ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Hadise Giriş

04 Temmuz 2018 Çarşamba 15:33A+A-

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’a hamd resulüne selam olsun.

Bugünkü yazımızda hadis konusu üzerinde duracak ve konuyu çeşitli sorularla açmaya çalışacağız. Bilindiği gibi, bu meselede de âlimlerin farklı yaklaşımları ve kavram tanımlamaları dolayısı ile aralarında ihtilaflar vardır. Biz doğruya daha yakın olduğunu umduğumuz yaklaşımları merkeze alarak konuyu sınırlı bir şekilde açmaya çalışacağız. Bunun için Rabbimizden yardım diliyor ve bu çabalarımızı kendisine yakınlaştırmaya sebep kılmasını niyaz ediyoruz.

Hadisin sözlük ve kavram anlamı nedir?

Hadis sözlükte; haber, söz, yeni, olay, anlamlarına gelmekte ve bu anlamlarda Kur’an’daki bazı ayetlerde de kullanılmaktadır; “Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözünen güzelini indirdi.”1 “(Ey Muhammed!) Mûsâ'nın haberi sana geldi mi?”2 “(Allah) Size Kitapta indirmişti ki: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar (bu sözü bırakıp) başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah, bütün ikiyüzlüleri ve kâfirleri cehennemde toplayacaktır.”3

Peygamber(s.a.v.)’den rivayet edilen bazı haberlerde, Kur’an’ı ifade etmek üzere “ahsenü’l- hadis, hayrü’l hadis, asdaku’l hadis” tabirlerinin kullanıldığı da görülmektedir.4

Hadis ifadesi, sonraki zamanlarda kavramsallaşmış ve daha özel bir anlam kazanmıştır. Bu nedenle hadisi kavram olarak şöyle tanımlayabiliriz: Hadis; “söz, fiil, takrir, yaratılış veya huyla ilgili bir vasıf olarak Hz. Peygambere nispet edilen her şeydir.” Ayrıca hadis ilim geleneğinde bir haberin hadis olarak nitelendirilmesi için sadece Hz. Peygambere nispet edilmesinin esas alındığını, hadisin O’na (s.a.) aidiyetinin tespitinin de çeşitli araştırmalar sonucunda belirlendiğini ifade etmeliyiz. Araştırma sonucunda ise “sahih hadis”, “hasen hadis”, “zayıf hadis” ve “mevzu hadis” gibi kavramlarla hadisin sıhhat derecesi ortaya konulmaktadır. Bu tanıma göre hadis, sadece Hz. Peygambere ait haberleri ihtiva etmektedir. Ancak bazı hadis âlimleri, sahabe ve tabiine ait haberlerin de hadis olduğu görüşündedir. Ayrıca Şia masum kabul ettiği on iki imamın sözleri, fiilleri ve takrirlerini de hadis olarak kabul etmektedir.5

Hz. Muhammed döneminde hadislerin yazımı ile ilgili genel uygulama ne olmuştur?

Hz. Muhammed (s.a.v) kendi döneminde hadislerin yazılmasını yasaklamış ve daha önce yazanlara da bu hadisleri imha etmelerini emretmiştir. Hazreti peygamberin, ashabını hadis yazmaktan menetmesine dair gelen haberlerin en meşhuru Ebu Said el-Hudri hadisidir; “Benden Kur’an’dan başka bir şey yazmayınız; her kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazdı ise, onu imha etsin”6, Yine Ebu Said, bir başka hadisinde derki; “Hadis yazmak için Hz. Resulullah(s.a.v.)’den izin istedim; bana izin vermekten çekindi”7 Bu ve buna benzer rivayetlerden anlaşıldığı gibi Hz. Muhammed döneminde hadislerin yazılmaması peygamberin genel politikasını oluşturmuştur. Fakat Hz. Muhammedin(s.a.v.) istisnai olarak bazı kimselere izin verdiği de bilinmektedir. Nitekim Abdullah bin Amr’a ve Ebu Şah isminde Yemenli bir şahsa verilen yazma izinleri bu istisnai müsadelere örnek verilebilir. Ayrıca bazı sahabelere nispet edilen ve çok sınırlı hadislerin yer aldığı sahifelerin varlığına dair rivayetlerde bu tür özel izinlerin varlığını teyit etmektedir.8 Bu istisnai izinleri, bazılarının anladığı gibi9 hadis yazımının yasaklanmasından vazgeçildiği şeklinde anlamak yanlış olacaktır. Zira bahsedeceğimiz üzere Hulefa-i Râşidinin, sahabenin ve tabiinin hadisleri yazmama olayını sürdürmesi ve hadis yazanlara kötü bir gözle bakması ve bu durumun uzun bir döneme kadar devam etmesi bunu açıkça ortaya koymaktadır.10

Hulefa-i Raşidin döneminde hadislerin yazımı ile ilgili genel politika ne olmuştur?

