1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. “Siyasal Değerlendirmelerde Kur’ani Ölçü”
“Siyasal Değerlendirmelerde Kur’ani Ölçü”

“Siyasal Değerlendirmelerde Kur’ani Ölçü”

Ankara Özgür-Der'de konferanslar dizisinin bu hafta'ki konuğu Mustafa Siel'di

20 Ocak 2013 Pazar 15:15A+A-

Mustafa Siel,“Sosyal ve Siyasal Değerlendirmelerde Kur’ani Ölçü Ve Kavramlar” Konulu bir sunum yaptı.

Mustafa Siel, Sıratı mustakime (ahiret kurtuluşuna götüren doğru yola) hidayet sadece bireysel iman ve islam boyutlarıyla değil, toplumsal, yani sosyal ve siyasi boyutlarda da söz konusudur. Sosyal ve Siyasi Alanda Tek Mutlak Hidayet Rehberi Kur’andır. Diyerek konuşmasına başladı.

Siel, Kur’anı nüzul sırasına göre okuyup incelediğimizde, hicretten önce Mekke’de geçen 13 yılda inen ayetlerin daha ziyade tevhid ve şirk, iman ve küfür, mü’minlerin ve kafirlerin bireysel ve cemaatsel zıt özellikleri üzerinde yoğunlaştığını görürüz. Yani muttaki bireyler ve bu bireylerden oluşan sağlıklı bir cemaat oluşumu ana konusudur Mekki surelerin.

Hicretten sonra Medine’den 10 yılda inen ayetlerde ise, önce sosyal ağırlıklı olmak ve son yıllara doğru siyasal ağırlıklı olanlar artmak üzere; sosyal ve siyasal ağırlıklı konuların ağırlıklıolarak işlendiğini görüyoruz.

Kur’anın önerdiği islam, ne sadece teorik bir kabul, ne bunun yanında bireysel ve toplu sembolik ibadetler, ne de bunların yanında bireysel hayatı tanzimden ibaret değildir vurgusunu yaptı.

Mustafa SielTüm bunlarla beraber, imanı aileden başlayıp tüm halkı kapsayacak sosyal bir hayat tarzı haline getirmek, bunun bir gereği ve neticesi de imanını kendi halkı ve tüm dünya halklarıkapsamında siyasi bir tarz olarak ortaya koyabilmektir.

2.Bakara Suresi 286. ayette işaret edildiği üzere, kişi yada topluluklara ancak kapasiteleri çerçevesinde sorumluluklar yükleneceği bizzat Yüce Allah tarafından ifade edilmiştir. Bireysel alanda olduğu gibi sosyal ve siyasal alanlardaki değerlendirmelerde de bu kaide mutlaka dikkate alınmalıdır dedi.

Aksi halde kapasitesi üstünde sorumluluk yüklenenlerin bunların altından kalkamayarak altında kalmaları söz konusu olacağı gibi; kapasiteleri altında sorumluluk yüklenenlerinde üzerlerine düşen görevleri yapmamaları nedeniyle bireysel ve toplumsal kayıplar oluşacaktır.

Bu noktada değinmemiz gereken bir hususta, sosyal ve siyasal şartların yerel ve memleketler bazında değerlendirilmesi gerektiği ve bu değerlendirmeleri o yer ve memleketlerde mukim ehliyetli mü’minlerin yapması gerektiğidir.

İçinde bulunmadığı, imkan ve imkansızlıklarını yaşamadığı, şartlarına tam vakıf olmadığı bir yer ve memleket hakkında sosyal ve siyasal değerlendirmelerde bulunmak gerçekçi ve doğru olmayacak, yaptığı yanlış değerlendirmeler çok olumsuz neticelere sebep olabilecektir.

İmanımızı, bireysel ve toplumsal ibadetlerimizi Kur’an ve mütevatir sünnet çerçevesinde değerlendirip sürdürdüğümüz gibi; aileden başlayıp dünyaya çapına ulaşan tüm sosyal ve siyasi değerlendirme ve uygularımızda, Kur’an ve peygamberimizin siretini esas almalıyız.

