimseyebileceğimiz şeyler değildir. Bilakis reddetmek durumundayız. Rabbimiz Bakara suresinin 42. ayetinde “Hakkı batıl ile karıştırıp da hakkı gizlemeyin” diye emrediyor.  

Ebu Musa el-Eşari’nin rivayet ettiği ve hem Buhari’nin, hem Müslim’in sahihlerinde yer verdikleri bir hadisi şerifi bir kere daha hatırlayalım: “Resulullah’a: ‘Biri cesaretini göstermek (şecaa), diğeri beldesinin, halkının ve ailesinin şerefini korumak (hamiyye), öteki kendine yiğit adam dedirtmek (riaye) üzere savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır’ (fi sebilillah) diye soruldu. Efendimiz şöyle buyurdu: ‘Kim Allah’ın adını yüceltmek (i’lây-ı kelimetullah)  istikametinde mücadele ediyorsa, işte o Allah yolundadır!”

Düşmanlık ve dostluklar konusu da bu çerçevede ele alınmalıdır. Gülenist yapılanma ciddi ve büyük bir tehdit kaynağı olduğunu göstermiştir, buna kuşku yok ama şu anda iktidarın çizdiği çerçeveyi esas almak, tek belirleyici görmek zorunda da değiliz. İktidara bakarsak öncelikli ve asıl tehdit kaynağı bu yapıdır ve sadece bu yapıdır! Ve buna karşı her türlü ittifak caizdir, gereklidir. Oysa biz hiçbir şartta Kemalist anlayış ve pratiğin meşrulaştırılabileceği bir tavrı hoş göremeyiz, onaylayamayız.

İlkelere göre değil, iktidara göre tutum belirleyenlerin ittifak içine girdiklerine, kucakladıklarına bir bakın! Her türden Kemalist sahnede arz-ı endam etmekte. Oysa bunların İslam’a düşman olduğunu biliyoruz. İslam’a düşman olanların geçici bir hesapla Müslümanlardan bazılarına sıcak davranması bizi aldatmasın!  

Mukayese yapılması için bir örnek vermek istiyorum. IŞİD’in ne büyük musibet olduğu ortada. Ama IŞİD’e karşı ittifak adına birileri bizi Esed’le ya da PYD’yle uzlaşmaya çağırıyorsa bu olmaz, kabul edilemez. Çünkü IŞİD ne kadar büyük bir bela da olsa Esed rejiminin asli düşmanımız olduğunu biliyoruz.

Ne demek istediğimizi somutlaştırmak için bir örnek daha verelim: Biz dün Gülencilerin seçimlerde CHP’ye yanaşmalarını ihanet olarak gördük, eleştirdik. Bugün CHP’nin de Yenikapı mitingine davet edilmesini nasıl olumlarız? Bu iki tutum zemin ve biçim itibariyle birebir aynı şey olmayabilir ama mahiyet itibariyle çok da farklı oldukları söylenebilir mi?

Tutarlılık ısrarlılığı, özeni gerektirir aksi durum esen rüzgara göre yönelmek demektir, bundan kaçınmalıyız.

Dikkatli olunması gerektiğini düşündüğümüz bir konu da asılsız, alakasız, mantıksız haberlerin tedavülde çokça dolaşmasının yol açtığı ahlaki zaaftır. Bu durum aynı zamanda zihinsel bir fukaralığa da yol açmaktadır. Akıl almaz iddialar, tezler, şüpheler yayılıyor. İddia edilenler, ileri sürülenler olmaz mı, olamaz mı? Olabilir elbette ama mantık esasları çerçevesinde ‘olma’ potansiyeli taşıyan her şeye ‘olabilir’ gözüyle bakmak bir müddet sonra gerçeklik duygusunun kaybolmasına yol açar. Oysa bir şeyin mümkün olması ile muhtemel olması arasında büyük fark vardır.

Rabbimiz zandan kaçının diyor; öfke duyduğunuz topluluğa karşı adaletsizlik yapmayın diyor. Bu tür hatırlatmalar sadece beraber olduklarımız için değil, karşımızdakiler için de dikkate almamız gereken ölçülerdir.

Ortam ne kadar hararetli olursa olsun, itidali elden bırakmamalıyız; merhametsizlik etmemeliyiz. Aşırılık, merhametsizlik zalimlerin sıfatı olsa da Müslümanlara yakışmaz. Buradan İslam’ın ve Müslümanların maslahatına bir sonuç da çıkmaz. 

Şunu da belirtelim ki, bazı hassasiyetlerimizin, kimi hatırlatmalarımızın kardeşlerimiz arasında dahi gereksiz yumuşaklık olarak algılandığını, hak etmeyenlere karşı taviz gibi değerlendirildiğinin farkındayız. Ama herkesin bir yöne doğru bakıp, seslendiği bir ortamda ‘acaba’ sorusunun sorulmasının, meseleye ‘diğer cihetten de bakmak gerekmez mi’ diye düşünmenin, düşündürtmenin faydasına inanıyoruz.   

Bu yüzden haksız yere insanların gözaltına alınması, tutuklanması, mal varlıklarına el konulması, işlerinden uzaklaştırılmaları türünden hadiselere gözümüzü kapamamalıyız diyoruz. Nezarethanede yaşanan ölüm olayının bizi düşündürtmesi, hüzünlendirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kendilerini savunamayacak durumda olan insanlar hakkında ortaya atılan iddiaların, suçlamaların geçerliliği hususunda mutlaka soru işaretleri koyabilmeliyiz diyoruz.

“Acırsan acınacak hale gelirsin” deyişi Müslümanların ölçü ittihaz edeceği bir söz olamaz. Acımak insani, fıtri bir duygudur ve Müslümanlara yakışır. Çünkü Müslümanlar haksızlık yapmaktansa, gerekirse haksızlığa uğramayı tercih ederler. Bu yüzden “iyilikten maraz doğar” mantığıyla hareket yanlıştır. Bizim hareket noktamız bilakis şu ayet olmalıdır: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)

15 Temmuz Türkiye tarihinde yaşanmış en görkemli direniş gerçeğine şahitlik ettiğimiz bir tarih oldu. Sadece bizler, bu ülke halkı değil, tüm Ümmetin maslahatına yönelik büyük bir kazanım olduğu tartışma götürmez bu olguyu daha nitelikli ve kalıcı kazanımlara evriltmek için çaba sarfetmek görevimiz; bu değerli süreci gölgeleyebilecek zaaflara karşı teyakkuzda olmak sorumluluğumuzdur!  

Allahu Teala yaşadığımız bu süreçleri bizlerin ve tüm Ümmetin hayrına tebdil etsin; zalimlere, kafirlere, İslam düşmanlarına ve emperyalistlerin uşaklarına fırsat vermesin!    

YAZIYA YORUM KAT

13 Yorum