Hz. Peygamber döneminde hadisleri sistemli olarak yazmama, istisnai olarak sahabeden bazı şahısların hadisleri yazması olayının devam ettiğini söyleyebiliriz. Nitekim Subhi es Salih Hadis Usulü kitabında bu konuyla ilgili şunları aktarmaktadır: “Hulefa-i Raşidin devrinde de durum pek değişmemişti. Bu devrin halifeleri de asr-ı saadetteki sahabe kardeşleri gibi hadislerin sözlü rivayetine önem veriyorlar, yazılmasına muhalefet ediyorlardı. Nitekim Hz. Ebu Bekir önce hadisleri toplamış, sonrada onları yakmıştı. Diğer taraftan Hz. Ömer, hadislerin tedvinine karar verdikten sonra, bu kararından vazgeçmişti. “Urve bin Zubeyr’den rivayet edildiğine göre, Ömer bin Hattab hadisleri yazılmasını arzu ederek bu mevzuda ashab-ı kiram ile istişare etti. Onlar bu görüşe katıldılar. Hz. Ömer yine de mütereddit olduğu için bir ay süren bir istişarede bulundu. Nihayet birgün kat’i kararını vermiş olarak dedi ki, “bildiğiniz gibi sünnettin yazılması meselesini size arz etmiştim, sonra düşündüm ve bu karara vardım: sizden önce ehl-i kitaptan bazıları Allah’ın kitabından başka şeyler yazmışlar ve onlara ehemmiyet vererek Allah’ın kitabını bir tarafa bırakmışlardı. Allah’a yemin ederim ki, ben O’nun kitabını bir şeyle asla karıştırmam” ve bu suretle hadisleri yazmaktan vazgeçti.11

Hulefa-i raşidin, sadece hadislerin yazılması işinde temkinli davranmakla(yani sınırlı ve zorunlu yazmalar dışında, genel bir yazım işine girmemekle) kalmadı, rivayet hususunda da son derece titiz davrandı.12 Nitekim Hz. Ömer ve Hz. Osman Ebu Hureyre’yi çokça rivayette bulunmasından dolayı ciddi bir şekilde uyarmışlar ve bundan vazgeçmediği takdirde geldiği yere (Devs’e) geri göndermekle tehdit etmişlerdir. Ayrıca bu tür uyarılar sadece Hz. Ebu Hureyre’ye değil, çokça ve bilinmeyen rivayetlerde bulunan diğer sahabelere de yapılmıştır.13 Nitekim Hz. Ömer bilinmeyen bir hadisi (izin isteme hadisini) rivayet eden Ebu Musa el-Eşariyi, uyarıp tehdit etmiş Ebu Musa el-Eşari bu ceza tehdidinde, bu hadisi işiten başka bir sahabeyi bulup, şahit getirerek kurtulabilmiştir14. Hadislerin sözlü naklinde endişelerden kaynaklanan bu titizliği, Hz. Ebu Bekir de göstermiştir.15

