Ümraniye’de Değişim Gündemi Değerlendirildi
Özgür-Der Ümraniye Şubesi’nin aylık panellerinin birincisi Abdurrahman Dilipak’ın katılımıyla gerçekleştirildi. “Türkiye’de Sistem mi Değişiyor?” başlığıyla gerçekleştirilen ve Hamza Türkmen’in yöneticiliğini yaptığı panelde Türkiye’de AK Parti iktidar s
Özgür-Der Ümraniye Şubesi'nin aylık panellerinin birincisi Abdurrahman Dilipak'ın katılımıyla gerçekleştirildi. Hafta sonu Sabahattin Zaim Kültür Merkezi'nde "Türkiye'de Sistem mi Değişiyor?" başlığıyla gerçekleştirilen ve Hamza Türkmen'in yöneticiliğini yaptığı panelde Türkiye'de AK Parti iktidar süreciyle başlayan ve son zamanlarda giderek belirginlik kazanmaya başlayan değişim süreci üzerinde durularak çeşitli gündem başlıkları tartışıldı.
Oturumu başlatmak için giriş konuşması yapan Hamza Türkmen, Türkiye devlet geleneğinde süregelen vesayetçi yapıya dikkat çekerek, gerek küresel güçlerin ve gerekse de iç dinamiklerin zorlamasıyla hukukileşme anlamında sistemin kabuk değiştirme çabalarına rastlandığını; ama Kemalist-ulusalcı ideolojinin de bir şekilde sürekli var kılınmaya çalışıldığını söyledi.
Türk ulusunun inşa biçimleri ve süreçleri üzerinde de duran Türkmen, merkez-çevre kavramlarına dikkat çekerek merkezin efendi pozisyonundaki küresel kapitalizmi ve bunun yerel işbirlikçiliğini üstlenen ulus-devleti, çevrenin ise bu sistemin mağduru olan muhalif kitle ve örgütleri ifade ettiğini belirterek Türkiye'de her kadar cılız olsa da çevrenin özellikle de seçim süreçlerinde kendisine yakın gördüğü partileri iktidara taşıyarak sistemi zorlaya geldiğini kaydetti. Bu durum bir tehdit düzeyine vardığında ise açık-örtük çetelerin, kırmızı kitap ve çizgilerin her defasında harekete geçerek çevrenin taleplerini bastırdığına dikkat çeken Türkmen, böylece değişen hükümetlere rağmen niteliği değişmeyen bir düzen gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuzu söyledi.
Buradan hareketle sözü AK Parti'nin iktidar sürecine getiren Türkmen, bu süreçle birlikte belirgin bir şekilde Türkiye'deki mevcut durumun en azından görüntü düzeyinde de olsa somut/belirgin bir değişim sinyali vermeye başladığını ve gelinen aşamada da bunun giderek ete kemiğe bürünmeye başladığını ifade etti. Bunun en temelde Kemalist ideolojinin iflas tablosunu bir kez daha ortaya koyduğunun ve çevre güçlerinin de toplumsal ve siyasal birer dinamik olarak sürecin kısmen öznesi pozisyonuna ulaşmaya başladıklarının altını çizen Türkmen, gelişmeleri salt dış mihraklar söylemi ile açıklamaya çalışan komplocu yaklaşımın açmazlarına ve kolaycılığına dikkat çekti.
Diğer yandan bölgesel ve küresel güç dengelerinde oluşan çatlaklara dikkat çeken Türkmen, küresel sistemin tek-kutupluluktan çok-kutuplu bir zemine kaymaya başlamasının, bu zeminde oluşan çıkar çatışmaları ve bu konjonktürün Türkiye entelijansiyası üzerindeki yansımaları ve kendisini sistemin bekçisi addeden bürokratik seçkinlere dönük zorlamalarının da sürecin oluşumu ve gelişiminde önemli aktörler olduklarının görülmesi gereken bir diğer gerçeklik olduğunu kaydetti. Türkmen, resmi düzlemde çeşitli örneklerle açıklık getirdiği bu durum bağlamında özellikle de Başbuğ'un Kara Harp Okulları'nın açılışındaki 14 Nisan konuşmasına dikkat çekti. Otonomi isteği ile vesayet alışkanlığından vazgeçmeyen TSK'yı temsilen yapılan bu konuşmada dikkat çekenin, ırk temelli Atatürk Türkçülüğünün bırakılması, Atatürk ilkelerinin değil de, düşünce sisteminin referans gösterilmesi olduğunu, bunun da küreselleşme süreciyle beraber bir restorasyon yönelimine işaret edebileceğini belirtti. "Demokratik açılım" projesinin değerlendirmesinde de bu arka zeminin gözetilmesinin önemine değindi. Başta Ergenekoncu unsurlar olmak üzere milliyetçi kesimlerin direnişlerine rağmen bu konuda sistemin kurumları arasında bir mutabakatın varlığının söz konusu edilebileceğini belirten Türkmen, mevcut hal ve yakın gelecekte Müslümanlar açısından sürecin muhtemel birtakım riskleri ve avantajlarına dikkat çektikten sonra "Bu durum bir dönüşüm mü, yoksa restorasyon mu? Sistem değişiyor mu, yoksa kabuk mu değiştiriyor?" sorularını sorarak sözü Abdurrahman Dilipak'a verdi.
