Şehrin Laik Hizmet Verme Saati
11 Şubat 2008 Pazartesi günü sabah 9.30 da bir Avrupa ülkesinin konsolosluğunda vize başvurusu için randevum vardı. Evim uzak olduğundan geç kalmamak için yediye çeyrek kala evden çıktım. Çok mu abarttım erken çıkma işini diye düşünürken bir de baktım trafik çoktan kilitlenmiş. Altı buçukta çıksam yeri varmış. Neyse ! Zihnim Tuzla tersanesinde ölen yurttaşlarla doluydu. Onların koşullarının nasıl düzelebileceğini hayalleyerek vasıtalara binip iniyordum. Bu tersaneler kurulduğundan bu yana yüzlerce insan hayatını kaybetmiş iş kazalarında. Kürşad Bumin’in Umur Talu’dan naklettiğine göre sebep taşeronluk vahşeti, sigortasızlık, işçiyi köle olarak görme, aşırı iş hızı ve yükü, iş güvenliğini hiç umursamama, sendikasızlaşma ...Böyle gidiyor kötülük zinciri.
İnsanlar bir odada onbeşer kişi kalıyor. Ekmek parası için asbest denizlerinin içinde yüzüyorlar hiçbir koruyucu giysi verilmeden. O işçilerin hasret ve yokslluk içinde haber ve para bekleyen eşleriyle empati yapıyorum sessizce. Ülkemizin bu ve benzeri dramlarına nasıl değebiliriz diye içleniyorum. Dindarların gündeminde neden yoktur bu meseleler. Hak ve adalet duygumuz emeğe dair meselelere gelince neden gelişmemiş. Bu konuları dini hassasiyeti olduğu bilinen yazarlar neden gündem yapmaz ilgilenmez. Yüzüm kızarıyor.
Huriye Levent’in resmi gözümün önünde. 2006’da patlamada ölen eşi için hala ağlıyormuş. Sadece 2007’de 14 canımız gitmiş. Neler oluyor orada. Kimse yok mu. Elektrik çarpmaları patlamalar iskeleden yuvarlanmalar başına çelik halat düşmeler. İş yeri değil korku tuneli.
7.30 da Kadıköy’deydim. Bir şirketten alacağım seyahat poliçesi için sekiz buçuğa kadar beklemek zorundayım. Dükkanların çoğu henüz açılmamış. Altıyol’a doğru çıkarken birden PAVLONYA sokağına daldım. Bir çay bulma ümidi. Berber Mustafa açmış. Aferin erken kalkan yol alır. Kafeler kapalı. Sokağın kahvesi açık ama. Yerleri paspaslarken gelen ilk müsteriye televizyonu açtı. Ana haber. Başörtüsü meselesi. O ne dedi bu ne dedi. Hızlı adımlarla uzaklaştım. Ud tamiri yapılır diye yazan bir dükkandan içeri baktım udlar var çeşit çeşit. Yanında küçücük bir atölye. “Güzel sanatlara hazırlık dersi verilir”. Beni en çok alt üst eden duyurulardan biridir bu cümle. Hemen idealist yetenekli genç bir ressam geldi gözlerimin önüne. Küçücük bir atölyeden alemin dışına taşan uçuşan hayaller fikirler renkler duyuşlar tasarımlar. Gençleri alıp götürecek işler.
Bir ara sokakta Nebahat Ev Yemekleri tabelası. Artık yufkacıya bile YUFKHA diye tabela asan insanlardan sonra şifa gibi Nebahat hanımın tabelası.
Sokaklarda hızla dolaşıyorum. Başörtülü olduğumu bırakın kadın olduğumu bile unuttuğum bir zaman. Her sabah kalkıp yaşama mucizesini gerçekleştiren bir fani olarak cinsiyetsiz cinsiyetsiz hiçbir kem gözle kem davranışla karşılaşmadan özgürce dolaşıyorum Kadıköy’ümü. İlk göz ağrım burası. 1990’da Ankara’dan İstanbul’a yerleştiğimizde yıllarca burada çalıştım. Rex sinemasının önüne geldim. I am Legend bu hafta da vizyonda. Süper. Gitmek için çabalamalı. Konusu beni hiç ilgilendirmiyor. Maksadım özlediğim NY sokaklarının caddelerinin insansızlaştırılmış halini seyretmek. Bakalım nasıl bir şey insansız NY. Birden şunu düşündüm. İnsansız bir şehirle tek tip insanlarla dolu bir şehir arasında ne fark var.