Siel, Sosyal ve siyasi değerlendirmelerimizi Kur’ana göre yapmamız hem ibadi bir görev, hem de en sağlam metottur. Çünkü sosyal ve siyasi olaylar insanların sadece kendi kapasite ve birikimleri ile doğru ve hakkaniyete uygun olarak değerlendirebileceği durumlar değildir.

Ümmet olarak sosyal ve siyasi boyutlarda ki facia derecesindeki kötü durumumuz, kesinlikle Kur’ani sosyal ve siyasal çözümlemelerden uzak olduğumuzu ortaya koyuyor.

Ümmetin durumu böyle olmakla beraber, ümmet içinden bu olumsuz durumu aşmak; sosyal ve siyasi alanda Kur’ani kavram ve kriterleri uygulamak isteyenlerin de yeterli bir seviyeye geldiğini söylemek mümkün değildir.Uygulamadan önce, bu kavramları doğru bir şekilde kavradığımızı ve doğru kriterlerle doğru değerlendirmeler yaptığımız hususu sorunludur.

Her şeyden önce bu alanda kullanılan kavramların ve çözümlemelerin netleştirilmediğini düşünüyorum. Mesela 80 sonrası moda olan inkılabi Müslümanlık yada inkılapçı İslamcılık kavramlarınıele alalım. İran devriminin estirdiği rüzgarlardan esinlenen bu kavramlar hiç üzerinde düşünülmeden kabullenilivermiştir camiamızda. Oysa Kur’anda inkılap genelde olumsuz anlamda kullanılmış olup, mesela 26.Şuara Suresi 227. ayette Yüce Allah’ın zalim kavimleri helak etmesini ifade etmektedir. Yine aynı rüzgarla gelen islam cumhuriyeti kavramı da hiç tartışılmadan kabullenilmiştir camiamızda. Kur’ana ve sirete baktığımızda, krallık yada cumhuriyet hakkında nötr kalındığını görüyoruz dedi,

Siel, Tağut teriminin yanlış yorumlandığını, 80 sonrasır üzgarların ortaya çıkardığı, daha ziyade TC rejimi ve benzeri diğer rejimleri ifade etmek için kullanılan olumsuz bir terimdir. Kur’anda ise, insanların haklarını gasbeden kişi ve güç odakları için kullanılmış olmakla beraber, sadece devlet ve rejim bazında kullanılmamıştır. Bu terimin islami olmayan tüm rejimler için kullanılması Kur’ana ve siyrete uygun değildir kanaatimce.

80 sonrası rüzgarla tağut gibi olumsuzlanan ve peşinen reddedilen bir kavramda demokrasi kavramıdır. Tağut kavramıKur’anda olumsuz olarak geçen, lakin camiamızca tarif ve kapsamı yanlış yapılan bir kavramken; demokrasi kavramı Kur’anda geçmeyen bir kavramdır. Diyerek Demokrasi kavramının açılımına devala; Demokrasi halkın kendi seçtiği temsilcilerle yasama ve yürütme vasıtasıyla kendini dolaylı olarak yönetmesi geniş anlamıyla, aslında cumhuriyet kavramına yakın bir kavramdır. Lakin, İran inkılabı lideri Humeyni Cumhuriyeti meşru sayıp, demokrasiyi gayri meşru saydığından olsa gerek, camiamızda meşru görülmemiş ve tu kaka edilmiştir dedi.

Mustafa Siel, Cumhuriyet iktidarının halkın kendi seçtiği idarecilerce yürütülmesini ifade ederken, demokrasinin yönetimin şura – istişare ile yürütülmesini; yöneticilerin yönetimde halkın tamamının görüşünü dikkate alarak mümkün olduğunca toplumsal uzlaşma ile yönetmesini ifade ettiğini söylemek mümkündür.

Burada asıl can alıcı nokta, yönetim tarz ve tekniğinden ziyade, yönetimin islami esaslar dahilinde olup olmamasıdır bence. İslami esaslar dahilinde bir yönetim talebinde bulunan bir halkın cumhuriyet ve demokrasi tekniğini kabullenmesinde bir mahzur olmasa gerektir. İslami esaslar dahilinde, halkın rızasını almış hakkaniyetli bir krallık meşru olduğu gibi, cumhuriyette meşrudur vurgusunu yaptı.

