Çözüm mü?
Geçen hafta yazdığım yazıya soğukkanlılığını kaybetmeden, kardeşçe eleştiri getiren herkese teşekkür ediyorum. Bazen benim de öfkelenip aklıma geleni yazmak istediğim oluyor. Ama bize yakışan bu değil. Bazı hayati durumlarda farklı görüşlere tahammül etmek zor olabilir. Suriye meselesi de böyle. Karşımızdakinin yaklaşımı bize akıl almaz, vicdansızca yahut sorumsuzca serdedilmiş gelebilir. Bence de birçoğumuz bir akıl tutulması yaşıyor, çok uzak olmayan bir gelecekte bu daha açık görülecek. Hata yapanlarımız hatadan dönme faziletini gösterecekler. Temennimiz fazla bir zarara yol açmadan olsun bu.
Bazı arkadaşlar bana şu eleştiriyi yöneltmişler: “Bir çözüm önermiyorsun!”, “Peki, senin önerin ne?” gibi.
Safların net olduğu bir savaşımda benim önerim de nettir: Eline silahı alıp mazlumun yanında zalimle savaşmak. Bu sözümde ne kadar ciddi ve samimi olduğumu bilenler bilir. Gücünün yettiğini esirgeyenlerden de olmadım, şehadete koşanları kınayanlardan da. Cepheye gidemiyorsak, fiili mücadelenin geri cephesi olarak üzerimize ne düşüyorsa, maddi yardım, teçhizat desteği, elimle dilimle zalime karşı mücadele… Geçmişte hep böyle olmadı mı? Bosna’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da, Keşmir’de, hatta Irak’ta, Nijerya’da... Müslümanca, gittik kanımızı döktük. Başka bir çözüm aramak da aklımıza gelmedi. Hiç aklımıza NATO ordularının yardımı, ABD, Rusya vesaire gelmedi. (Bunu yapanlar da elbette oldu. Burhaneddin Rabbani ABD’ye gittiğinde hepimiz eleştirmiştik. O işbirliğinin sonunun nerelere vardığını herkes gördü). Tabii Galyun gibilerinin saflarında dövüşmekten, yardımların Sırplara gitmesinden kaçındığımız gibi kaçınmıştık. Çünkü bu delikten çıkan yılana bir defa değil, iki defa değil, birçok kere sokuldu bu Ümmet.
Sonraki yıllarda ABD bayraklı mücahidler görülmeye başlandı. UÇK’dan (Kosova), Darfur’dan sonra Libya’da NATO uçakları eşliğinde yapılan bir ‘devrim’ izledik. (Iraklı Kürt ve Şiilere ayrıca değineceğim). Libyalı bir ‘devrimci’ elindeki silahla Kaddafi’ye cinsel tacizde bulunurken Allahu Ekber sesleri duyuluyordu. O anda devrimden de devrimcilikten de o tekbirin kullanılmasından da tiksinti duydum. Keşke dedim ‘Allahu ekber’ diyeceğinize ‘Amerika ekber’ deseydiniz, size daha yakışırdı. Kaddafi’ye acıdığımdan değil. Bu İslam düşmanı sapık diktatörün kanalizasyon borusundan çıkarılıp bir lağım faresi gibi ölmesine hiç üzülmedim. Benzer şekilde yakalanan Saddam’a da üzülmemiştim. Ama bir Kurban Bayramı sabahında, teslim edildiği Iraklı Şiilerin elinde itilip kakılarak ve tekbir sesleriyle idam edilmesini de hiç sindiremedim. Şimdi Suriye muhalefeti adına Avrupa’da başbakanlarla görüşmeler yapan Burhan Galyun’un cephesinde bulunmayı sindiremediğim gibi.
Kaddafi’yi bu çapulcu sürüsüne teslim eden, sonra o iğrenç görüntüleri bütün dünyaya servis ederek Müslümanları bir kere daha aşağılayan o Batılı emperyalistlerden gerçek bir iyilik, sonu hayır olacak bir destek beklenebilir mi? O Şii ‘mücahidler’, Saddam’ın niye kendilerine verilip o vakitte astırıldığını düşünmüşler miydi? Bağdat’ı bombalamak için hep Ramazan günlerini bekleyen Amerika’nın, Saddam’ın idamı için de bir Kurban bayramı sabahını seçmesi, bunun için de Şiileri görevlendirmesi bir tesadüf müydü?