Nitekim, Zehebî’nin kaydına göre, Resûlullah (a.s)’ın vefatından sonra Hz. Ebu Bekir halkı toplayarak: “Siz Resûlullah (a.s.)’dan üzerinde ihtilafta bulunduğunuz hadisleri rivâyet ediyorsunuz. Hâlbuki sizden sonra gelecekler bunlar üzerine daha şiddetli ihtilaflara düşeceklerdir. Sizler Resûlullah (a.s.)’dan rivâyette bulunmayın. Size bir şeyler soranlara: Sizinle bizim aramızda Allah’ın Kitabı vardır. Onun haram kıldıklarını haram, helâl kıldıklarını helâl bilin diye cevap verin” diyor. Nitekim, kendisine yaşlı bir kadın gelerek, büyükannenin (cedde) miras hakkını sorunca: “Senin için Allah’ın Kitabı’nda bir hüküm yok. Resûlullah’ın (a.s.) da bu hususta birşey söylediğini bilmiyorum” cevabını veriyor. Arkadan da cemaate: “Bu hususta bir şey işitmiş olan var mı?” diye soru tevcih eder. Mugîre (r.a.) kalkarak: “Resûlullah (s.a.v.)’ın büyükanneye altıda bir verdiğine şâhid oldum” der. Hz. Ebu Bekir (r.a.) verilen cevaba mutmain olmaz. “Buna şehâdet edecek biri var mı?” diyerek şâhid arar. Muhammed İbnuMesleme (r.a.) şehâdet edince, cedde (nine) için altıda bir hisseye hükmeder.16 Ayrıca hulefa-i raşidinin, sözlü rivayetin kabulünde şahit getirme ve yemin etme şartını getirmesi de, onların bu titizliğinin bir yansıması olarak okunmalıdır.17 Hulefa-i raşidinin bu uygulamalara her zaman değil daha çok, bilmedikleri ya da mutmain olmadıkları hadis rivayetlerinde başvurdukları itirazı doğru bile kabul edilse, bu, durumu değiştirmez. Zira onların, genel bir yazımı doğru bulmamaları, Kur’an’a aykırı bulduklarını net bir şekilde reddetmeleri,18 bilmedikleri veya tam mutmain olmadıkları bir rivayette şahit getirilmesini istemeleri veya Hz. Ali gibi yemin etme şartını getirmeleri, onların sözlü rivayete dahi çok ihtiyatlı yaklaştıklarının açık bir göstergesidir. Zira Hulefa-i raşidinin doğruluğundan emin oldukları, resulullah’ın bir buyruğunda, itaate tereddüt göstermeyecekleri açıktır. Ayrıca İmam Zühri’nin(ö.124) “Bu ilmi benden önce kimse tedvin etmemişti” demesi ve bunun genel kabul görmesi19 ve hatta kendisinin bile bu işi “emirler bizi hadis yazma konusunda zorladılar”20 ifadesiyle, başta çok da istemeden başladığını ortaya koyması da bu yazım işinin daha önceden istisnai bir duruma karşılık geldiğini oraya koymaktadır.

Hadislerde ne zaman genel yazıma geçilmiştir?

Hz. Peygamber dönemi ile hulefa-i raşidin dönemindeki hadislerin yazım politikasına yukarıda değinmiştik. Aynı durumun belli bir zamana kadar Tabi’in döneminde de geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim Koçyiğit: “Hicri 1. yy.’ın sonuna kadar devam eden büyük tabi’iler devrinde birçokları hadislerin yazılmasına muhalefet etmiştir” der ve önemli tabi’inlerin adlarını zikreder.21

Bu durum genelde bu şekilde devam ederken, Ömer bin Abdülaziz’in iktidara gelişi (H.99-101) ve resmi olarak hadislerin yazılışını Medine valisi Ebu Bekir b. Muhammed b. Hazm’a emredişi ile hadis yazımında bazıları dirençlerini sürdürmelerine rağmen başka bir evreye geçilmiştir.22 Nitekim yukarıda bu yazım işinin başını çeken İmam Zühri’nin bile “emirler bizi zorlayıncaya kadar hadislerin yazılmasını istemiyorduk; sonra hiçbir Müslümanı bu işten alıkoyamayacağımızı anladık”23 dediğini belirterek, onun bu yazıma başlarken gönülsüz olduğuna, ama sonradan buna ikna olduğuna dikkat çekmiştik. Zaten Ömer b. Abdülaziz’in de hadislerin sadece dilden dile nakledişinin tüm hadislerin kaybına sebep olacağı endişesiyle hareket ettiğini, O’nun “ Resulullahın hadislerini, sünnetlerini, Amre’nin rivayetlerini araştır ve yaz; zira ben ilmin yok olup âlimlerin de tükenmesinden korkuyorum” deyişinden rahatlıkla çıkarabiliyoruz.

Ömer b. Abdulaziz, ibn Hazm’a verdiği talimatı, bütün valilere yazıp memleketin her tarafına göndermişti. Daha halife hayatta iken emrini ilk olarak yerine getirerek gayesini tahakkuk ettiren şahıs da Hicaz ve Şam alimi Şihab ez-Zühri olmuştu. Zühri hadisleri halifenin emrine uyarak bir kitap(çık)ta toplamıştı. Halife de bu kitap(çık)ları her yana gönderiyordu. Zühri de (sonraları) yaptığı bu işle iftihar ederek “bu ilmi benden önce kimse tedvin etmemiştir” diyecektir.24 Bu bilginin doğruluğunu “hadisi ilk tedvin eden İbn Şihab (Ez Zühri)’dir.” diyerek İmam Malik de sonraları teyit etmektedir.25

Âlimlerin hadislerin yazılmasına ikna olmalarının bir nedeni, halifenin ısrarla yazımı isteyişi olsa bile, diğer bir nedeni de uydurulan rivayetlerin doğru olan rivayetlere karışma tehlikesinin büyümesiydi.26 Nitekim Zühri: “Şark tarafından tanımadığımız, bilmediğimiz hadisler gelmeye başlamasaydı, ne bir hadis yazar, ne de yazılmasına izin verirdim.”27 demek suretiyle bu gerçeğe açıkça işaret etmektedir.