Siel, Müslümanların laik ve seküler bir demokrasiyi kendilerine yönetim tekniği olarak meşru kabul etmeleri mümkün değildir elbette. Lakin islami esaslar dahilinde oluşturulacak bir yönetimin yönetim tekniği olarak, halktan birinin devlet başkanı olabildiği cumhuriyeti kabul etmesi ne kadar meşru ise, yönetim tekniği olarak islami esaslar dahilinde bir nevi istişare olan demokrasiyi kabul etmesi de o kadar meşrudur diye düşünüyorum.

Bir islam ülkesinde halkın ekseriyeti islami yönetime razı ise, zaten bu memlekette islami demokratik cumhuriyet kurulması gayet tabidir. Burada üzerinde düşünülmesi gereken günümüzün temel sorunu şudur. Batı ve batıcı aydın ve yöneticilerin etkisiyle islam halklarının, islami esaslar dahilinde bir cumhuriyet ve demokrasiye razıolmamaları yada hazır olmamaları durumunda ne yapılacaktır?

Bu anlamda demokrasiyi reddedenlerin, yerine nasıl bir islami yönetim biçimi düşündüklerini ortaya koymaları gerekir. Zaten temelde iki türlü yönetim biçiminin olduğunu realitedir. Ya halk kendi seçtiği temsilciler aracılığıyla, Allah’ın hükümleri çerçevesinde kendi rızası ile kendini yönetecek, yada birileri halka rağmen iktidara gelecek ve halkın rızası olmaksızın ve halka danışmaksızın halkı yönetecektir ki; günümüzde birincisine demokrasi, ikincisine ise diktatörlük denmektedir.

Halkı Müslüman iken islami yönetimlerin bulunmadığı memleketlerde, bilinçli Müslümanların islami yönetim oluşması yönünde özgürce çalışabilmeleri ve halkın serbest iradesinin ortaya çıkması için sosyal ve siyasal özgürlük ortamının sağlanması gerekir öncelikle. Bu ortam oluşmadan ne halka islami yönetimin gerekliliği anlatılabilir, nede halkın bu konuda hür iradesini ortaya koyması söz konusu olabilir.

Hülasa, islami yönetimin tesisi konusunda ki tüm ezberlerimizi Kur’an ve siret ışığında yeniden gözden geçirmeli; bu konulara ideolojik olarak değil, Kur’an ve siret ışığında gerçekçi olarak bakabilmeliyiz. Ancak bu şekilde Kur’anın sosyal ve siyasal yol göstericiliğinden faydalanabiliriz.

Aksi halde ya islamı sosyal ve siyasal boyutta halklarımızın gündemine bile getirememek, yada yapacağımız yanlışlar neticesi bizlerin ve halklarımızın büyük sıkıntılar ve acılar çekmesine ve islami yönetimin oluşmasının ötelenmesine sebebiyetimiz söz konusu olacaktır. Diyerek Konuşmasını noktaladı.

Haber: Yusuf Dursun

Fotoğraf: Kaan Uzunoğlu

ankara-20130120-01.jpg

HABERE YORUM KAT

4 Yorum
  • Uyarıcı / 23 Ocak 2013 17:10

    İnşallah bu suskunluk ikrarı ifade etmiyordur. Tagut gibi red edilmedikçe ve içtinapedilip-kaçınılıp sadece Allah'a itaat-kulluk edilmedikçe mü'min bile olunamayan, vahiyle belirlenen bir kavramı keyfi, hevaya dayalı bir yaklaşımla, adeta ülkede ve bölgede meydana gelen liberal muhafazakar demokratik istikametteki sistem içi demokratikleşme çabalarına meşruiyet kazandırmak istercesine kendine göre tanımlamak büyük vebal değil midir?