Konuşmasına değişmekte olanın öz mü, kabuk mu olduğu sorusunun önemini vurgulayarak başlayan Abdurrahman Dilipak, buna sağlıklı bir cevabın verilebilmesi için Türkiye'nin yakın siyasi tarihini tahlil etmenin önem taşıdığını belirtti. Müteakiben sistemin kuruluş ve gelişim süreçlerini çeşitli örnekler üzerinden değerlendiren Dilipak monarşizmden oligarşizme, faşist diktatörlükten görece demokrasiye değin hemen her ideolojik modelin Türkiye'de denendiği kaydeden Dilipak, reformların ekseninde ise hemen her zaman sistemin bekasını sağlama refleksinin bulunduğunu ve bu uğurda birçok gömleğin giyilmesi suretiyle defalarca kabuk değişimine gidildiğini ifade etti.
Dilipak, Türkiye'deki yönetim mekanizmasında muhtelif seçenekler denenip iç içe geçen modellerin varlığından söz edilse de ana temayülün her zaman laik-Kemalist ilke ve inkılâplarda mündemiç olan Batı hayranı ulusçu ideolojiyi hâkim kılma çabasının söz konusu olduğunu söyledi. Bunun için gerektiğinde dinin de fütursuzca kullanıldığını kaydeden Dilipak, Alman fonlarıyla kurulan ve dolayısıyla bir zamanlar faşizmi savunan Cumhuriyet gazetesinin bile bir dönem bu pragmatist ve ikiyüzlü yaklaşımla şeriattan yana ve Osmanlıcı yayınlar yapmaktan geri durmadığını iddia etti. Dinleyiciler arasında dikkat çekici bulunan bu iddiasını temellendirmek üzere Dilipak'ın Cumhuriyet gazetesinin İstanbul'un fethinin 500. yılı münasebetiyle 1953 yılı boyunca yayınladığı fetih ekleri koleksiyonunu manşetleri ve fotoğraflarıyla deşifre etmesi oldukça ilgi topladı. Bu meyanda "Cumhuriyet gazetesi bir dönem şeriatçı da oldu." diyen Dilipak resmi tarih mantığını sadece Kemalizm ile sınırlandırmamak gerektiğini söyledi. Dilipak sözlerine şu şekilde devam etti: "Bunlar kabuk değiştirmede mahirler. İslam Kemalizm'i olamadıysa da Kemalist bir İslam modelini üretmek hiç de zor değil." Bu bağlamda DİB, Harun Yahya vb. kişi ve kesimlerin dindar Atatürk üretme çabalarının açmazı üzerinde de duran Dilipak sığınmacılık açmazına örnekler verdi.
Daha bağımsız bir İslami kimlik kaygı ve çabalarıyla tebarüz etmiş çeşitli İslami kesimlerin de Kemalizm'e karşı tutumlarını irdeleyen Dilipak, genel olarak bir kolaycılıktan söz edilebileceğini kaydederek bu yüzeysel reddiyeci tutumun sağlıklı, bütünsel ve ilmî bir sistem çözümlemesine imkân vermediğini söyledi. Yine bu bağlamda sistem içi araçları, düzenin sunduğu imkânların kullanılması aşamasında düşülen kimliksizlik zafiyetine de dikkat çeken Dilipak, İHL örneğini vererek "İHL'leri biz kurmadık. İHL, sistemin dini dönüştürme ve Müslümanları sağcılaştırma operasyonunun bir uzantısıydı. Zorunlu" dedi. Dilipak, sağcılaşma, atomize olma ve iktidarın ya da sistemin sunduğu imkânları kullanırken kimliksizleşme zaaflarının bulunduğumuz halde Türkiye Müslümanlarının karşı karşıya bulunduğu en önemli sorunlar olduğunu belirterek şunları kaydetti: "Düzeni dönüştüreceğiniz iddiasıyla çıktığınız yolda iktidara varır varmaz düzene eklemleniyorsunuz. Sistemi ele geçirdik derken sistem sizi öğütüyor da farkında değilsiniz. Bugün Müslüman önderlerin üçte ikisi metodik anlamda Kemalist'tir."
Müslümanların yerel/bölgesel ve küresel sistemi derinlemesine okuma ve kavrama zindeliğinden yoksun olduğunu da belirten Dilipak, sağlıklı bir varoluş ve gelecek tasavvurunun inşası için bu alanda oluşan imkânlardan daha fazla istifade ederek zihinsel tembellikten ve düşünsel ufuksuzluktan silkinmek gerektiğini söyledi.
