12 Eylül ve İslamcılık: Hangi Türk-İslam sentezi?
02 Ekim 2014 Perşembe 10:47A+A-
“Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir.”12 Eylül 1980, Kenan Evren'in okuduğu Milli Güvenlik Konseyinin 1 No'lu Bildirisi
"Konya olayları gericiliğin ne boyutlara ulaştığını
göstermiştir. Milletimizin bu olay karşısında gözleri açılmış, tehlikeyi
bütün boyutlarıyla görmüştür."
16 Eylül 1980, Kenan Evren'in darbe sonrasında yaptığı ilk basın açıklaması
"Konya mitingi 12 Eylül'e gelinmesinde
bardağı taşıran son damla olmuştur."
Haydar Saltık, 29 Ekim 1980
“12 Eylül 1980'de, tam da bu satırları yazdığım saatlerde, Cumhuriyet gazetesinin o koca salonundaki yegâne televizyonun sesi sonuna kadar açılmıştı. Gazeteye gelebilenler televizyonun karşısına yığılmış, darbenin lideri Kenan Evren'in açıklamalarını dinliyordu.
İlhan Selçuk'u hatırlıyorum, TV'yi görebilmek için bir masanın üzerine çıkmıştı, dikkat kesilmiş izliyordu olan biteni. Kenan Evren, darbenin kimlere karşı yapıldığını anlatırken 'irtica'yı da sayınca belli bir rahatlama sezdim İlhan abinin yüzünde. 'İrtica da dedi' diyerek masanın üzerinden indi, yukarıya odasına çıkıp darbeli günlerin ilk yazısını yazmaya gitti.
Memlekette darbe olmuş. Başta gazetemizin olmak üzere hepimizin geleceği belirsiz. Ama darbenin sadece bize karşı olmaması, başkalarını da hedef alması beni hiç de rahatlatmıyordu!” İsmet Berkan, 13 Eylül 2005, 12 Eylül'den bazı anlar.
Bahsi geçen ve 12 Eylül darbecileri tarafından darbenin en önemli gerekçelerinden gösterilen Konya mitingi, 23 Temmuz 1980 tarihinde Kudüs'ü, İsrail'in başkenti ilan etmesine tepki olmak üzere MSP tarafından 6 Eylül 1980 tarihinde Konya'da düzenlenen 'Kudüs Mitingi' idi.
Miting sırasında tertip komitesi üyelerinin (MSP Konya Senatörü Ahmet Remzi Hatip'in ve MSP Genel Başkan Yardımcısı Şener Battal'ın) aksi yöndeki ikazlarına rağmen belirlenmiş sloganlar dışında laiklik karşıtı sloganlar bazı gruplar tarafından atılır. Dönemin Konya Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler mitinge dair şöyle bir anektod anlatır, “Erbakan mikrofonu alıp, İstiklal Marşı için bizzat ses verdi. Hep bir ağızdan söylenirken baktım, en önde bazı adamlar ayağa kalkmıyor. Kimin veya kimlerin yaptığını hala bilmiyorum, oturanların hepsi Konya'nın meşhur delileriydi. Mustafa'dan İsmail'e Selahattin'e kadar ne kadar delimiz varsa hepsinin salıvermişler sokağa. Üzerlerine yeşil kaftanlar, başlarında yeşil sarıklar, boyunlarında koca Mevlana tespihleri. Dışarıdan gelen gazeteciler haklı olarak bunları normal adam zannetti. Ertesi gün Hoca MSP, ben de belediye adına dilekçe verdik savcılığa ve valiliğe. İstiklal Marşı okunurken oturanlardan şikâyetçiyiz diye..."
Fakat bu ihtiyatlı tavır da Erbakan'ı ve partisini kurtararamıştır. Askeri darbe sonrası Konya mitingiyle alakalı yargılananların tümü beraat etmiş olmasına rağmen, bu miting darbeyi meşrulaştıran bir unsur olarak kullanılmaya devam etmiştir. Kenan Evren'in miting akabinde 30 Ağustos günü Zafer Bayramı sebebiyle verdiği mesajda şu cümleler ile mitinge karşı askerin tavrını netleştirmiştir: "...Aziz arkadaşlarım. Sizler de bu olayları görüp duydukça eminim ki en az benim kadar üzüntü duymaktasınız. Ancak şuna inanız ki bu satılmış zavallılar bir avuç azınlıktır..." , "...Ve siz onların hepsini bir anda yok edecek güçtesiniz. Asıl, sessizliğimizi ve sabrınızı güçlerinin kanıtıymış gibi göstermek isteyenler, nasıl yanıldıklarını bir zaman gelecek acı şekilde göreceklerdir." Ve sonrasında darbenin ilan edildiği deklarasyondan başka açıklamalara, 12 Eylül darbesinin hedeflerinden birinin de irtica ile mücadele olduğu defalarca belirtilmiştir.