    Tagutu farklı tanımlarken, Allah'ın hükümleriyle hükmetmediği ve onlara zıt hükümler ihdas edip toplumu heva ürünü hükümlerle yönettiği için tuğyanı/baş kaldırıyı ifade ettiği halde, ifadelerinizin bütününden çıkan anlam olarak adeta sırf halka zulmü azalttığı ve halkın çoğunluğunun desteğini de aldığı için laik demokratik yönetimleri, hiç bir delile dayandırmadan tagut tanımı dışına çıkarmanız önemli bir sapma değil mi?

    Hakkı batılla karıştırmayın emrine rağmen, ideolojik-felsefi boyutu belirleyici olan demokrasi gibi, hevanın ilahlığı anlamıyla şirke ait batıl bir kavramı, nasıl oluyor da, kendinize göre keyfi bir tanımlamayla da olsa, İslam ile sentez yapabiliyor, İslam ile uzlaştırabiliyorsunuz?

    Konferansın konusu ve haber başlığı olarak da “Siyasal Değerlendirmelerde Kur’ani Ölçü” olarak koyduğunuz, "Sosyal ve siyasi değerlendirmelerimizi Kur’ana göre yapmamız hem ibadi bir görev, hem de en sağlam metottur” dediğiniz halde, bu haber metninde tek bir Kur'ani ölçü ve delil neden ortaya konamamış ve sadece hevaya dayalı bir konuşma yapılmıştır?

    Neden açık ve büyük bir yanlış yapıldığı halde, eskiden bu konularda önemli reflekslere, duyarlılıklara sahip bir camianın öncüleri yazarları tek satırlık bir tepki vermiyorlar? ya da hiç değilse bu büyük yanlışın mesajının daha çok insana ulaşmasını önleyici bir tedbir olarak bu haberi yayından kaldırmak yoluna neden gidilmiyor? Yoksa bunlar ve tepkisiz kalmalar batıl kavramları "ödünç" alma yönteminin bir ileri aşaması mıdır?

    Allah rızası için sizlerde var olan, geçmişte hep takdir ettiğimiz tevhidi duyarlılığınız, Kuran merkezli duruşunuz, yol yakınken tekrar har

    Yanıtla (1) (0)
  • Cihat / 22 Ocak 2013 22:40

    “Sosyal ve Siyasi Alanda Tek Mutlak Hidayet Rehberi Kur’andır.”
    “tüm sosyal ve siyasi değerlendirme ve uygularımızda, Kur’an ve peygamberimizin siretini esas almalıyız.”

    Gibi çok doğru sözlerle konuşmanıza başlayıp bu doğrunun üstüne “(Tağut) terimin islami olmayan tüm rejimler için kullanılması Kur’ana ve siyrete uygun değildir kanaatimce.” Gibi ne vahiyle nede Peygamberin(s) öğretileriyle örtüşmeyen ve sadece sizin zannınıza dayanan bir sürü yanlışla yükselen bir sunum yapmışsınız.

    Siz eğer söylediklerinizin zan olmadığını iddia ediyorsanız ve konuşmanızın başında kullandığınız cümleye gerçekten inanıyorsanız hem uyarıcı ve muradi adlı yorumcuların yorumlarına cevap vermek hemde demokrasiyi sahiplenerek insan hevasının/çoğunluğunun istediği kural kanun ve yöneticelirin Allah katında da meşru sayılabilmesine zemin hazırlayan söylemlerinizin delillerini vahiyden ve Peygamberin(s) mütevatir örnekliğinden delillendirerek bir açıklama yapmak sorumluluğunuz vardır.
    Nitekim birileri artık bu gün laiklik gibi Allah’ın ilahlığını ve Rabliğini reddeden kavramları bile islamla uzlaştırma çabasına girmişlerdir. Sizin bu sunumda bir ara cümleyle bile olsa laikliği meşru görmediğinizi çağrıştırmanızdan dolayı bazı hassasiyetlere sahip olduğunuzu umuyor ve söylemlerinizin başında kullandığınız cümleden dolayı söylemlerinizin nerelere varabileceğini ve nasıl bir vebalin altına girebileceğinizi düşünerek açıklamalarınızı tekrar vahiyle düzeltmenizi bekliyoruz.