Abdurrahman Dilipak konuşmasını daha somut-pratik bir zemine taşıyarak küresel çapta yaşanan çok yönlü gelişmeler ve bunların Türkiye toplumsal ve siyasal yapısına dönük etkileri üzerinde durarak AK Parti iktidar sürecini, bunun Türkiye, Ortadoğu halkları ve bağımsız İslami kimliğe sahip İslami hareketlere dönük avantajları ve riskleri etrafında çeşitli saptamalar yaptı. Bu meyanda Dilipak'ın özetle şu vurguları öne çıktı: "Türkiye'de sistemin zihniyeti de içerecek şekilde köklü bir değişimden geçtiğinden söz etmek mümkün değil. Sistem değişmedi tersine kendisini bukalemun gibi her ortama uyarlayabiliyor, şartlara göre kendisini yenileyebiliyor. Sistem resmi ideolojisi ve tarih kurgusu itibariyle tükenmiş durumda. Önümüzdeki günlerde çok radikal kararlar alınabilir, Kemalizm ile oynanabilir. Küresel bir rejim oturtulabilir. Küresel çapta agnostik ve atomik, rölâtivist bir kültür ve ideoloji oturtulmaya çalışılırken, tehdit oluşturmayan yeni bir din telakkisi oluşturulmak isteniyor. Bu vasatta kimi İslamcılara biçilen misyon İslam'ı ılımlılaştırmaktır. Sunacakları birtakım kazanımlarla Müslümanları davadan uzaklaştırmak isteyecekler/istemektedirler."
Türkiye'deki Ergenekon gündemine de bu bağlamda değinen Dilipak şu saptamalarda bulundu: "Sadece Türkiye değil, bütün dünya zor bir durumla karşı karşıya. Yeni yeni güç dengeleri ve ittifak arayışları oluşuyor. Bu süreçte yer alan bütün güçler tarafından Türkiye'nin rolü kendi başarıları için hayati önem taşımaktadır. Türkiye bu anlamda geliştirdiği dış politik ataklarıyla bazı güçleri korkutmakta, endişeler yaratmaktadır. Dünya yeni bir durumla karşı karşıya. Küresel fikir pazarına girebilirsek yenidünyanın aktörlerinden olabiliriz. Bu sadece Davutoğlu ve Erdoğan'a tevdi edilebilecek bir şey değil. Derin devlet tasfiye olmayacak. Onlardan bir kısım çıkarılırken 'bizimkiler'in bir kısmı içeri alınacak, bunlar derin devlet olacak. Bu iş için korkunç sermaye-para ve istihbarat akışı var. Türkiye'deki Koç, Doğan holding vb. sermaye unsurları bu sürecin karşısında duramazlar. Durmaya kalkışanları yakın bir zamanda sürprizler bekliyor olabilir. Sermaye postmodernleşiyor. Yeni süreçte etkin bir güç olarak var olmak isteyen Rusya, Çeçenistan ve Gürcistan'da Türkiye üzerinden Nakşiliğe kapı açmak istiyor. Ergenekon operasyonları sembolik isimler üzerinden asıl başlara gözdağı vermeyi amaçlıyor. İstendiği durumda daha derine inilebilir ancak başların kendiliğinden teslim olmaları, boyun eğmeleri hedefleniyor. Böylelikle içeridekiler de şartlı olarak salıverilmek suretiyle pasifize edilebilirler. Türkiye'den bir an önce mıntıka temizliği isteniyor. Derin devleti kuran Amerika, tasfiye eden de o. Bunu tasfiye ederek yeni bir yapı inşa etmek istiyor. Bu yapının içinde 'biz' olacağız. Ilımlı İslam, yeni moda İslam. İçimizden bazı kanaat önderlerini yakında bu yeni yapının içinde görebiliriz. Salt bir vicdan tatmini amaçlayan insani yardım Beyaz adam sendromudur. Bu süreç sokakla bağımızın zayıflamasını ve zenginleşirken etkisizleşmemizi getirebilir. Ramazan şenlikleri vb. üzerinden görünürlüğü ön planda olan ama sistemi tehdit etmeyen yeni bir dinsel model oluşturma çabası yakında daha da yoğunlaşabilir."
Son olarak Müslümanlar üzerinden de durumu değerlendiren Dilipak özetle şunları kaydetti: "Yeni güç dengeleri oluşuyor. Türkiye'nin yükselmekte olduğunu gözlemliyoruz. Fırsatları iyi değerlendirmek gerek ama paranın büyüsüne de aldanmamalı. Daha fazla okumalı ve cemaatler düzeyinde birbirimize yakınlaşmalıyız. Sonuçta biz kazandık ve bizi baskı altına alarak yok edemeyen sistem şimdi bizi içine çekerek uzlaşmak istiyor. Seçimleri AK Parti kazandı diye Şeytan tatile çıkmadı! İmtihan devam ediyor. Elde edilen her yeni kazanım imtihanı daha bir keskinleştiriyor. Görünürde iktidar daha yakın ama imtihanımız da aynı oranda daha keskin ve zor. Sistem kabuk ya da gömlek değiştirerek bize hoş görünmeye çalışıyor. Müteyakkız olmalıyız."
Dilipak'ın konuşmasına müteakiben dinleyiciler yaklaşık yarım saat boyunca konuya interaktif katılımda bulundular. Yapılan bu katkılar ve soruların cevaplandırılmasının akabinde panel Hamza Türkmen'in öne çıkan vurguları özetlemesiyle son buldu.