12 Eylül döneminde İslamcı olmanın bedelleri vardı ve bunlar ağır bedellerdi.
Örgütlenme düzeyinde sadece Erbakan’ın MSP’si değil, diğer kuruluşlar da baskı gördü. Akıncılar yaygın bir İslamcı örgütlenmeydi. Tüm şubeleri kapatıldı, sorumluları yargılandı ve ceza aldı. MTTB teşkilatı, Halkevleri türünden, kısmen devlet kökenli bir yapılanmaydı. Süreç içinde ılımlı denilebilecek İslamcı çizgiye kaydığından ötürü kapatıldı.
163. maddeden cezalar yaygınlaştı. O dönemde az sayıda kitap yayınlanasına rağmen toplatmalar ve cezalar çoğaldı.
Diyanet teşkilatında ağır bir baskı dönemi yaşandı. Camilerde hutbelerin merkezi sistemle belirlenmesine gidildi, camilerin namaz saatleri dışında kapalı tutulması uygulamasına geçildi. O kadar ki, bu dönemde İslami camiada “Cuma namazı kılınması caiz değildir” tezinin yaygınlaşması biraz da camilerin bu durumundan kaynaklanıyordu.
Başörtüsü yasağı bu dönemde başladı. Önce İmam Hatiplerde, ardından yüksek öğretimde tartışmaya açıldı ve Kasım 1982’den itibaren YÖK marifetiyle uygulamaya konuldu.
Yüzlerce binlerce Kur'an Kursu kapatıldı. Bilhassa geleneksel cemaatlerin, Nurcuların, Süleymancıların ve çeşitli tarikatlerin kursları engellendi ve kapatıldı.
Hal böyleyken nasıl oldu da, 12 Eylül'e dair anaakım tarih yazımında yukarıda bahsi geçen yasaklar ve baskılar silindi. Nasıl oldu da, Yalçın Küçük'ün aforizmalarında kristalleşen bir anlayış hakim oldu? . “Eylülist Diktotarya, İslamizm'in Altın Çağı'dır. Osmanizasyon'un başıdır. Akepe, bir devlet politikasıdır.” “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin zoruyla, ülkeye görülmemiş bir dinsellik giydirdiler. Daha önceden başlamıştı, ancak, eylülist rejim, dincilikte, ölçü tanımıyordu” gibi ifadeler bu ülkede aklı başında entelektüeller tarafından daha rafine bir şekilde üretildi?
12 Eylül’ün İslamcılığı desteklediğine dair iddialara genelde dört ana veri sunulur. 1- Din derslerinin anayasa ile zorunlu hale gelmesi. 2- İmam Hatip Liselerinin yaygınlaştığı tezi. 3- Kenan Evren'in konuşmalarında Kuran'dan alıntılar yapması. 4- Resmi ideolojinin ve Kemalizm'in bir Türk-İslam sentezi doktrini ile yeniden tanımlanması ve bu doğrultuda bazı cemaatlere destek verilmesi.
Madde madde gidelim:
1- Din dersleri ilk defa 12 Eylül’de gelmedi. Zaten vardı. Evet, seçmeli idi ama katılmayanlar dilekçe vermek durumundaydı ve bu yüzden hemen herkes katılıyordu (katılmak zorunda hissediyordu). 12 Eylül öncesi (yani din dersleri zorunlu değilken) din dersinden muaf olmak için başvuran öğrenci sayısına dair elimde net bir sayı veya istatistik yok. Lakin o döneme dair bireysel anlatılar bu sayının oldukça az olduğunu belirtiyor. Yani din dersinin zorunlu kılınması ile bu derslere katılımın kat kat arttığı iddiası gerçeği yansıtmıyor.
Kenan Evren zorunlu din dersini savunurken şöyle bir gerekçelendirme getirmiştir: “Din eğitimi çocuklara aile tarafından verilmez. Aslında aile bu eğitimi vermeye çalışsa bile, yanlış, eksik veya kendi bakış açısından öğretebilir; dolayısıyla bu uygunsuzdur... Size çocuklarınızı yasa dışı Kur’an kurslarına göndermemenizi daha önce de söylemiştim. Şimdi bunu anayasa hükmü haline getirdik. Artık din, devlet tarafından devlet okullarında öğretilecek. Şimdi biz laikliği çiğniyor muyuz, yoksa ona hizmet mi ediyoruz? Tabii ki hizmet ediyoruz. Laiklik Türk insanını dini eğitimden mahrum bırakıp, onu din istismarcılarının eline teslim etmek değildir...”
Bununla beraber içerik itibariyle de bu dersler yoğun bir Atatürkçü propagandayı içeriyordu. .90’ların başında bir Alman eğitimci heyetin incelemesinden sonra bu müfredatı Almanya’da uygulamayız, bu din bilgisi dersinden ziyade Kemalizm indoktrinasyonu dedikleri vakidir. Bu dönemde İslamcı aydın Abdurrahman Dilipak’ın din kültürü derslerinin içeriğine ilişkin kaleme aldığı “Bu Din Benim Dinim Değil” kitabı başlığı ile İslamcılar'ın zorunlu din dersine bakışını sarih bir şekilde göstermektedir.