    Yanıtla (0) (0)
  • Muradi / 21 Ocak 2013 02:41

    Müslümanların İslamın siyasi ilkelerini açıkça ortaya koyamamaları burada olduğu gibi kafa karışıklıklarına neden oluyor.
    Oysa İslam ne demokrasiye ne de krallığa(saltanata) muhtaçdır.
    Peygamberimizin ve halifelerin yönetimlerinde bu kavramların adı bile geçmiyordu.
    Şimdi ise batılılara karşı duyulan öykünmecilikten mülhem bu kavramlar olmadan İslamın siyasi yönü neredeyse konuşulamaz oldu.
    Halbuki müslümanların yapmaları gereken bu kavramlarla ortaklıkları değil ayrılıkları dile getirebilmektir.
    Tevhidi anlayış bunu gerektirir.
    Tağut kavramının yönetimler için kullanılamayacağı tesbiti ise doğru değilidir.
    Çünkü tağuti yönetimleri ortaya çıkaran anlayış, insanların Allahtan bağımsız kalarak kendilerine yeterli olacaklarına dair olan inançlarıdır.
    Böyle olunca da tağuti sistemler tağutlaşanlar tarafında kurulurlar ve genellikle de tağutlaşmaya meyilli olanlardan destek alırlar.

    Yanıtla (0) (0)
  • Uyarıcı / 20 Ocak 2013 19:31

    1 - Mekke'de siyasi perspekteif kazandıran, temel isyasi ilkeleri vazeden ve sosyal hayata müdahale eden hükümler ne olacak?
    2 - Peygamber ve beraberindeki bir avuç müminin en zor şartlar altında oluşturdukları ilkesel duruş örnekliği yok mu sayılacak? Mekke’de inen ayetlerdeki siyasal ve sosyal tavırla ilgili akıdevi duruş belirleyen ve uzlaşmalardan alıkoyan yönlendirmeler ve ilk neslin bu konudaki tavizsiz ilkeli örneklik ne olacak?
    3 - Farklı ülke ve şartlardaki Müslümanlar için vazgeçilmez olan siyasi temel ölçü ve ilkeler yok mudur? Bu konularda onları da bizi de her şart altına bağlayan akıdevi ilkeler ne olacak?

    4 - İçinde bulunmadığımız şartlarda teferruata ve içtihad alanına ait farklılıklar tamam da, ya akıdevi boyutu olan, resulün örneklediği tutumlar dikkata alınmayacak ve her bölge ve şartlarda hepimizi bağlayan ortak paydayı oluşturmayacak mı?

    5 - Tagutu farklı tanımlarken, hakkınız ve yetkiniz olmadığı halde keyfi bir tanimlamayla, taguti seküler bir kavramı seçim tekniğine ve istişari karar mekanizmasına indirgeyerek, İslam için de geçerli olduğunu ifade edip meşruiyet kazandırırken, neden tek bir delil getimiyorsunuz?

    6 - "islami yönetimin tesisi konusunda ... ideolojik olarak değil, Kur’an ve siret ışığında gerçekçi olarak bakabilmeliyiz. Ancak bu şekilde Kur’anın sosyal ve siyasal yol göstericiliğinden faydalanabiliriz" diyorsunuz. Pes doğrusu! Sizin bunca temel konudaki saptırıcı açıklamalarınızın neresinde Kur’an ve siretten delil getirme çabası ve ciddiyeti var? Başkasına iyiliği tavsiye ederken kendinizi unutuyor musunuz? Sizin de bu kadar eklektik ve sığınmacı yaklaşımlarınızı İslami gösterirken, batıl kavramları İslam içine taşırken aynı kaynaklardan delil getirmeniz gerekmiyor mu? Kısa sürede "ödünç almak"tan vazgeçip benimseme safhasına mı geçtiniz?

    Yazık oluyor kardeşler. Giderek, önce attığınız yanlış adımlara yenilerine ekleyerek yanlışta hızla ilerliyorsunuz. yanlışta bu kadar cüretkarca ısrar ederek nereye gidiyorsunuz? Ne olur bir daha düşünün, aranızda ilmi bir istişareden geçirmeden bu tür yaklaşımları topl

    Yanıtla (0) (0)