‘Libya devrimi’ şimdiden ürünlerini vermeye başladı. Petrol paylaşımı, silah ihaleleri ve artık İsrail büyükelçiliği açılıyor. Katar ve İngiltere aracılığında Trablus’ta görev yapacak büyükelçinin adı bile belirlenmiş. Fransız miraj uçakları öncülüğündeki ‘devrimde’ inisiyatif mücadelesi henüz bitmedi.
IRAK’TA İŞGALE KARŞI ÇIKANLAR
1988’de Irak Baas rejimi Halepçe’de kimyasal bomba kullanarak, çoğu sivil 5 bin Müslüman Kürdü katletmişti. Aynı çerçevede sürdürülen Enfal operasyonunda 200 binden fazla insanın öldürüldüğü tahmin ediliyor. Irak Şiileri, hatta Türkmenler de 1959’dan beri sistematik katliamlara, işkence ve çeşitli zulümlere maruz kaldılar. 1991 yılında yapılan 1. Irak müdahalesi sırasında Irak’taki tüm muhalif gruplar ABD müdahalesini sevinçle karşılamışlardı. Irak’ın Kuzey ve Güney’inde ABD’nin ilan ettiği güvenlik şeritleri (36. paraleli hatırlayalım) Kürt ve Şiileri Saddam zulmüne karşı koruma altına alıyordu. Türkiyeli Müslümanlar ABD’nin Irak müdahalelerine karşı hep birlikte tepki gösterdiler. 1991 ve 2003’te Beyazıt Meydanı ve Türkiye’nin başlıca alanları aylarca İslamcı gösterilere sahne oldu. Türkiye’nin işgale katılmasına karşı büyük bir kampanya yürütüldü ve 1 Mart tezkeresinin mecliste onaylanmaması Müslümanların sevinç ve iftihar vesilesi oldu. Hiç kimsenin aklından Saddam’ı ve Baas rejimini desteklemek geçmiyordu. Ama yine de bazı cahiller bizlere Saddamcı diyebilmişti. Eleştiri, tepki ve protestoların tek hedefi vardı: ABD ve emperyalizm. Irak halkına zulmeden Saddam rejimi ABD müdahalesine sebep olduğu için eleştirilmekle beraber bu, emperyalist müdahalelere ve ‘işbirlikçilerine’ ılımlı bakmamıza sebep olmuyordu. (Bazı arkadaşlar açıkça “emperyalist müdahalelere kızmayalım buna sebep olan zalim diktatörlere kızalım” diye yazma noktasına gelmişler. Gerçekten çok garip). Kimseden “ne yapsınlar başka çareleri mi var” mazeretini duymuyorduk. Pardon, bazı Kürtlerden ve Şiilerden duyuyorduk da onlar da işbirlikçi oldukları için ciddiye bile almıyorduk. (Şimdi onlardan helallik dilemek mi lazım?) Kürtlerinki ve Şiilerinki can değil miydi? Hem de yüz binlerce canın katledildiği bir ortamda bile emperyalist müdahaleyi mazur görmedik.
AK Parti iktidarı ile dünya dengeleri mi değişti? Yoksa Arap Baharı mı bize ‘çaresiz Libyalı devrimcileri’ mazur gösteriyor? (Bazıları “Libya devrimini selamlayan İran”ı örnek gösteriyor, “Suriye’yi niye desteklemedi” sorusunu bana soruyor. Bu İran, benden çok sizin tezlerinize yakın. Pragmatik, yani maslahatçı. İlkeleri değil yakın tehlike karşısında maslahatı önceliyor). Ya da bazılarımızın düşündüğü gibi “ehl-i kitap” olan ABD ve müttefikleri yüksek insani değerleri ve erdemleri keşfetti de artık insanlığı sömürmekten, zulüm ve katliamdan vaz mı geçtiler?
Zulümden kurtulmak için her yılana sarılmak caiz ise bırakalım da herkes kendi “yılanına” sarılsın. İsrail karşısında yıllardır varlık yokluk savaşı veren Hizbullah da Beşar yılanına sarılsın. Hamas, Cihad ve diğer Filistinliler de buldukları yılana sarılsınlar. Bence de Suriye Baas rejimi Filistin’in hamisi değil hainidir. Ama buna karar verecek olan herhalde Filistinlilerdir.
