İslami Kemalizm'in kökleri nerede?
12 Eylül davası, tıpkı Ergenekon ve Balyoz davaları gibi, Türkiye'de özgürlüğe ve demokrasiye inanan, askerî vesayet düzeninin sona ermesinden yana olanların ortak davası.
Bu husus, muhakkak ki 28 Şubat kovuşturması açısından da geçerli. Ne var ki, ikincisinin belirgin bir yönü de Türkiye'de Kemalistlerle İslamcılar, daha doğrusu laikçilerle dindarlar arasında bir hesaplaşmayı ifade etmesi. Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir "rövanş"tan söz etmesi, tamamen manasız değil.
Ancak laikçi Kemalistlerle dindar Müslümanlar arasındaki bilinen "gerginlik"ten çok daha ilginç ve açıklanmaya muhtaç olan, ikisini birleştiren ortak yanlar. Ayhan Aktar'ın "Erbakan'ı özleyenler" başlıklı (Taraf, 9 Nisan) yazısında aktardıkları dikkate değerdi. MGK eski genel sekreteri ve Ergenekon davası sanığı emekli Org. Tuncer Kılınç; "Allah gani gani rahmet eylesin, Erbakan millici bir liderdi. Onu doğru anlayamadık, askerler Erbakan'ı doğru anlamadı." diyordu. (Yeni Akit, 1 Nisan) Başbakan Erbakan'a açıkça küfür eden emekli Tümg. Osman Özbek, nedamet getirip şöyle konuşuyordu: "Keşke Milli Görüş'ü anlasaydık. O günler yaşanmasıydı. Milli Görüş'ün emperyalizmle mücadelesini ve dik duruşunu gerçekten çok önemsiyorum." (Samanyolu Haber, 23 Mart)
Ahmet Altan "Nevruz, Kemalizm ve din" (Taraf, 21 Mart) başlıklı analizinde, teoride İslam dini ile milliyetçiliğin bağdaşması mümkün olmadığı halde, Türkiye'de Kemalistler ile dindar Müslümanlar arasındaki milliyetçi ve devletçi zihniyet ortaklığına dikkat çekiyordu: "Kemalizm'in en büyük ve en korkunç zaferi, dindarların damarına milliyetçilik zehrini enjekte etmek oldu." Ben de "AKP 'İslami Kemalist' midir?" başlıklı yazımda bu konuya değinmiştim. (Zaman, 26 Ocak 2012)
Pozitivist ve laikçi Kemalistlerle belirli bir İslam anlayışı arasındaki ortaklığın, kuşku yok ki en önemli göstergesi, din ile devleti ayırdığı iddiasında olan Cumhuriyet'in gerçekte gayri resmi bir dini olması, bunun da "milli birliği sağlama" göreviyle İslam'ı tekeline ve denetimine alan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından temsil edilmesidir.
Niye Türkiye'de çoğu dindar Müslüman milliyetçi ve devletçidir; niye Kürt meselesine, Ermeni meselesine ve başka konulara bakışta Kemalistlerle ortaktır sorusunun Osmanlı, hatta İslam-öncesi Türk tarihine uzanan kökleri olabilir. Bunun analizini de, Türkiye'de dinle ilgili pek çok konuya ışık tutan hocamız Prof. Dr. Şerif Mardin'in "Turkish Islamic Exceptionalism Yesterday and Today: Continuity, Rupture and Reconstruction in Operational Codes/Dün ve Bugün Türk İslam'ının İstisnai Özelliği: İşleyiş Kodlarında Süreklilik, Kopuş ve Yeniden Yapılanma" (Turkish Studies, Vol. 6, No. 2, June 2005, s. 145-165) başlıklı olağanüstü önemdeki incelemesinde bulmak mümkün. (Mardin'in ilk kez Zaman'da çıkan 7 ve 17 Temmuz 2007 tarihli yazılarımda değindiğim bu incelemesinin bugüne kadar Türkçeye çevrilmemiş ve tartışılmamış olması nasıl izah edilir, bilmiyorum.)
Mardin, Türkiye'de İslam'ın özelliklerinin Osmanlı-Cumhuriyet bürokrasisinin pozitivist modernleşmeciliği ile Nakşibendiliğin yenilikçi İslam yorumunun etkileşiminden kaynaklandığını söylüyor. Bu analizi üzerine verdiği bir mülakatta da şu noktaların altını çiziyor: Tarihi boyunca Osmanlı, dini devletten uzak tutmamak konusunda dikkatli oldu. Araplar açısından din, devletten önce gelir. Türkler için ise devlet, İslam öncesi dönemden itibaren dinden daha önemli oldu. "Türkiye istisnası dediğim zaman bunu kastediyorum." (Asharq Alawsat, 12 Aralık 2007)
Türkiye'de Kemalistler ile dindar Müslümanlar arasındaki gerginliğin devletçilik ve milliyetçilikte ortaklığa dönüşmesinin en iyi ifadesini 12 Eylül rejiminin de ideolojisi olan Türk-İslam sentezi ideolojisinde bulduğu söylenebilir. Son yıllarda gerek Kemalistler arasında pozitivizmden, gerekse dindar Müslümanlar arasında milliyetçilikten uzaklaşma eğilimleri ise başka bir yazının konusu.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT