Kalblere hükmedilemiyeceğini hâlâ anlamıyan zavallılar..
İki hanım kızımızın bir tv. proğramında ’filanı severim, filanı sevmem..’ demeleri üzerine ortalığın nasıl velveleye verilmek istenişi, bir ibret levhasıdır.. Zorbalar, gücetaparlar, insanların bedenlerini işkencelerle belki eğdirebilirler, ama, bu onların ruhlarını, kalblerini daha bir dirençli, daha bir şahsiyetli ve hattâ daha bir haysiyetli yapar..
Bu konuya 14 Haz. günü, yazının sonunda kısaca değinmiş ve ’keşke öyle birisini muhatab kabul etmeseler ve sonunda da ’tuzağa düşürüldük.’ diye yakınmak noktasına gelmeselerdi’ demiştim, kısaca; ’Atılan taş, ürkütülen kurbağaya değmeli..’ de diyerek..
Ancak, bu kızlarımızın o proğramda verdikleri asıl mesajlar, bu gürültüler arasında güme gitti.. Halbuki, orada söylenenler, o iki cümleden ibaret değildi.. Ve, bu hanım kızlar Nuray Canan Bezirgan ve Kevser Çakır, karşılarında başları açık olarak yer alan öteki kızların ve de proğramın sunucusu F.Altaylı’nın konuyu onca çarpıtma çabalarına rağmen, bir -iki hatalı beyanları olsa da, sergiledikleri fikrî seviye gücüyle alkışlanmayı haketmişlerdi.. Ve karşılarındakiler acınacak haldeydiler. Resmî ideoloji’den başka bir güçlerinin bulunmadığını gösteriyorlar ve 80 küsur yıldır çiğnenen sakızın çürümüşlüğünü sergiliyordı, dökülüyorlardı..
Hele, ’laik rejimden icâzetli ilâhiyatçı’, modern ’kapıkulu ulemâsı’ tipinin ilginç bir örneğini oluşturan bir mâlum kişinin bu hanım kızlarımızı, ’yeni bir haçlı seferinin öncü provokatörleri’ olarak nitelemesi karşısında, onların mesajına kulak vermenin gerekliliği kendisini daha bir hissettiriyor.
Ilginç olan, şu ki, ömründe bir gün bile oruç tutmadığını övünerek yazan birisi bile, müslümanların İslamTarihi’nden gelen iç mes’elelerini gündeme getirmekten medet umuyor ve K. Çakır’dan yine de, ’Şiî olması önemli değil, benim için.. Müslüman biri, saygı duyuyorum, seviyorum..’ cevabını alıyordu.. Sözkonusu proğram sunucusu, aldığı bu karşılık üzerine, N. C. Bezirgan’a dönüyor ve ’Sen de seviyor musun?’ diye soruyor, ondan da ’evet’ cevabını alınca, kıyas kapısını zorlayan asıl sual geliyordu:
-Pekiy, Atatürk’ü seviyor musun?
Bunu beklenmedik sual karşısında, o hanım kız biraz duraklıyor ve ’Atatürk’ü seviyor muyum?’ diye mırıldandıktan sonra, asıl can alıcı karşı suali soruyordu:
-’Atatürk’ü sevmeme hakkı var mı, Türkiye Cumhuriyeti’nde?
F. Altaylı bu soru üzerine afallıyor ve bunun çok normal bir şey olduğu gibi bir hava estirerek, ’Bir sürü insan sevmediğini söylüyor..’ diyordu, yanıltarak..
‘-Öyle mi… Okey.. Eğer başıma bir gelmiyecekse.. Ben sevmiyorum… Ve başıma bir durum gelirse, düzeltirim, ona göre.. ’ diyor o hanım kız da..
(Bu söz üzerine savcılık harekete geçmiş.. Halbuki, sadece bu söz bile, bir ceza takibi için, suçun manevî unsurunun olmadığı’nın delili sayılabilir.. Proğram sunucusunun tavrı ise, suça azmettiriciliktir.. Ama, ülkemizde maalesef, bazı ilke ve devrimleri, ’hukukun kaynağı’ olarak kabul eden ve süngüucuyla zorla kabul ettirilmiş bir anayasa ve onun üzerine oturtulan bir ilkel hukuk anlayışı bulunduğundan, bu mantıkî hukuk ölçüleri de dinlenmez..
Evet, suçun manevî unsurunun oluşmadığı ortadadır ama, konu laiklik olunca, bu hususlara bakılmaz, Anayasa Mahkemesi’nin son kararında olduğu gibi..)
Ve sonra F.Altaylı’nın karşı atağı başlıyor: ’Niye sevmiyorsun.. Bu ülkeyi kurtaran…’
Bunun üzerine, Bezirgan, oldukça ilginç karşılıklar veriyor:
-Çünkü, Atatürk’ün Padişah’dan, Saray’dan yetkiyi, laik bir cumhuriyet kurmak için aldığını düşünmüyorum.. Halk o zaman İslamî değerler için savaştı.. Nitekim, kurtuluş savaşı, Maraş’ta fransız askerlerinin bir kadının örtüsüne saldırmaları üzerine Sütçü İmam’ın ilk kurşunu sıkmasıyla başlamıştır.. Cebhelere cepane taşıyan kadınları, o zamanın sosyolojik yapısını incelerseniz, mücadeleyi verenler hep müslüman insanlar..’
Sözü kesiyor FAltaylı ve 80 küsur yıllık resmî söylemleri tekrarlıyor:
-Eğer Atatürk olmasaydı, bugün burada ingilizler vardı, fransızlar vardı..
O hanım kız, orada da ikinci bir yanlış beyanda bulunuyor ama, sonrası yine okkalı izahlar..
‚-İnsanlar bana atatürkçülük adına zulmediyorlarsa,.. Benden Atatürk’ü sevmemi bekliyemezsiniz, değil mi?’ Onu, K. Çakır’ın sözleri tamamlıyor:
-Yani, bir insanın ismi üzerinden bir ideolojik bir kurgu oluşturulduğu için böyle oluyor.. Atatürk iyi bir asker.. Bunu biliyoruz.. Yani bu ülkede yaşayan insanlar şöyle bir tercihte bulunmaya …’ F. Altaylı yine devreye giriyor, avını tuzağa düşürmek için can atarcasına:
-Cumhuriyeti kurarak, sizin iradenizin, sizin temsil ettiğiniz iradenin iktidar olmasına imkan veren rejimin kuran da yine Atatürk.. Üstelik câmileri de kapatmamış..’ (Hep, sığ, lûtfedici, ve gerçeklerle bağdaşmayıcı malûm söylemler..)
Bezirgan söz alıyor: ’-Bir defa, benim temsil ettiğim fikirlere göre bir parti kurulamaz Türkiye’de, olursa o da kapatılır.. Nitekim, bir sürü insanlar, insanlardan bir bölümü, müslümanlar haklarını elde etmek için gece gündüz çabalarlar ve birileri gelir, parlamentonun azıcık bir özgürlük tanımlamasına bile tahammül edemiyerek Atatürk adına, cumhuriyetçilik adına.. demokrasi adına.. özgürlüklerimizi elimizden alır.. Dolayısiyle bizim bu sistemle barışık olmamızı bekliyemezsiniz, yani..’
O zaman, örtülü olmayan kızlardan birisi, ’Sizin yaşamak istediğiniz ideal düzen ne yani.. ben bunu merak ediyorum..’ diyor. Bezirgan’ın cevabı çok net:
-Ben tamamiyle özgür olduğum, hak ve özgürlerimin kısıtlanmadığı bir sistem istiyorum.. Siz nasıl ki başörtülü bir hâkim hanımdan rahatsız olacağınızı söylüyorsunuz, ben bu fikrinizin temelde, Atatürk tarafından kurulan cumhuriyette, bizlerin sizlere hep tehdid olarak sunulmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum.. Yani bu cumhuriyette, ya da bu sistemde, İslamî değerler hedef tahtası haline… (…) Bu önyargılarınızın temelinde 85 yıldır yürütülen laik sistemin dayatmalarının olduğunu düşünüyorum.. Çünkü, biz hiç bir zaman özgür olamadık, hiç bir zaman kendimizi ifade edemedik.. Siz hiç bir zaman başörtülü bir hâkim tarafından yargılanmadınız.. (…) Sizin inancınızın ne olduğu benim, işin açıkçası benim umurumda değil, beni ilgilendirmiyor, benim ilgi alanım değil, çünkü.. Kişi istediği dine sahib olur veya olmaz, ya da dinsizdir.. Bu benim size ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapacağım, yapabileceğim mânasına gelmez.. Ama siz, başörtülü bir hâkimden rahatsız olduğunuzu /olacağınızı söylüyorsunuz.. (…) Ben, başörtümle birlikte sosyal hayatta varolmak istiyorum.. Biz bir varoluş mücadelesi veriyoruz..’
Evet, bunlar, her kesimden insanlarımızca iyi anlaşılması gereken önemli mesajlar.. Bu, gerçek bir özgürlük ve hak arayışıdır, gerçek bir adâlet talebidir.
Zorbalıklarla kalblere hükmedileceği ve iç barışın sağlanacağı umulmamalıdır!
YAZIYA YORUM KAT