10 Kasım: Siren Sesi Değil, Ölümün Unutulmama Sesi!
Bu milletin kimliğini tepeden topyekûn ve zorla değiştirmeye, paganizmi dayatmaya, yeni kutsallar ihdas etmeye tahammülümüz yok beyler! Emirle bayram günleri ihdas eden bir sistem rahatsız etmiyor mu sizleri?
Yaşar Değirmenci, Yeni Akit gazetesindeki yazısında 10 Kasım dayatmasını yorumladı:
Bu ülkede hiçbir şeyi sükûnet ve suhuletle tartışamazsınız. Tartışmaya başlasanız, hemen ideolojik kalıplar devreye girer. Şablonlarla düşünmeye ve konuşmaya alışmış olanlar, kendi şablonlarına uymayan her şeye kulp takarlar. Peşin hükümlerin hâkim olduğu bir ortamda kiminle neyi tartışabilirsiniz. Her meselede olduğu gibi tarihi hakikatlerde de ‘normalleşmeye olan ihtiyaç’ had safhadadır.
09.05’te sirenler çalıyor, hayat durduruluyor, arabalarından indiriliyor, saygı duruşuna geçiriliyor. Okullarda ‘bir dakikalık’ saygı duruşunda gülmemek için nefesini tutan öğrenciler, onları gözüyle kaşıyla saygı duruşunun sessizliğine davet eden öğretmen ve idarecilerin çırpınışları. Her 10 Kasım’la özdeşleşen sahneler… ‘Dünyada komik olaylar’ listesine girmeye aday hallerimiz.
Herkes dilediği kutsala ibadet edebilir, bir ölüyü diri yerine koyup ona derdini, problemlerini anlatabilir. Ancaaak bunu kabul etmeyenlere bu dayatma, bu psikolojik baskı, bu tecrit etme, bu aşağılama da neyin nesi? Hani demokrasi tahammül rejimiydi?
Bu milletin kimliğini tepeden topyekûn ve zorla değiştirmeye, paganizmi dayatmaya, yeni kutsallar ihdas etmeye tahammülümüz yok beyler! Emirle bayram günleri ihdas eden bir sistem rahatsız etmiyor mu sizleri? ‘Allah’ın kulu olmayanlar, ‘emir kulu’ olmayı mı tercih ettiler? Niye insanları durduruyor, saygı duruşuna zorluyor, vasıtalarından inmeye onları mecbur ediyorsunuz. Ölen ölmüştür. İnansanız da inanmasanız da hakikat bu. Bunları dayatanlar da, yerine getirenler de bütün bu yapılanların ne için yapıldığını bilemez haldeler.
Ne yaparsanız yapın, hayatı durduramazsınız. Ve kendi keyfinize göre de dizayn edemezsiniz. O hayatı siz vermediniz. Hayatı ancak onu yaratan durdurabilir. O da ne zaman isterse…
Hâlâ devam eden; 09.05’de durdurulan, arabalardan indirilen, saygı duruşuna geçirilen insanımıza yazık etmiyor muyuz? İnanın ideolojik olarak bakmıyor, sadece insanımızın sürü muamelesi görmesine, en küçük bir tepkinin bile rejim meselesi haline getirilmesine üzülüyorum. Neredeyse evlerinde iş yerlerindeki insanlarımızı bile bu hâle zorlayacaksınız.
Bu süreç, nereye götürür insanı?
Elbette ki, hakikatin kaybedilmesine. Sahte ve ayartıcı kutsallar, söylemler; hayat tarzları üzerinden bütün insanlığı yok oluş serüveninin eşiğine sürüklüyor. 29 Ekim’de şekli dindar kıyafeti içindeki Müslümana metrobüste yapılan muamele insani miydi? Bu çığırından çıkarılan ‘kutlama’lar, neyin kutlaması! Kendi değerleri verilmeyen, yapay kutsallarla uyuşturulan insanımız ‘cinnet toplumu’ haline getirilmiyor mu?
Makul, mutedil, insaf ve anlayış içerisinde normalleşmeye, meselelerimizi objektif, ilmî ölçülerle tartışmaya, konuşmaya, samimiyetle dertleşmeye o kadar ihtiyacımız var ki? Kırmadan dökmeden, itham, iftira ve suizandan uzak birbirimize tahammül göstererek konuşabilsek.
Ama ne mümkün?
Hâlâ cinayet işleyen mazur görülebilir, fakat resmî ideolojinin kutsallarını tenkit eden mazur görülemez! Ağlanacak halimize hem gülüyor, hem de güldürüyoruz. Basit ve komik oluyoruz.