Sonunda Bahariye’ye çıktım. Sanatçılar Sokağında ilk tezgahlar açılmaya başlanmış. Bütün ara sokakları ziyaret ettim. Modaya kadar çıktım desem yeri var. Kiliseler, sanatevleri, cafeler, marjinal dükkanlar. Hala iş yerlerinin arasında kararlılıkla ikamet eden bir kuşağın balkonlarından taşan çiçekler. Kadıköyümüz.
Onlarca genç yeşil giysiler giymiş. GASTE dağıtıyor. Yeni çıkmış. Bedava metropol gazetesi. Sabah sabah her gören bir tane vermeye kalkışıyor. Aldım aldım diyorum pırıl pırıl gençlere gülerek. Böyle mükemmel bir sabah yok yani. Allah nazardan saklasın bu şehri ve bu sabahı. Ama bazı insanlar uzatılan gazeteden korkuyor. Bedava, parasız diye sürekli açıklama yapılıyor uzatılırken ama nafile. Bedava da olsa almak istemiyor bazıları. İçinde anarşist bir şey mi var korkusu mu, kimbilir.
Vaktinden önce konsolosluğun önündeydim. Vapurda Gasteyi okudum. Aklım Okay Temiz’in ünlü ritm ustalarıyla Maslakta gerçekleştireceği performansta kaldı. Sürekli kadınım, başörtülüyüm, bir erkeğin dört karısından biri olmak için fırsat kolluyorum, cumhuriyeti yıkmalıyım tezelden diye düşünecek değilim ya. Bazen unutuveriyorum herşeyi, cinsiyetimi bile.
Konsoloslukta görmeyeli herşey çok değişmiş. İkibin ikiden beri gitmediğim bir ülke. Bir medeniyet gelmiş. Kuyruklar kalkmış. Buyrun efendim !! asrına geçilmiş. Evrakler incelikle kontrol ediliyor, sonra hiç bekletilmeden bir kabine alınıyorsunuz.
Kabinde hoş güler yüzlü otuzlu yaşlarında bir Türk Kadını. Evrakları gözden geçirirken sizinle içten ve özel bir şey konuşmak istiyorum dedi.
Hayırdır buyrun, sorun tabii.
Neden böyle giyiniyorsunuz, bir erkeğin kölesi olmayı kabul ediyorsunuz. Erkeklerin keyfi için örtünüyorsunuz. Baskılara boyun eğmemelisiniz. Bu yaptığınız kölelikten başka nedir.
Afallıyorum tabii. Başörtüsü gizli gündemimi, mazoist yanımı, baskılardan aldığım keyfi hemen ele veriyor demek.
Bakın o kadar basit değil, görevinizi yapın lütfen, gerçi zaman ve zemin uygun olsa size birşeyler izah etmek....
Hayır bir şey söylemenize gerek yok, bu böyle, biliyorum ben, kölelikten başka nedir ki yaptığınız. Erkeklerin günaha girmemesi için kendinizi mahvediyorsunuz.
Bir dakika ama..
Gülümseyerek ama içten içe bir sinirle konuşuyor, bana söz vermeye hiç niyeti yok.
Aslında işbirliği yaparak erkekleri mahvedebiliriz bu acılara son verebiliriz cehennemde yanacaklar ama bunu beklememize gerek yok!
Sabah sabah bu enerji, işbirliği teklifi, coşku...inanamıyorum. Sabahımın üstüne çok titredim ya, sakınan göze çöp battı. Görevi başında yansız hizmet veren kızkardeşim. Dilim tutulmayacak gibi değil. Enerjisi ikna çabası dayanışması birlikte mücadele önermesi yaşayan Türk büyüklerinden Bülent Ersoy’un söyleyişiyle Fevkaladenin de Fevkinde.
(Anlatılan herşey birebir yaşanmıştır.)
YAZIYA YORUM KAT