Özetle “din dersi İslamcılığı güçlendirme zemini olarak kullanıldı iddiası” epey temelsiz bir iddiadır. Bu din dersleri ile hedeflenenin, Cumhuriyetin başından beri Diyanet projesinin de aslını oluşturan düzene ve Kemalizme uyumlu bir din anlatımı olduğu açıktır. Bununla beraber tek başına din dersleri İslamcılığı desteklemeye ve hatta üretmeye yetiyorsa, tamamen Kemalist içerikten oluşan eğitim müfredatı nasıl bireyle oluşturuyordur sorusu genellikle es geçilen bir noktadır.
2- 12 Eylül darbesi döneminde İHL'lerinin sayıca arttığı doğru değildir. Hatta ve hatta darbeden sonra ilk açılan İHL 1985’te, yani Özal döneminde açılmıştır.
3- Evren'in konuşmalarında, meydanlarda ayet ve hadis okuduğu doğrudur. Kenan Evren ayet ve hadis okuyordu, evet, ama başörtüsünün Kur'an’da olmadığı, dinin devlete itaati emrettiği ve benzeri o dönemde İslamcıların tüylerini ürpertecek ifadeleri desteklemek için seçici olarak kullanmıştır. Mısır'ın sosyalist despotu Nasır'ın İslam'dan referans kullanması nasıl onu İslamcı kılmıyor ve Müslüman Kardeşler hareketine olan baskısını açıklamıyorsa, Evren'in de İslamcılara baskı adına Kur'an'dan alıntı yapması onu İslamcı veya İslamcı dostu yapmıyordu.
4- Gelelim son maddeye: resmi ideolojinin ve Kemalizm'in bir Türk-İslam sentezi doktrini ile yeniden tanımlanması ve bu doğrultuda bazı cemaatlere destek verilmesi. Cumhuriyetin kuruluşundan beri Kemalizm hiçbir zaman resmi düzeyde anti-İslam olarak tanımlanmamıştır. İslam gerektiğinde Kemalist iktidar için bir yardımcı söylem işlevi görmüş, meşruiyet kaynağı olarak kullanılmış, endoktrinasyonun bir parçası olmuştur. Bu anlamda 12 Eylül bir istisna değil, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren kullanılan bir prensibin devamı olmuştur.
Bu dönemde bazı cemaatlerin desteklendiği doğrudur. Mehmet Kutlular’ın ifadesi ile “Askerler yurtdışında Milli Görüş ve Süleymancılara karşı birlikte çalışalım, dediler ama ben reddettim... Bu ‘derin devlet’ dediğimiz büyük ölçüde bütün İslami gruplarla anlaşma içine girdi. Burada menfaatler karşılıklıdır. Her iki tarafın maksadı ayrıdır. Devlet bu gruplara, ‘Atatürk’e saygılı olun biz de size yardımcı olalım’ demiştir. Bakın bazı İslami gruplara, 12 Eylül’den sonra birden palazlandılar. (Fethullah Gülen ve Mehmet Kırkıncı grubunu kastederek) Acaba kendi güçleriyle mi palazlandılar. Hayır.”
Burada soru şudur: Türk-İslam sentezini yaymak isteyenler, bunu kime karşı yapmayı hedeflediler? Amaç sekülerler ve sosyalistlerin dönüşümü müydü, yoksa bazı tehlikeli bulunan İslami akımların tasfiyesi miydi? Neden Milli Görüş ve Süleymancılar hedef alınırken, Gülen cemaati desteklendi? Neden bazı cemaatler o dönem makbul ve kullanışlı bulunurken, diğerleri devlet tarafından tehlikeli olarak görüldü?
Bu soruların cevapları üzerine dürüstçe düşünmenin vakti özellikle o dönemi yaşayan kanaat önderleri için gelmiştir.
Not: Bu yazıyı hazırlarken benimle o döneme dair bilgi ve gözlemlerini cömertçe paylaşan Rıdvan Kaya'ya büyük bir teşekkür borçluyum. Bu minvalde bu konuyu etraflıca tartışan ve epey faydalandığım Musa Özer'in “12 Eylül Darbecilerinin İslamcılığı Desteklediği İddiası Siyasi Tarih Çarpıtmasına Açık Bir Örnektir!” (Haksöz Dergisi, Mayıs 2011) ve Kenan Levent'in “Efsane ve Gerçeklik Arasında İslami Hareketlerin Yükselişi” (Haksöz Dergisi, Ocak 2011) makalelerini tavsiye ederim. O döneme dair bir İslamcı perspektif açısından, Adil Akkoyunlu’nun ”Bir İslamcının 12 Eylül Hatıraları” (Çıra Yayınları) adlı kitabı da incelenmelidir.
Türkiye
YAZIYA YORUM KAT