Kendine ve Rabbine güveniyorsan, zalime karşı kıyam edersin. Emperyalist güçlere, NATO ordularına, işbirlikçi Arap Birliği’ne dayanarak yapılan işe kıyam ya da devrim denilemez. Suriyeli Müslümanları tenzih ederim. Temenni ediyorum ki, zafere ulaşmak için gayrıislami konseylerin himayesinde, işbirlikçi rejimlere ve onların efendisi emperyalistlerin desteğine dayalı bir savaşım vermeyecekler. Suriyeli Müslümanların meşru bir önderlik oluşturmasını ve Batı ile ilişkileri reddetmesini ümit ediyorum. Dualarımız, desteğimiz onlarla olacak. Allah’ın yardımı da inşallah.
Hizbullah’ın ve İran’ın maslahat icabı da olsa zalimin yanında yer almasını da doğru bulmuyorum. (İran’ın Beşşar’a katliam yapmaması, reform yapması, özellikle anayasadaki mahut 8. Maddeyi değiştirmesi için baskı yaptığı söyleniyor). Suriyelilerin Batılı emperyalistlerle ilişkisi ne kadar kabul edilebilirse, Baas faşizmiyle işbirliği de o kadar meşrudur. Zaten Beşşar’ın sizden çok Batı ile beraber olmaya heveskâr olduğu ortada. İnananlar sadece Allah’a güvenip dayanmalıdır. Allah size yardım ederse sizi kimse yenemez. Ama sizi bırakırsa o zaman kim yardımcınız olabilir?
SORULAR-CEVAPLAR
İhtimallere mi olguya mı öncelik verilmeli? Bazı arkadaşlar Suriye’de Galyun yönetiminin bir olasılık, ama Baas diktasının realite olduğunu söyleyerek eleştiri yapmış. Benim gördüğüm kadarıyla Batı’nın geri çekilerek TC’nin ve Arap Birliği’nin öne çıkması, yaptırımlar, baskı ve tehditler bir ihtimal değil vakıa. Şu anda yaptırımlarla zaten fiili müdahale başlamış durumda. (Bazı Müslümanlar TC’nin yaptırımlarının Suriye halkına sevgiden kaynaklandığını düşünüyor. Herhalde Arap Birliği’nin despot kralları da Suriye halkını çok sevmiş olmalı ki, kendi halklarından esirgedikleri özgürlüğü Suriyelilere kazandırmak için Beşşar’a baskı yapıyorlar). Burhan Galyun’un Ulusal Konsey başkanlığı, bu liderliğin Fransa ve AB tarafından desteklenmesi, muhalefetten şu ana kadar bir itiraz gelmemiş olması da bir gerçeklik. Kurtuluş sonrası kurulacak rejimin ipuçları da Galyun’un açıklamalarında mevcut: “Laik demeyelim Araplar bu kavrama tepki gösteriyor, civilization diyelim”, “modelimiz Türkiye’dir”. İyi ya, biz de zaten laiklik ihraç etmek istiyorduk. (Tayyip Erdoğan, Mısır anayasa tartışmaları).
Muhalefet içinden neden Galyun’u öne çıkarıp daha etkin olduğu halde Müslümanları dikkate almamışım? Müslümanlar adına yapılan açıklamaların hepsini takip etmeye çalışıyorum. Maalesef şu ana kadarki tutum dış müdahale yanlısı. Hatta Galyun’u bu konuda pasif bulup eleştirenler var. Şu da gayet rahat söylenebiliyor: “Liderliğe Galyun veya bir benzerini getirmezsek Batı bizi desteklemez”. Bu anlayışa karşı çıktığım için de öfkeli tepkilere maruz kalıyorum.