Ayrıca dünyanın hiçbir ülkesinde böyle ilkel örnek görülmemekte.
‘Dünyada komik olaylar listesi’ne girmeyelim. 09.05’te insanları durdursanız da hayat devam ediyor. Çünkü hayatı veren, hayatı durdurabilir. O’ndan başka da hayatı durduracak kimse yoktur. Zira hayatı da ölümü de O yarattı. Ne kadar az düşünüyoruz. Ne kadar az ibret alıyoruz.
Anıtkabir ayrı bir bahistir. Normal bir kabir ziyareti diyebilir misiniz? Biraz tarih bilenler, biraz geçmiş kavimlerin hallerini değerlendirenler, bu yapılanların tamamen cehalet döneminin değişik bir versiyonu olduğunu kabul ederler.
Bu ritüellerden kurtulmanın zamanı gelmedi mi?
Ne oldu 10 Kasım’lardaki gazetelerin simsiyah başlıkları, ne oldu matem havaları? Ne oldu gülmeyi hatıra getiren en küçük şeyden kaçınmalar? Geçmişe dönüp hakikaten bunlar nasıl yaşandı diye hayıflanıyor, o traji-komik vaziyetimize bugün üzülüyoruz. Yarın da bu günümüzü hatırlayınca aynı duruma düşmeyelim.
Evet beyler! Devir kendi kutsalımıza, kendi değerlerimize, kendi kaybettiğimiz medeniyetimize dönme devri.
10 Kasım’da mutlaka hatırlamanız, ibret almanız gereken bir şey varsa o da: “Ölüm!”
Ölüm en acı gerçek. Sessiz çığlık. Ölüm konuşunca herkes susar. Ölüm gelince bütün sesler susar. Ölümün sesi her sesten gür çıkar çünkü. Bütün sesleri susturan ölüm bizi niye susturmuyor.
‘Ölüm gerçeği’nden kaçarak ne ölümden, ne de onun duymak istemediğimiz sesinden kurtulamayız.
Dinin dışına çekilerek sekülerleştirmeye çalışılsa da ölümün sesini duyacağız! Sirenlerle kısmak istenilse de ölümün sesi bütün seslerin üstündedir. Ne ölü zannedilenler var ki Kur’an’a göre diridirler. Ne diri zannedilenler var ki Kur’an’a göre ölüdürler.
Ölülerin arkasından ‘rahat uyu!’ diyenler, sabahı olmayan bir gece istediklerinin farkında mıdırlar? Ölüsüne ‘rahat uyu!’ diyenlere “uyumak için ölünmez asıl uyanmak için ölünür” desek anlarlar mı? Peygamberimizin ‘insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar’ buyruğu onlar için bir şey ifade der mi acaba?
Modern insanın en çok ürktüğü şey ölüm! Elinden gelse ölümü öldürecek. Öldüremediği ölümü unutmak ve unutturmak için elinden geleni ardına koymuyor. Modern şehirler mezarsız. Mezarlıklar şehirlerin en uzağına yapılıyor. İnsanlar ölüleriyle karşılaşmamak için özel gayret sarf ediyor. Çünkü ölüleriyle karşılaşmak muhasebeyi-öz eleştiriyi-tevbeyi-sorgulamayı gerektiriyor. Onun için “Her nefis ölümü tadıcıdır” ilahi hatırlatmadan rahatsız oluyorlar. Rahatsız olanlar, ‘ölüm gerçeği’ni ortadan kaldıramazlar. Hayatı ve ölümü Yaratana teslim olmayanlar, ölümü öldürmeye çalışanlardır. Hesabı verilebilir bir hayat yaşayanlar, ölümü “vuslat” olarak görürler. Ölüm, bir hayata veda, diğer hayata merhaba demektir. Ölüm, bir intikalden ibarettir. Hayatın dünya basamağından ahiret basamağına geçiş. Ölüm, bir hayatın bitip, bir başka hayatın kapısını çalmaktır. Bu kapı istense de istenmese de çalınacak o hesap günü mutlaka gelecek, ‘hayat filmi’miz seyredilecek.
Korkunun ecele faydası yok. Öleceğiz, yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Ölüm, aynı zamanda ‘kıyamet’tir. Bireyin kıyameti.
Sirenler çalsa da çalmasa da duyarız o sesi.
Saatler dokuzu beş geçse de geçmese de…
HABERE YORUM KAT