Hadislerin sistemli olarak tedvini hicri 100 yılında olmasına rağmen, hadislerin belli konularda tasnif edilerek yazımı daha sonraları gerçekleşmeye başlayacaktır. Böylelikle musannef, müsned, cami, sünen ve sahihlerin ortaya çıkmaları söz konusu olacak ve hadis ilmi zamanla gelişecektir.

İnşallah gelecek yazılarımızda hadis konusunu işlemeye devam edecek, hadislerin niçin yazılmadığı, yazılmamasının sahabenin hadisi önemsemediği anlamına mı geldiğini ve benzeri hususlar üzerinde durmaya çalışacağız Sözlerimizin sonu Allah’a hamdtır. Söylediklerimizde isabet ettiğimiz Rabbimizin lütfu, eksiklikler ve yanlışlıklar ise bizim eksikliğimizdendir. Bunlar içinde rabbimizden yardım diliyor, ilmimizi, amelimizi ve ihlâsımızı artırmasını niyaz ediyoruz.

 

Dipnotlar:

1- 39/23.

2- 79/15.

3- 4/140. Ayrıca bakınız; 6/68, 7/185, 18/6, 20/93, 1/6, 33/53, 45/6.

4- DİA, Cilt:15, s.27.

5- Hadis usulü, Prof. Dr. Ahmet Yücel M.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, DİA. Cilt:15, s.27,28.

6- Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Usulü, s. 267.

7- A.g.e. s. 268.

8- A.g.e s. 269-277.

9- Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, s. 30.

10- Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in hadis yazımını müzakere etmesi, Resulullah’ın hadisleri yasaklamadığı anlamına gelmez. Nitekim Hz. Muhammed yapmamasına rağmen, Hz. Ebubekir yazılı bir halde bulunan Kur’an sahifelerini Mushaf haline getirmiş, Hz. Ömer zekât almış, Hz. Osman Mina’da namazı dört rekât kılmıştı vb. (Bkz. Prof. Dr. Bünyamin Erul,. Sahabenin Sünnet Anlayışı, s.380,396,417.)

11- Prof. Dr. Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları,s. 29.

12- A.g.e, s. 29, DİA, c. 15, s. 31.

13- DİA, c. 10, s.164.

14- Prof. Dr. Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 29.

15- A.g.e, s. 29.

16- İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yay., c. 1, s.43, Prof. Dr. Subhi es-Salih,.Hadis İlimleri Ve Hadis Istılahları,s.29.

17- DİA, c. 15, s. 27, Prof. Dr. Mustafa Sıbai, İslam Hukukunda Sünnet,s. 64,65.

18- Ebû İshâk'dan; demiştir ki: Ben (Kûfe'de) el-Esved'le birlikte Ulû câmiîde idim. el-Esved şöyle dedi: "Fâtıma bint Kays, Ömer b. el-Hattâb'a geldi (ve kocasından boşandıktan sonra Hz. Peygamberin ona: "sen kocandan nafaka ve mesken alamazsın" dediğini anlattı.) Hz. Ömer de ona; "Biz duyduğu bir haberi iyice belleyip bellemediğini bilmediğimiz bir kadının sözüyle Rabbimizin kitabını ve Peygamberimiz (s.a.)'in sünnetini bırakacak değiliz" diye cevap verdi. (Müslim, Tirmizi, Nesai talak bölümü.)

19- Prof. Subhi es-Salih. Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları. s. 33.

20- Prof. Dr. Mustafa Sıbai, İslam Hukukunda Sünnet, s. 196.

21- Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, s. 30.

22- DİA, c. 15, s. 32.

23- Prof. Dr.Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s.33.

24- A.g.e, s. 34.

25- Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, s. 201.

26- DİA, c.15, s. 32.

27- Prof. Subhi es-Salih. Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları. s. 34.

YAZIYA YORUM KAT

14 Yorum