Osmanlının Medine müdafaasını hatırlayanlar, o gün isyancı Arap kabilelerinin İngilizlerle işbirliği yaparkenki mantığını düşünsünler. (Baas rejimi Osmanlı, Suriyeliler de Bedevi Araplar değil elbette. Benzerlik sadece İngiliz yardımına gösterilen hüsnü niyette). “Şu Osmanlı zulmünden bir kurtulalım, istiklalimizi bir elde edelim, İngilizler çekip gider elbette”. O zamanki metinlerden benzer cümleleri bulup getirebilirim. Gitti mi İngilizler? İstiklal savaşının önderliğini Mustafa Kemal’e teslim edenler bir daha nefes alabildiler mi? Haksöz-Haber’in Yenişafak’tan yaptığı alıntıda Suriye muhalefetinin önde gelen ismi Gazi Mısırlı özetle şunları söylüyor: “Çözüm güvenli bölgeler oluşturmakla olur. Bu da ancak uluslararası toplumun alacağı karar ile uçuşa yasak bölgelerin oluşturulması ile mümkün. (..) Libya’ya 20 günde müdahale eden güçler Suriye’de petrol yok diye buraya müdahale etmiyorlarsa bu uluslararası sistemin çifte standardın, ikiyüzlülüğünden başka bir şey değildir. Suriye’ye müdahale edilmeyen her gün insanlık için utançtan başka bir şey değildir. Suriyeli Libyalıdan daha değersiz değildir”. Bu “uluslararası toplum” kavramını, emperyalizmin kendini tanımlamak için kullandığını bilmiyor arkadaş, bu kadar şevkle çağırdığına göre. Kendi bağımsız ve İslami çizgisini ortaya koymuş bir muhalefet gördüğümüz zaman elbette yanında yer alırız.
Kıymetli Ahmet Varol kardeşim, “Burhan Galyon gelmesin diye günde kırk kişinin doğranmasına göz yumalım en iyisi! Galyon’un günde kaç kişiyi doğrayacağı konusunda bilgimiz yok” diyerek bana kızgınlığını ifade etmiş. Hâlbuki dış müdahale olduğunda kaç kişinin öleceğini Irak’tan, Afganistan’dan, biliyorsunuz. Müdahalenin çapına ve şiddetine göre, bu sayının milyonları geçtiğini unutmayalım. Bazı kardeşlerimiz “Libya’da ölenler o kadar çok değil” diyor. Libya’da henüz iş bitmedi.
“Bosna’da dış müdahale olmasaydı Sırp katliamı devam edecekti!” Yanılıyorsunuz. Bosna’da dış müdahale Boşnaklar üstün gelmeye başladıktan sonra oldu. Boşnaklar bazı cephelerde Sırpları yenip son olarak Bihaç’a yöneldikleri zaman dış müdahale oldu. Dayton anlaşması Sırpları kurtarıp ABD işgalini resmileştirdi. Öncesinde de NATO oradaydı, Srebrenica’da olduğu gibi, katillerle işbirliği yapıyordu. Libya’da ‘yanlışlıkla’ diyerek sırasıyla bir muhalifleri bir Kaddafi güçlerini bombaladığı gibi. Bu “yanlışlığı” Pakistan’da da yapmaya devam ediyorlar. Bence Müslümanların yanlışlığı daha büyük.
Bir arkadaşımız da “O yıllarda siz başka fikirleri savunuyordunuz!” diyerek 1982 Hama katliamı sonrasında İran’ı eleştirdiğime dair sözlerime inanmadığını ima etmiş. (Yazı Dergisi 1986 ya da 1987) Herkesin hidayeti bir gecede olmayabiliyor. 1978’den itibaren ülkücü gençlik içerisinde Müslümanca düşünme çabasına girilen bir süreç başlamıştı.
Yakın geçmişte yaşanan “yerel diktatörlükler mi emperyalist müdahale mi” tartışmalarını hatırlıyorum. Zulüm altında ezilenler genellikle diktatörlüğe karşı mücadeleye öncelik verip emperyalistleri kurtarıcı gibi görme eğiliminde oldular. Bizdeki AB şemsiyesi altında Ergenekon’la mücadeleyi böyle algılayanlar da az değil. Ama neticede emperyalizmin kurtarıcılığı, Necip Fazıl’ın meşhur “kurtardığı kızın ırzına geçen adam” örneğinde olduğu gibi biter. (Necip Fazıl, bu örneği Kemalizm için veriyordu, emperyalist kurtarıcılık da farklı bir olgu değil). İslam ülkelerindeki dikta rejimlerinin tamamı İngiltere-Fransa, daha sonra da ABD-Rusya himayesinde kurulmuştur. Gayriislami önderliklerin yönetiminde emperyalistlerin desteğiyle kurtuluş mücadelesi verilebileceğini zannetmek ciddi bir yanılgıdır. Suriye’de “Yezid-Hz. Hüseyin” metaforlarını kullananlar, zamanın Hüseyni olabilmek için tüm Yezidlerden beri olmaya özen göstermelidirler.
YAZIYA YORUM KAT