15 Temmuz Darbesinin Paydaşları
“Yurtta Sulh Konseyi” tarafından 15 Temmuz günü yürürlüğe koyulan kanlı darbe planı eğer durdurulamasaydı çok büyük bir yıkım ortaya çıkaracaktı. Her ne kadar bu askeri cuntanın Fethullahçı şebeke olduğu vurgulanıyorsa da esasen konsorsiyum düzeyinde daha geniş ve derin bir örgütlenmenin işi gibi gözüküyor. Belki haklı gerekçelerle darbe kalkışması (mesela sürekli olarak ‘cepheyi daraltma’ psikolojisiyle) kamuoyuna Fethullahçı örgütlenmenin yürüttüğü ‘beşinci kol’ faaliyeti olarak lanse ediliyor. Fakat gözaltı kararı ve neredeyse devlete ait pek çok kurumda binlerle ifade olunan personelin açığa alınması tehdidin ne kadar büyük ve yakın olduğunu gösteren en kuvvetli alamet sayılmalıdır.
Ankara ve İstanbul’da halkın üzerine sürülen ve 200’den fazla insanın katleden, bin 500’den fazla insanı yaralayan tanklar henüz kışlalarına çekilmemişken Avrupa ve Amerika’dan gelen resmi ve gayrı resmi beyanlara bakarak bu darbeci şebekenin arka planını teşhis edebiliriz rahatlıkla. Çünkü nihai kertede Fethullahçılık son darbe sürecinde özellikle Amerika tarafından devreye sokulan bir kod adı ve maskeleme harekâtıdır.
Darbeye karşı bırakın bir tedbir almayı yarım ağız olsun kınamaktan imtina eden bir Avrupa ve Amerika profili elbette bizim açımızdan şaşırtıcı değil. Lakin askeri cunta marifetiyle icra edilen bu kadar yıkıcı bir terör dalgasını Batı’nın farklı kaygı ve beklentilerle görmesi çirkin olmaktan öteye suç ortaklığının itirafı mesabesindedir. Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin TSK bünyesindeki cuntacıların hızlı bir biçimde tasfiyeye tabi tutulması karşısında verdiği tepki “NATO üyeliğinin gerek şartlarını” ihtar ederek ihraç imalı şantaj yapmaktan ibaret kalıyor.
Ruhunu Emperyalizme Satmış Cunta
Batı’nın Türkiye gibi özellikle İslam ülkelerini dizayn etmek üzere en yakın partneri her zaman silahlı kuvvetler değil miydi zaten? Batı’yla ittifak içerisinde olsun da varsın askeri cuntanın başında ister Kemalistler isterse Fethullahçılar bulunsun, hiç dert değil. Bu sebeple 15 Temmuz darbesiyle birlikte tasfiye sürecine tabi tutulan cinayet ve casusluk şebekesi Fethullahçılıktan çok daha derin ve yaygın olan bir teamüldür. O teamül her ne surette olursa olsun Türkiye’nin rotasını, kıblesini, ruhunu emperyalizmin ileri karakolu kılma arzudur.
15 Temmuz’da sokaklara dökülenlerin söz, eylem ve davranış biçimleriyle İslam’a olan sevgi ve sadakatleri ortadadır. Darbecilerin başarılı olması için el ovuşturanlar, bir yerlerine kına yakmak üzere hazır kıta bekleyenler de bellidir. Ama onlara bekledikleri üzere kına yakmanın fırsatı tanınmamış ve ağıt yakmaya mecbur kalmışlardır. Bu meseleyi tartışmanın çok fazlaca manası yoktur. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İslam düşmanlığıyla maruf kimi mezhebi ve ideolojik kitleleri de darbe karşıtı olarak resmederek elde edilecek bir kazanım olamaz. Özellikle cedelleşmeye hacet yok lakin bu izzetli duruştankelam-ı rüşvet kabilinde söz konusu kesimlere de pay vermenin ne siyasal ne de ahlaki bir kazanımı olacaktır.
Hiç kimseyi dışarıda bırakmanın, ötelemenin veya itibarsızlaştırmanın peşine düşmemek icap eder. Bununla birlikte karakter sorunu arz eder derecede birilerine madalya takma seferberliği başlatarak elde edilecek menfaat kaybedileceklerin yanında bir hiç kalır. Bu zorlu süreçte ahlaki değerleri daha çok gündem etmek, zorbalık ve işbirlikçiliğin olduğu kadar pragmatizmin lanetli sonuçlarını da ibret boyutlarıyla kamuoyunun gündeminde tutmak kaçınılmazdır. Halkı direngen kılan, tankların ve savaş uçaklarının karşısında cesaret timsaline dönüştüren İslami ve insani hasletleridir.
İslami Renkler Neden Gizlensin?
Ülkenin hemen her noktasında sokaklara dökülenler elbette siyasi iradelerini temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve AK Parti hükümetine sahip çıktılar. Bu sahip çıkışta duygu ve düşüncelerin temellerini de tezahürlerini de İslami literatür belirlemiştir elbette. Sürekli bir biçimde Batı’yı, Batıcıları gözeten üstelik tutarsız ve faydasız olduğu kadar geçersiz de olan “İslamcı olmayan toplumsal bir direniş” algısı inşasına yönelmek komik oluyor.
15 Temmuz gecesi halkın üzerine tank sürenler, savaş uçaklarından bomba yağdıranlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve seçilmiş hükümete yönelik suikast tertipleyenler akamete uğradı. Sadece Fethullahçı cunta rezil ve zelil olmadı. Fethullahçı cinayet şebekesine yatırım yapan, destek olan, zaferi için yardım yapanların tamamı mağlup edildiler. Amerika da Avrupa da İsrail de kaybetti. Fethullahçı şebekeyle kucak kucağa iş gören kimi Marksist eskisi kimi muhafazakâr eskisi toplum düşmanı liberaller de mağlup oldular. Güya aydınlanma ve ilerlemeyi din edinmiş, toplumcu ama toplumsal iradeden nefret eden sol-sosyalist örgütler de kaybettiler. Kemalistleri de bu listeye ekleyelim, onlar da Erdoğan’ın deviremeyen darbenin kaybedeni oldular.
Kim kazandı peki? Hiç şüphe yok ki bihakkın onuruyla, izzetiyle, basiretiyle direnen bütün bir Türkiye toplumu kazandı. Filistin’den Suriye’ye, Bosna’dan Doğu Türkistan’a kadar bütün bir İslam ümmeti kazandı, mahrum ve mustazaf halklar kazandı.
Amerika ve Avrupa’nın İslam dünyasına dayattığı ‘ılımlı İslam’ projesi ve modelinin ancak ve ancak bir cunta eliyle icra edilebileceği aşikar olmuştur. Fakat Müslüman halkımız sadece bu ‘ılımlı ve hizmet ehli’ maskesi takan takıyyeci şebekeyi değil onları bize dayatan sömürgeci sahiplerini de topraklarından def etmiştir.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT