1. YAZARLAR

  2. İhsan Dağı

  3. 11 bin 547 sadece bir sayı mı?
İhsan Dağı

İhsan Dağı

Yazarın Tüm Yazıları >

11 bin 547 sadece bir sayı mı?

10 Nisan 2012 Salı 00:47A+A-

Yirmi yıl geçmiş üzerinden. Hatırladıkça insanın hâlâ yüreği sızlıyor.

'Savaş hukuku'nun bile yüksek bir medeniyet standardı olarak mumla arandığı günler, aylar ve hatta yıllardı. Bebekler, çocuklar, kadınlar öldürüldü. Savaş suçu da işlendi, insanlık suçu da. Bosna'da, çok değil, daha yirmi yıl önce 'toplu katliam ayinleri' yaptılar. Biz seyrettik, insanlık lekelendi...

Avrupa'nın göbeğinde, 20. yüzyılın sonunda toplama kampları kurdular, köyleri, şehirleri yaktılar. Tecavüz sistematik bir siyasete dönüştürüldü. Olup biten bir soykırımdı. İnsanlar Bosna'da, kendi ülkelerinde Boşnak oldukları için katledildiler.

Ne duymadık diyebiliriz, ne görmedik. Şahittik; şahitliğimizi yapmadık. O günlerin, o acıların görüntülerini zihinlerimizden kovmak mümkün değil. Belki bizim ödediğimiz bedel de bu; hatırlamak...

O küçücük ülkeden 250 bin kişi öldürüldü. Bir milyon kişi ülke dışına zor attı kendilerini. Bir milyon da ülkenin başka yerlerine sığındı. Dünyanın en nazenin şehirlerinden Saraybosna, dört yıl kuşatma altında kaldı. İnsan avcıları tepelerinde... Ekmek almaya, su getirmeye gideni vurdular. Yaşayanları değil sadece tarihi de 'temizlemek' adına vurdular. İnsanlık kadar 'insanlık mirası' da hedefti... Mostar Köprüsü'nü bombalarla yıkanlar önce içlerindeki insanlığı yıkmış olmalılar.

Saraybosna'da geçen hafta bir cadde üzerine dizilen 11 bin 547 kırmızı sandalyeyi gördünüz mü? Kuşatma altında ölen Bosnalıları anmak için hazırlanmış. Saraybosna sokaklarında akan kanı temsil ediyor. Boş, kırmızı sandalyeler ürperti vericiydi belki. Peki savaşın kendisi nasıldı acaba?

İnsanlar her şeylerini kaybederken Bosna'da ben doktoramı kazanmaya çalışıyordum İngiltere'de... Öfkeli, ama çaresizdik. Yapabildiklerimiz öfkemizi biriktirmek, bazen de kampüste yardım toplamaktı mülteciler için. Ziyaretine gittiğimiz bir grup Boşnak mülteci bize Türk kahvesi yapmıştı; Bosna'dan getirdikleri üç beş eşyanın arasında bakır cezve de vardı kahve yaptıkları... Tarihlerinden ve kimliklerinden dolayı cezalandırılsalar da onu hep yanlarında taşıyorlardı.

BBC'den dinlediğim bir röportajı hatırlıyorum. Bir Sırp konuşuyordu. Anlamıyorum, ama içinde bolca 'Türk' sözü geçiyordu. İngilizceye çevrilirken 'Boşnak' diyordu BBC; Sırp, Türk diyor, BBC Boşnak. Balkanlarda kimliklerin bu kadar geçişken olduğunu bilmiyordum doğrusu ve Boşnakların 'Türk' diye öldürüldüğünü... Öldürülmek için dedelerinin Müslüman olmaları, kendilerinin isimlerinin o geçmişi çağrıştırması yeterliydi.

Bosna'ya yıllar sonra gidebildim. Utancımdan bakamadım şehre, insanlarla göz göze gelemedim. Dört yıl boyunca yalnız bırakılan, tepelere yerleşmiş keskin nişancıların, topçuların insafına bırakılan bu şehre utanmadan bakmak mümkün değildi. Etrafı kuşatan haydutlara 'hayat'ın direnişini anlatıyor bana Saraybosna, ama ölümün de bir o kadar hayata dair olduğunu...

Bosna belki eski 'barış'ını hiç bulamayacak. Belki Saraybosna 'Avrupa'nın Kudüs'üne artık benzetilmeyecek. Ama her durumda savaşın bitmesi değerli... Savaşı bitiren Dayton Antlaşması mükemmel değil; hatta saldırganı ödüllendiren, Bosna'yı bölen, ülkeyi yönetilemez hale getiren bir anlaşma. Ama bütün bunlardan vahimi, acıların göbeğinde büyüyen öfke ve nefret... Boşnak, Sırp ve Hırvat Bosnalıları için için yiyen, tüketen öfke ve nefretleri. Yaşanan her şeye rağmen Bosna'ya yakıştıramadığım bu. Savaş Bosna'yı yok edemedi, ama nefret eder.

Bosna nefrete yenik düşerse kaybedecek asıl savaşı. Çoğulculuk, çokkültürlülük, farklı olana saygı Bosna'nın alamet-i farikası... Ve böyle de kalmalı. Kalmalı ki ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, nefret söyleminin yayıldığı Avrupa'da 'başka türlü yaşamanın mümkün olduğunu' gösteren bir örnek kalsın.

Ama unutmayalım Bosnalının yaşadığını; Srebrenitsa soykırımının kurbanlarını, tecavüze uğrayan kadınları, masum insanların toplu mezarlarını, toplama kamplarını, keskin nişancılara aldırmadan hemşehrilerinin anısına şehrin merkezinde çellosunu çalan Vedran Smailovic'i... Kovaçi Şehitliği'nde ak güvercinler gibi yatan Saraybosnalıları unutmayalım. İçimizdeki nefrete yenilmeden analım, hatırlayalım...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT